Ülkem dert içinde, her gün yeni bir derde uyanan ülke olur mu?

Dünya karmakarışık.

Ülkem dert içinde, her gün yeni bir derde uyanan ülke olur mu?

Olur işte.

Akşam ana haberleri dinle anlarsın, gece masa tartışmalarını izle anlarsın.

Herkesin ağzından köpük çıkıyor.

Aslında ne kadar yorgun olduğumuzun farkında mısınız?

Ben farkındayım.

Ve çok yorgunum.

Hayatı, kendimi de bu denli anlamsız, böyle boşlukta hiç hissetmemiştim.

Adsız sokak gibi.

Adsız çocuk gibi.

İşte yazımın başlığındaki weltschmerz, "DÜNYA HALİNDEN DUYULAN ACI" demekmiş.

İçinde bulunduğunuz durumun adını böylelikle bulmuş oldum.

Ben dünya halinden çok acı duyuyorum.

Ben ülkemin halinden feci halde acı duyuyorum.

Hani karnında hep hafif bir ağrı olur ya, aynen öyle bir şey.

Dünyanın gidişatına duyulan bir sızı var.

Ülkemin gidişatına, insanların gidişatına duyulan sızı var, bunlar üst üste gelince.

Sonuç.

İnsan cehennemi.

İnsanız işte, endişelerimiz var, kaygılarımız, umutsuzluğumuz var

Yani sözün özü duygularımız var.

Hayat devam ediyor kelimesi ile geçiştiremeyiz ki

Sadece kaşıkladığın çorbayı düşünemezsin ki.

Bazen aynı anda hem mutlu hem mutsuz olurduk böyle geçişler yakalardık.

Nasıl olurdu.

Güçlüydük ve düşüncelerin içinden doğruyu bulup çabucak geçerdik.

Şimdi geçemiyoruz.

Mesela.

Çok hayal kurardık.

Şimdi, insanlar gelecek endişesi taşıdığı zaman nasıl hayal kuracaklar ki.

Her günün sabahına kötü bir haber ile uyandığı zaman insanların hayalleri olamaz ki.

Ne geçmişteki duygular, ne şimdiki ana ait duygular, ne geleceğe ait duygular darmadağın oldu.

Güzel şeyler düşünemez olduk.

Güzel hayaller kuramazsınız olduk.

Öylesine bir karmaşa var ki, ben bazen kendimi yere yapışmış hissediyorum.

Bir bakıyorum ki kendimi yerden kazıyarak çıkarıyorum.

Hani hamur tahtasından hamuru toparlayarak kazırlar ya, tıpkı öyle.

Yer çekimine bile inanmaz oldum.

Yürümek insana bir sonrası olduğu duygusunu verirdi.

O da kalmadı.

Hep bir eksik var.

Hep içimde bir atlama var.

Bir şey var ama, ne gibi.

Ya insanlar.

Bir boşlukları var ve onu doldurma çabası içindeler.

Bencillik hat safhada.

Ego dersen gökyüzünde.

Kimse karşımdaki ne anlatıyor diye dinlemiyor, herkes kendini anlatıyor.

Bir türlü olmayan kendini, tutunduğu çocuklarını anlatıyor

Kendi çocukları dışında dünyada başka çocuklar yokmuş gibi, o psikolojide kendi boşluğunu doldurmaya çalışıyor.

AH zavallı insanlar.

İşte bu karambolde, herkes karşısındaki insanın canını sıkıyor.

Hiç nedensiz, durup dururken laf sokup kaçıyor.

Anladık senin de boşluğun var, orayı başkalarını acıtarak dolduramazsın ki.

Hayat nedir ve nasıl oldu.

Kimse kimsenin hatırını sormaz oldu.

Herkes story’de birini gözetliyor oldu, yani bundan ibaret oldu.

Benim.

Dünya.

Ülke.

Ve insanlar adına tek satır hayalim kalmamıştır.

Her hayalin meyali olurdu.

Hayal meyal derdik.

Ne hayal.

Ne meyal.

Funda'nın aklındakiler…

... Sahnede bir şarkıcı dekolte giyindi.

Normal vatandaştan daha çok, sahnede şarkı söyleyen diğer şarkıcılar onu yerden yere vurup eleştirmeye başladı.

Yok böyle olmaz ki.

Sahnede bu giyilmez ki.

Yok kızıma ne diyeceğim.

Yani kızına, diğer şarkıcı arkadaşının neden don giydiğini nasıl anlatacak dertleri oldu.

O, küçücük kızlar sizin ne telefon konuşmalarınıza nelere şahit oluyordur.

O küçücük kızlar sizin ne kavgalarınıza, ne dedikodularınıza şahit oluyorlardır.

Onlar her şeyi bilir.

Emin olun kızınıza, en kolay, başka şarkıcının sahnede neden don giydiğini anlatırsınız.

Neden kızınız ya da oğlunuz.

Anne sen neden evli değilsin, bana arkadaşlarım okulda annen neden evli değil diye soruyorlar.

Beraber mi yaşıyorlar diye soruyorlar.

Bak bu ülkede herkes evleniyor, karı koca oluyor.

Öyle ya! Beğen ya da beğenme.

Öyle ya! İnan ya da inanma.

Bu ülkede evlilik müessesi var.

Şarkıcı kadınlar valla siz boş verin.

İyi ki soyunan biri oldu, bak hepiniz sahnede sūtyenli ve hepinizin kasıkları ortada.

Ayar çekmeyelim.

Şükür diyelim.

Funda'nın aklındakiler…

... Televizyonda kadınlara alışveriş tüyoları veriyorum.

EH köşemde neden yazmayayım dedim.

Çarşamba günü yakın arkadaşım ile erkenden Fatih Camisine gittim.

Çarşamba günleri Fatih Çarşamba pazarı var.

O kocaman görkemli şahane caminin, tüm kapıları Çarşamba pazarına çıkıyor.

Çok büyük bir pazar anlayacağınız.

Yok yok.

Çok metreden bir pazar.

Yani hayatımda gördüğüm en ilginç pazar.

Kumaş satan sokaklar var, sanki kumaştan dağlar var, inanılmaz, seçmekte zorlanacağınız çeşitlilik var.

Dikiş diken biri iseniz, kumaştan anlayan biri iseniz, işte kumaş dağları orada sizi bekliyor.

10 TL, 20 TL kumaş parçaları var.

Perde ihtiyacınız var ise hiç düşünmeyin.

Hazır dikilmiş 2.40 metre eninde 2 parçaları tül 200 TL alabilirsiniz.

2 parça dikilmiş, kumaşı çok güzel perdeyi 200 TL’ye aldım.

Rengi lacivert, kumaşı çok güzel.

Bodrum'a çok uygun olur diye düşündüm.

Mutfak eşyaları var, tencereler, tabaklar, fincanlar var.

Ve fiyatlar çok uygun.

İstanbul' da oturanlar mutlaka gidin, görün ve değerlendirin.

Ekonomi böyle iken, her şeyi düşünmek zorundayız.

Beni de Bengi götürmüştü ilk defa.

Teşekkür ederim ona.