Sadece bu suçlar meydana geldiğinde konuşulmamalıdır. Bilmek ve ona göre davranmak lazım…
Bu ülkenin vicdanı olan birçok ferdi terörist ve sapıklar için idam cezasının olması konusunda hemfikir…
Şu an böyle bir ceza olmadığı için suça karışan her kim olursa olsun verilen karar vicdanları rahatlatmalıdır.
Sadece bu suçlar meydana geldiğinde konuşulmamalıdır. Bilmek ve ona göre davranmak lazım…
Ben de dahil herkes bir tecavüz iddiasıyla gözaltına anılan şahsın sonrasında serbest bırakılmasına tepki gösteriyoruz.
Uzun zamandır yargı ile ilgili aklıma takılanları bir hukukçu ile konuşmak istiyordum.
Av.Rahmi Kurt sağ olsun sorularımı yanıtladı.
En başta tabii ki toplum tarafından ağır ceza alınması istenen kişilerin serbest bırakılmasının gerekçesini kendisine sordum.
Av. Kurt, yargının sorunlarından birinin “tutukluluk” konusu olduğunu belirterek “Öyle ki bir şahıs tutuklandığında “vay efendim nasıl tutuklanır, bu ülkede özgürlük yok” türünden ifadeler çıkmakta, bir şahıs serbest kaldığında veya tahliye edildiğinde ise “Vay efendim nasıl serbest kalır, tahliye olur, bu ülkede adalet yok, tüm suçlular serbest” gibi söylemler ortaya sürülüyor. Esasen her iki bakış açısı ve her iki söylem de yanlıştır. Bir kere tutuklama hal ve sebepleri 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunumuzun 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir” yanıtını verdi.
CMK Madde 100’ün ilk maddesi ”Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.”
Av. Kurt konunun devamında ise:
“Görüleceği üzere tutuklama hal ve sebepleri kanunda sınırlı sayıda düzenlenmiş olup bu nedenler azaltılıp çoğaltılamaz. Her davanın her dosyanın nevi şahsına münhasır delil durumu olup bu durumları ve dosya muhteviyatını bilmeden ahkam kesmek ve yorumda bulunmak sağlıklı sonuçlar doğurmaz. Yani birilerinin dediği gibi ’Suçlu kişilerin karakolun veya adliyenin bir kapısından girip diğer kapısından çıktığı’ veya “suçsuz kişilerin sorgusuz sualsiz tutuklandığı” iddiaları doğru değildir. Her dava ve dosyanın somut içeriğine bakmak lazımdır. Yine de yargılamada asıl olan tutuksuz yargılama olmalıdır. Kanunda sayılan hallerin varlığı halinde tutuklama kararı verilmelidir. Çünkü tutuklama bir ceza değil bir koruma tedbiridir.” (Aynı soruyu sorduğum hukukçu Yasin Şamlı da tutuklamanın bir ceza değil bir koruma tedbiri olduğunu belirtti.)
Yargılamalardaki “uzun süreler”i de konuştuk Rahmi bey ile;
Cevabında; gerçekten de yargılamalardaki süreler ve bir türlü bitmek bilmeyen davalar yargının sinir bozucu ve tahammül sınırlarını zorlayıcı en temel unsurdur. En basit bir davanın bile yıllar sürdüğü bir sistemde davanın sonunda elde edilebilecek müspet bir karar dahi tarafları tatmin etmeye yetmeyebilmektedir. Çok bilinen ve durumu en iyi özetleyen cümle de şudur: “Geciken adalet adalet değildir!” Gerçekten de bazen on yıllara varabilen davalar neticesinde elde edilebilecek olumlu kararların bile bir anlamı kalmayabiliyor. Günümüze bakacak olursak davaların (hukuk veya ceza davası fark etmeksizin) yerel mahkemelerdeki yargılaması ortalama 2-3 sene, İstinaf Mahkemesi olarak adlandırılan Bölge Adliye Mahkemeleri’ndeki süreci ve yargılaması ortalama 1-2 sene sürmektedir. Hele yüksek mahkeme olarak adlandırılan Yargıtay ve Danıştay nezdindeki süreç ise tamamen akla ziyan niteliktedir. Yüksek mahkemelerdeki bu süreç ortalama 5 sene sürmektedir.
Aşağılık suçlara olan nefretimiz yerli yerinde dursun ama “neden?” sorusunun cevabını hukukçulara soralım.
Sorularıma verilen cevapları sizler ile paylaşmaya gelecek hafta da devam ederiz.