Türkiye, 16 Nisan'da referanduma gidiyor. Bu yol, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin kabul edildiği 2007 yılından sonra, ancak 10 yılda alınabildi ve 10 yılda ülkenin başına gelmedik kalmadı. Şimdi, kitabın giriş bölümünden anlatmaya başlayalım.
Türkiye, 16 Nisan’da referanduma gidiyor. Bu yol, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin kabul edildiği 2007 yılından sonra, ancak 10 yılda alınabildi ve 10 yılda ülkenin başına gelmedik kalmadı. Şimdi, kitabın giriş bölümünden anlatmaya başlayalım.
“Türkiye Cumhuriyeti”nin adından da anlaşılacağı gibi rejimi cumhuriyet. Roma İmparatorluğu’nun ürettiği bir yönetim anlayışı, Latince “res publica”, yani “halka ait işler”den geliyor. Bir rejim kendisini “cumhuriyet” olarak nitelendirmişse, sahip olduğu egemenliğin halktan kaynaklandığını kabul etmiş oluyor. Ancak, bir rejimin “cumhuriyet” olması “demokrasi” ile idare edilmesi anlamını taşımıyor. “Demokrasi”, Antik Yunan’ın icadı ve halkın yönetici güç olmasını içeriyor.
“Cumhuriyet” ve “demokrasi”nin birbirini tamamlayıcı olduğunu düşünenler kadar birbirinden farklı gelenekler olduğunu iddia edenler söz konusu. Şimdilik bunu geçiyorum, zira bugün Türkiye’de hemen hiç kimse Mustafa Kemal’in kurduğu “Cumhuriyet”i tartışmıyor! Bu açıdan bakıldığında Türkiye’deki bütün siyasi hareketler “Kemalist” tanımı içine sokulamasalar da modellerini Mustafa Kemal’den tevarüs etmişler. Bu model, devletin şekline dair ve o şekil bila şüphe Cumhuriyet. Kezâ, bütün siyasi hareketler, İsmet Paşa’nın kâh isteyerek kâh mecbur kalarak yolunu açtığı cumhuriyetin demokratikleştirilmesi çizgisine de sadık. Bugünün tartışma alanı, anayasa hukukunun ve siyaset biliminin konusunu teşkil eden muhtelif “demokratik hükümet sistem modelleri” üzerine ve bütün önermeler “demos”un önüne gitmekte. Başkanlık sistemine, yarı başkanlık sistemine veya parlamenter sisteme itiraz edenlerin cumhuriyete ve demokrasiye dair argümanları bu bakımdan ikna edici olamaz.
Hükümet sistemleri, ülkelerin geleneklerine, kültürlerine, sosyo-ekonomik şartlarına göre şekillenir. Aralarındaki belirleyici faktör ise yürütme ile yasama organı arasındaki ilişkinin nasıl olduğu. Buradaki kritik eşik “kuvvetler ayrılığı.” Kuvvetler ayrılığının yumuşak olması hali parlamenter, sert olması hali ise başkanlık sistemi. Yarı başkanlık sistemi de başkanlık sisteminin türevi. “Cumhurbaşkanlığı sistemi” olarak ifade ettiğimiz, aslında başkanlık sisteminin “Türk tipi uyarlaması” olan değişiklik teklifinde belirlenen, kuvvetler ayrılığının dozu. Memleket, her istikrarsızlık döneminde yahut her cumhurbaşkanlığı seçimi arefesinde dönüp dönüp hükümet sistemini tartışıyor. Millet bu tartışmayı 16 Nisan’da “evet” ya da “hayır” diyerek nihayetlendirecek. Bundan neden rahatsızlık duyulur anlamak mümkün değil.
MİLLETİN KATILIMI
“Kemalist” tanımı içine dâhil edilseler de edilmeseler de mevcut hemen her siyasi hareketin başka bir sadakati de daha vardır: Milletin katılımı.
Mustafa Kemal, asıl büyük ve can alıcı hamlesini Erzurum Kongresi’nden Heyet-i Temsiliye’yi çıkardığı gün yaptı. Önce TBMM’ye sonra Cumhuriyet’e ulaşan yolun başlangıcında Heyet-i Temsiliye var. Heyet-i Temsiliye esas olarak Mustafa Kemal’in işe milleti katma kararının neticesi. “Sine-i millete dönüyorum” diyerek 9. Ordu Müfettişliği’nden istifa eden Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye’nin Osmanlı ordusundan daha büyük bir güç olduğunu biliyordu. Sadece Mustafa Kemal değil, düşmanları da “milleti dâhil etme”nin önemine o günden müdriklerdi. Elaziz Valisi Ali Galip’in, Elazığ, Diyarbakır ve Mardin’den seçilen delegelerin kongreye katılmasına engel olması bu sebepten. Öyle ki, Kazım Karabekir - Mustafa Kemal kavgası da Karabekir’in Heyet-i Temsiliye üyesi olmaması ile başlar.
Sözün özü, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün, işgal girişiminin ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, referandumun yolunu açması, milletin kendi kaderiyle ilgili söz söylemesine imkân sağlaması, Cumhuriyet’le de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu iradesiyle de çelişmemekte. Tam tersine, tüzüğüne “milletin egemenliğini Cumhuriyet Halk Fırkası eliyle kullanacağı”nı yazacak kadar kendisini Cumhuriyet’in, devletin sahibi gören iradenin her memleket meselesinde soluğu milletin yanında değil de mahkeme kapısında almasında bir çelişki söz konusu.
Bu referandum, kim bilir belki onları da artık kuruluşa götürür… Onlara, epey zamandır unuttukları, 27 Mayıs’tan sonra rafa kaldırdıkları “altı ok”tan birisini, “halkçılık”ı hatırlatır. Zira, CHP, memleketin asıl darbelerle rejimi değiştirilirken, halk iradesi gasp edilirken sadece tankların arkasına saklanması ile hatırlanıyor. O kadar uzağa da gitmeye gerek yok. Daha dün gibi, hemen oracıkta, elini uzatsa bulacak 367 icadını…Yeter! Söz de karar da milletin… Millet ne derse o olacak. Millet, “hayır” da dese, “evet” de dese, demokratik, katılımcı siyaset için büyük bir kazanım bu referandum. Siyaset rayına oturacak, istikameti yegâne irade, millet iradesi çizecek. Kim ne derse desin, siyasete bu alanı açtığı, demokrasiye nefes aldırdığı için bizim tarihimiz, Türk siyasi tarihi, “tarihimize yön veren liderler” bahsinde muhakkak MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye özel bir yer ayıracaktır.