21'inci yüzyıl tehditlerin asimetrik tehditlere dönüştüğü, buna bağlı olarak savaşların yapılma şeklinin değiştiği, dış politika araçlarında da yaptırımların tercih edilmeye başlandığı bir yüzyıl olmuştur.

21’inci yüzyıl tehditlerin asimetrik tehditlere dönüştüğü, buna bağlı olarak savaşların yapılma şeklinin değiştiği, dış politika araçlarında da yaptırımların tercih edilmeye başlandığı bir yüzyıl olmuştur. Askeri güç kullanımının artan maliyeti ve askeri güç kullanımına göre daha kısa sürede sonuç vermesi yaptırımların tercih edilmesinde önemli rol oynamaktadır. Kore, Vietnam, Irak ve Afganistan’da yürütülen savaş/harekatın askeri kayıpların fazlalığı ve giderek artan savunma harcamalarına karşılık sonuç alınamaması, kamuoyunda sorgulamaların ve tepkilerin giderek artması askeri gücün kullanımı konusunda sorgulamaları arttırmıştır. Sert gücü ifade eden askeri güç ile sonuç alınamaması üzerine arayışlar yumuşak güç uygulamalarını karşımıza çıkarmıştır. Hasım devletin vatandaşlarını etki altında bırakmaya yönelik eylemler içeren yumuşak güçten de sosyal medyanın artan etkisi ile tam sonuç alınamaması yaptırımların gündeme alınmasına neden olmuştur.

Hedef devletlerin istenilen politikalara veya uluslararası kurallara uyumunu sağlamak maksadıyla, söz konusu devleti birtakım şeylerden mahrum bırakmak veya cezalandırmak şeklinde uygulanan yaptırımlar özellikle ABD’nin giderek azalan hegemonik güç kapasitesinin etkisini arttırabilmek için kullanmakta olduğu bir araç olarak görülmektedir. Yaptırımların günümüzde daha çok zorlayıcı diplomasinin bir parçası olarak uygulanıyor olması güç kullanımının hedeflenmediği sonucu çıkarılmamalıdır. Tam tersine yaptırımlardan sonuç alınamaması bir sonraki aşama olan güç kullanımına geçiş ve askeri güç kullanımını kolaylaştırıcı için bir süreç olarak görülmeye başlanılmıştır. Bu süreçte, yaptırıma maruz kalan devletin askeri güç kapasitesinin de olumsuz etkilenmesinin/azalmasının öngörülmesi, yapılacak olası bir müdahalenin süresi ve maliyetini azaltıcı bir etki sağlayabileceği uygulayan devlet tarafından dikkate alınmaktadır.

BAŞARI ORANI YÜZDE 34

204 yaptırım örneği üzerinde yapılan incelemeler yaptırımların başarı oranını yüzde 34 olarak göstermektedir. Başarı oranının hedeflerin makul ve sınırlı oluşu ile yüzde 50’lere kadar çıkabildiği de görülmektedir. Bazı durumlarda diğer dış politika araçlarının kullanılamadığı durumlarda “bir şey yapılmalı” düşüncesi ile uygulamaya sokulduğu durumlarda bulunmaktadır. Yaptırımların etki oranının düşük çıkmasında yaptırımların yeterli hazırlık yapılmadan uygulamaya sokulmasının önemli bir yer tuttuğunu araştırma sonuçları göstermektedir.

Yaptırım ile ambargo birbirine karıştırılmaktadır. Siyasi ve ekonomik olarak genel kabul görmüş şekli ile 2’ye ayrılan yaptırımların en etkili şekli olarak görülen ekonomik yaptırımlar; bir veya birkaç devlet, uluslararası örgüt gibi uygulayıcı tarafından bir veya birden fazla hedefe (devlet, devletler, yönetim, grup, kişi, şirket) uygulanan finansal veya ticari baskı olarak tanımlanabilmektedir. Ticari araçları arasında ambargo ve boykot yer almaktadır.

