Geçen hafta Fatih'te, arka bir sokakta yürürken dört tekerli ve tahtadan, 'tabla' diye de nitelendirilen bir eskicinin arabasında gözüme ilişen bir şey çok ilgimi çekti ardından da yıllar öncesine ait tatlı bir zihinsel yolculuğu yapmama vesile oldu.
Geçen hafta Fatih'te, arka bir sokakta yürürken dört tekerli ve tahtadan, 'tabla' diye de nitelendirilen bir eskicinin arabasında gözüme ilişen bir şey çok ilgimi çekti ardından da yıllar öncesine ait tatlı bir zihinsel yolculuğu yapmama vesile oldu. İlgimi çeken şey ise eskicinin tablasında eski birkaç halı üstünde bir 'Kırkyama' görmemdi. Hemen eskiciye Kırkyama'yı işaret ederek onun ne olduğunu bilip bilmediğini ve nereden, nasıl birinden aldığını sordum. O da; 'Balat'ta bir yaşlı bir teyze verdi' dedi. Neden ilgilendiğimi sordu, ardından onun da bilmediği 'Kırkyama'nın hikayesini bildiğim kadarıyla anlattım. Sonra, 'abi artık bunu ben kaldığım yere sererim çok emek verilen bir şeymiş' dedi ve ayrıldık.
Hemen 'yama' işi geldi aklıma... Her sene evde mevsimlik kıyafetlerimin yerlerini değiştirirken (malum dört mevsim ayrı kıyafet konsepti var) bazı kıyafetlerimi elden geçirirken görür zaman zaman üzülürdüm. Çünkü bazıları bir şekilde hasar görmüş olurdu. Ya ütü marifetiyle, ya tatillerde veya bazı çıkmayan türden kimi lekelerin bulaşmış olduğunu görürdüm. Veyahut diz kapakları, dirsek yerleri sürtünmeden dolayı yıpranmış, oraların rengi atmış, olurdu. Bazıları da eskimiş. Aslında hemen hemen her sene, her evde bu tür kıyafet, ayakkabı vesaire temizliği, tasnif işi en az bir-kaç kez olur. Belki bu tür haller ile sizler de karşılaşıyorsunuzdur. Haliyle bende de olur. Yukarıda saydığım nahoş hallerden birinin benim kimi kıyafetlerimin başına geldiğine şahit olunca içim cızz eder ve aklımdan, 'keşke bir yama yapan olsa da, şunları giyemesem bile yama yaptırıp, dolabımda saklasam' diye geçer. İki-üç parça kıyafetim için böyle iç çektiğim durumlar da olmuştur. Özel günlerde, temsillerde, özel yerlerde, günlerde size eşlik etmiş kıyafetlerdir belki de onlar. Ayakkabılar veya. Hediye edenin hatırı, anısı veya satın alırken okkalı bir ücret ödemiş olmakta bu 'iç çekme' gerekçelerindendir...
Hasıla mevsimlik o tasnif vakti çok sevdiğiniz kimi giysiler; gömlek, ceket ve pantolonlar sorgulanmaya başlar, ev ahalisi ya da bizzat kendimiz tarafından. Öyle ya, başka bir mevsim gelmiştir ona göre de kullanılmak üzere kimi kılık, kıyafet, ayakkabı dolaplarındaki yerini alacaktır...
Üzülür yani insan öyle hallerde... Hele de yırtılmışsa. Tek çözüm 'yama' yapmaktır. O da günümüzde mümkün mü, pek değil tabii ki. O kıyafet artık her ne ise evde bir bez parçası ya da paspasa dönüşür. Artık 'geçmiş ola' denilecek bir vakit dilimidir. İstisnai bir çaba ile bir yolunu bulup, 'yama' yaptırsanız bile onunla gezmeniz epeyce abes kaçar ayrıca.
Neden abes kaçar, bu kısmı biraz açayım. Efendim; 'yama' yapacak birini bulsanız da o yırtık üzerine 'yama' yapmak için göz ardı edilmemesi gereken çok ince detaylar vardır. Mesela; yama yapılacak yerde sırıtmayacak birebir olmasa da neredeyse aynı tür, aynı renk tonuna yakın bir kumaşla 'yama' yapmak ve hatta orda sırıtmayacak renkte bir dikiş ipliğini de o yama esnasında kullanmanız gerekir. Ayrıca eklediğiniz parça oraya cuk diye oturmalı davul derisi gibi gergin olmalı, öyle buruşuk kırışık yaparsanız da olmaz. Orada bir estetik, bir kombinasyon işi var, zor bir iş, zor...
O yüzden 'yama' deyip geçmemek gerekiyor... Annem anlatırdı, bir vakitler bu 'yama' işini doğru, düzgün yapamayan bir genç kız evde kalırmış! O derece ehemmiyetli...
Kıyafet kumaşlarının çok pahalı olduğu, alınıp, satıldığı yıllar oldu geçmişte. Ve hatta ölçülen, biçilen, dikilen kıyafet sonrası artan kumaş parçalarının dahi israf edilmediği, saklandığı, 'yama' veya 'kırkyama' yapılması için saklanıp, kullanıldığı yıllar. Şimdiki gibi envai çeşit, her bütçeye hitap edecek tarzda hazır giyim, konfeksiyon işi yoktu. Terziye diktireceğiniz kıyafetin ölçüsünü vermek için günler öncesi terziden randevu almanız gerekirdi. O da paranız pulunuz varsa. O vakitler senede bir takım elbise diktirenlerde şanslı sayılırdı. O da bayramlarda, seyranlarda ha. Ucundan da olsa, bahsettiğim o dönemlere yetiştim ben.