Bir barış dönemi uygulaması olan yaptırımlar güçlü olanın güçsüz olana gösterdiği bir sopa görevini görmektedir. Ülkemizin yaptırımlar ile tanışması yeni değildir. 1964 yılında Kıbrıs’a müdahale söz konusu olduğunda, ABD’nin “1947 ABD-Türkiye arasında imzalanan askeri yardım anlaşması” gereği bu müdahale de ABD harp silah ve araçlarını kullanamazsınız çıkışı ile müdahaleyi durdurmamız, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası ise ambargo ile karşılaşmamız söz konusu olmuştur. Bunun dışında özellikle İç güvenlik harekatını engellemeye yönelik olarak başta Almanya olmak üzere çok sayıda terör örgütü destekçisi Avrupa Ülkelerinin kendilerinden temin edilen silahları kullanamazsınız çıkışları, günümüzde Kanada’nın Dağlık Karabağ’da Türkiye’nin ürettiği İnsansız Hava Araçlarının kullanılıyor olması nedeniyle, bu araçların üretimi için verdiği malzemenin Türkiye’ye gönderilmesini engellemeye gitmesi kadar geniş bir yelpazede ülkemiz zaman zaman yaptırımlarla karşılaşmaktadır.

YAPTIRIM KILICI

S-400 Yüksek İrtifa Hava Savunma Sistemini Rusya’dan tedarik etmemizi, 2 yıldan beri üzerimizde bir yaptırım kılıcı olarak sallayan ABD, bu kez bu konuda adım atmaya karar vermiş görünmektedir. Her ne kadar başka saiklerle Temsilciler Meclisi ve Senato’dan 2/3 çoğunlukla geçen 2021 yılı Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası’nı Trump’ın veto edeceğini belirtmesinin ülkemiz açısından fazla bir anlam ifade etmeyeceği düşünülmektedir. Veto etse bile yasanın aynı şekilde geçeceği öngörülmektedir. Konu, ABD menfaatleri değil. Türkiye düşmanlığıdır. Türkiye’nin S-400’ler için yaptığı atış testine tepki gösteren ABD, aynı tepkiyi NATO ülkesi olmasına rağmen ortak yaptığı tatbikatta Yunanistan’ın S-300’lerle atış yapmasına göstermemiştir. Amaç, Türkiye’nin son yıllarda ABD’de politikaları ile zaman zaman çelişen politikalar izlemesi ve güvenlik stratejisini aynı ABD’nin yaptığı gibi tehdit oluşturan unsurlara önleyici tepkide bulunmak ve menfaatlerine uyan her yerde bulunmak şeklinde uygulamasını kabul edememektedir. Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in deyimi ile yarım hegemonik güç haline gelen ABD artık sözünü dinletememektedir. Bu nedenle kendisinden ayrı yol izlemeye başlayan ve boyun eğmeyenlere zorlayıcı politika ve araçlarını uygulamaya artan ölçüde devam etmektedir. CAATSA adı verilen bu yaptırımların amacı da budur. Söz dinlemeyenleri dize getirmek. Ancak, artık bu tür politikalar hazırlıklı ve tecrübeli devletler için sonuç getirmediği gibi yaptırımlar zaman içinde bir fırsata dönüştürülebilmektedir. Bugün savunma sanayimizin ulaştığı seviyede, ABD’nin Kıbrıs Barış Harekatı nedeni ile uyguladığı ambargonun bir kaldıraç görevi gördüğü dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. 1947 yılına kadar gelişen savunma sanayimizi ABD’nin Marshall yardımı adı altında bir çırpıda yok etmemiz dönemin siyasetçilerinin büyük hatası olarak tarihe geçmiştir. Bu vesile ile Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş, Nuri Killigil başta olmak üzere savunma sanayimiz ve özellikle uçak üretimi için büyük çaba gösteren bu çok değerli isimleri saygı ve minnetle anıyorum.

MİLLİYETÇİLİĞİ GÜÇLENDİRİR

Yaptırımların uygulanan ülkelerde uygulayan ülkelere karşı milliyetçiliği güçlendirdiği, olumsuz bakışları ve tepkileri arttırdığı, aynı zamanda yaptırımların Kıbrıs Barış Harekatı sonrası olduğu gibi yeni yapılanmalara imkan sağlayarak bu süreçten devletlerin daha güçlenerek çıkmasına yol açabildiği görülmektedir. ABD, Türkiye’yi yanında görmek için çaba göstereceğine adeta arayı daha da açma için çaba göstermesini açıklamakta mantıklı bir düşünce aramamak gerekmektedir.

1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası konulan ambargo karşısında, üstelik harp silah ve araçları konusunda ABD’ye fazlası ile bağımlı olduğu bir süreçte, Türkiye’nin, 1969 yılında ABD ile imzaladığı “Savunma İşbirliği Anlaşması”ndan çekilerek ABD’nin ülkemizde ki üslerine el koyması, bağımsız bir ülke olmanın ve Türkiye’nin sıradan bir ülke olmadığının göstergesi olarak tarihte yerini almıştır. Türkiye’ye yönelik her türlü terör eyleminde bulunan ve 35 bine yakın can kaybından sorumlu olan terör örgütünden medet uman ABD’nin politikalarında bir değişim beklemek zaman kaybından başka bir anlam ifade etmemektedir.

Türkiye’nin, 2021 yılında ABD’nin yaptırımlar ile karşılaşacağını ve Biden yönetiminin de buna engel olmayacağı dikkate alınarak ve kapsamda bulunan 12 yaptırım ile de karşılaşabileceği düşünülerek planlamalar yapılmalı ve çözüm önerileri geliştirilmeye çalışılmalıdır. 2021 yılında bizi en çok meşgul edecek konular arasında ABD yaptırımları ve Biden’ın yönetime gelmesine kadar ertelenen AB yaptırımları öncelikle yer alacaktır. ABD’de her ne kadar homojen bir Türkiye karşıtlığından söz edilemeyecek olunsa bile Ermeni Soykırım Yasasının kabul edilmesi, F-35 ‘lerin proje ortağı olan ve parasını ödeyen Türkiye’ye verilmesinin önlenmesine yönelik olarak kabul edilen yasalar ne ilk ne de son olacaktır.

YENİ STRATEJİK ORTAKLIKLAR

2021 yılında Türkiye üzerinde ABD ve AB‘nin baskılarının devam edeceği öngörülmektedir. Biden’ın daha önceki ve seçim sırasındaki söylemleri Türkiye karşıtı bir politikayı önceliklendireceğini, ABD’nin yerine geçmeyi hedefleyen/düşündüğü (Rusya ve Çin gibi) ve yükselen güçlere (Türkiye gibi) engel olma girişimlerini artan ölçüde hızlandıracağı düşünülmektedir. Zaten Rusya ve Çin’i tehdit olarak güvenlik stratejisine yansıtmış durumdadır. Yeni güvenlik stratejisinde Türkiye’ye yer verilebileceği öngörülebilir. Mevcut stratejide üstü örtülü de olsa Türkiye’nin yer aldığı dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.

AB, Türkiye ile olan ilişkilerinin seyrine içindeki farklı görüşler nedeni ile karar verememektedir. Ancak, Biden’ın Trump’ın aksi yönde yani AB ile uyumlu bir politika izleyeceği beklentisi Türkiye karşıtı politikaların planlanması ve uygulanmasında müşterek hareket etme düşüncesini ön plana çıkarmaktadır. Bu durum, AB’ye ve özellikle Fransa’ya, Türkiye’nin veto etmesi nedeniyle AB kapsamında kullanamadığı NATO’ya tahsisli kuvvetlerini NATO’nun harekat alanını genişletme yönündeki çalışmalardan medet umarak kullanabileceği öngörüsünde bulunmasına neden olmaktadır. Doğu Akdeniz, Afrika Kuzeyi ve Sahel bölgesi, Ortadoğu, Kıbrıs, ABD ve AB’nin ortak politika izleyeceği alanlar olarak ön plana çıkmaktadır.

Türkiye’nin yapması gereken, bu tür yaptırımları fazla büyütmeden, ancak olası etkilerini bütün boyutları ile dikkate alarak ekonomisini güçlendirecek adımları hızla atması ve yeni stratejik ortaklıklar veya bölgesel iş birliklerini planlaması, özellikle Kıbrıs’ın tanınması konusunda hızlı adımlar atmasıdır. Elbette birlik ve beraberliğini sağlayarak. Türkiye’nin geçmiş Türk Devletlerine baktığımızda en zayıf anının birlik ve berberliğinin zayıfladığı anlar olduğu dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.