Bir defasında ortaokul yıllarımda 20 gün önceden gidip terziye ölçü vermiştim. Bayram öncesi yetişmemiş, alamamıştım bile. Bayramın ikinci günü gidip ancak teslim almıştım. Bu saydığım işler sadece erkekler için yapılan işlerde değildi. Evinde, komşusunda dikiş dikebilen hanımlarda metre metre kumaşlar alırlar, giysilerini diker ya da diktirirlerdi. Evlerde küçük dikiş makineleri en kıymetli demirbaşlardan biriydi. Bizim evde de dikiş makinesi vardı. Makinenin üzerinde de siyah renk üzerine işlenmiş altın rengi motifler vardı. Markası da 'Zetina' idi, iyi hatırlıyorum...
Bahsi geçen o kumaşlar o vakitler çok pahalı olurdu. En makbul hediye türlerinden biriydi o elbiselik kıyafet kumaşları. Gurbette olanlar bayramda, seyranda, anneye, bacıya ya da evin gelinine elbiselik kumaş alır, evlerine öyle gelirlerdi. Hatta bayram içinde erkek kardeşinizin nişanlısı, gelin adayınızı ve ailesini görmeye gittiğinizde de bazen en gözde hediyelerden biri olan o tür kumaşlardan özenle seçer alır, götürürdünüz. Adettendi...
Anneanne yanında, bir köyde ilkokula gittiğim kısa bir dönem olmuştu. Oradayken okul zamanı dışında dağa taşa gider, inek, keçi de güderdim. Haliyle de çalıya, çırpıya, ev civarındaki ağıla takılırdı bazı giysilerim. Çocuk denecek yaştasınız, haylazlıkta oluyor haliyle okulda, orada, burada, çekiştirmeler de. Yani bir-iki defa yamalı pantolon ve şalvar giydiğimi de hatırlıyorum o ilkokul yıllarımda. Kıyafet üstünde olan bir yamaya birşey denmese de birden fazla yama üstünüzde, başınızda görüldüğü vakit başka bir anlam kazanırdı o iş. Başka bir algı oluşurdu. O kişi çok fakirdir izlenimi örneğin... Şalvarında, pantolonunda iki veya üç yaması olan kişileri nadiren de olsa ben de görürdüm...
Bir de evin genç kızı ya da üniversitede okuyan oğlu var ise fedakarlık yapılır, ne pahasına olursa olsun, anneler, babalar onlara yamalı giysileri mümkün mertebe giydirmezlerdi. Bu fakir olunsa da bir onur meselesi idi. Çünkü ailelerin vitrini idi gençler. Dışarıya karşı alıcı, pırıl pırıl görünmeliydiler. Gençtiler. Bir de annelik, babalık içgüdüsü, aile olma duygusallığı. Kendilerini ise o kadar önemsemezlerdi...
Dediğim gibi; tek yama olunca, o vakitler bu tür haller çok ayıp olmazdı. Sağda-solda tek tük başkalarını da görürdük üstelik. Ama yırtık gezmek tabii ki ayıp karşılanırdı. Şimdi en fakir köyde bile o 'yama' işinin kaldığını sanmıyorum. Belki istisnaları vardır. Nedenini hepimiz biliriz, artık konfeksiyon işi var. Her yerde hazır kumaşlardan yapılmış envai çeşit elbiseler, gömlekler, takım elbiseler, pantolonlar, şalvarlar var. Üstelik bütçelerinize de uygun. İşin özü günümüzde artık yırtık gezmek değil, yamalı gezmek dahi ayıplanır hale geldi. O yüzden diyemesem de, iç çeksem de dolabımda anıları için saklayabilirim, o kadarı ayıp değil.
Düşünün yanınızda, yörenizde yamalı halde gezen, dolaşan biri olsa, o haline açıkça ayıp demeseniz de kesinlikle nahoş karşılar 'bu devirde bu ne iş kardeşim; etrafta bir sürü gıcır gıcır kumaşlardan yapılmış, kaliteli, bütçenize de uygun o kadar kılık-kıyafet çeşidi varken neden öyle bir mahcubiyeti yaşıyor, yazık yahu!' diye içinizden geçer değil mi? Sonuçta insan ilişkileri de kişilerin hal, hareket, davranışlarına ve hatta bazen dış görünüşlerine göre bile şekillenir, yol alır bu realiteyi hepimiz az-çok biliriz. Görünüş derken kıyafetinden dolayı kimseyi hor görme işi değil bunun adı da yanlış anlaşılmasın. İnsanın önemli bir aparatı dış görünüşü de.
O halde, sevdiğimiz kimi kıyafetlerin düştüğü o tür nahoş hallere üzülsek de (kıymetine binaen bir yolunu bulup istisnai bir şekilde yama bile yaptırmış olsak bile) yeri artık kesinlikle üstümüz, başımız olamaz. Kendimize güldüremeyiz değil mi? Haa yama imkanı da hiç yoksa, o zaman olduğu gibi yırtık haliyle kimselere göstermeden kıyıda,köşede bir yerlerde muhafaza edilir veya tercihe göre paspas yapılır. Başka mantıklı bir çözüm yolu var mı? Veya, bir eskiciye vermekten başka!
Hasıla bu haftaki konumuz; bir eskici de gözüme ilişen 'kırkyama' üzerinden nostaljik bir, 'yama' yolculuğuna dönüştü. 'Kırkyama' yapmak, yama yapmaktan en az kırk kat daha zor bu arada! Sağlıcakla kalın...