İnsan bir toplum içinde eyleyen bir varlıktır.
İnsan, onu tanımlanabilir bir varlık kılan tüm özsel niteliklerle birlikte eyleyen bir varlıktır. Eylem, insanla ilişkisi bakımından, basit mekanik bir hareket değildir. Aksine, iradi bir varlığın kendini görünür kılma aracıdır. Arendt’in deyişiyle, “eylem, insan toplumu dışında tahayyülü bile mümkün olmayan yegâne insani etkinliktir.” İnsan hareketleri ile değil, eylemleri ile görünür. İnsan iradi olmayan hareketlere göre değil politik ve ahlaki sonuçları olan eylemlerine göre değerlendirmelere tabi tutulur. Bu nedenle, nefesini, varlığını ensemizde hissetmediğimiz bir insana ya da hayvana korku haline bağlı olarak verdiğimiz tepkiler iradi hareketlerin tabi tutulduğu değerlendirme ölçütlerine bağlanamaz.
İnsan bir toplum içinde eyleyen bir varlıktır. Ötekilerle ilişkiden bağımsız insani bir hareket olasıdır ancak eylem olanaksızdır. Bu nedenle, her insani eylem ilişkiseldir. İnsanların birbirleriyle ilişkilerini belirleyen şey tek tek insanların birbirlerine yönelik hareketleri değildir. İlişkiselliğin koşulu onların birbirlerine yönelik eylemleridir. Bu, tanımlanabilir olma bakımından, insan insan ilişkisini hayvan hayvan ilişkisinden ayıran en temel özelliktir. Hayvanlar hareket eder. İnsanlar ya birlikte ya da birbirlerine karşı eylerler.
Eylemler farklı motivasyonlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Doğrudan içsel ve iradi olarak ortaya çıkabilecekleri gibi bu içsel iradeyi tetikleyecek dışsal bir etkiden de kaynaklanabilirler. Her iki durumda da ilişkisellik ön koşuldur. İlişkisellik kendini özel alan ve kamusal alan olarak iki biçimde açar. İnsan, bu iki alandaki eylemleri ile görünür olur.
İnsani eylemlerin görünürlüğü özel ve kamusal alanın değer yargılarına bağlı olarak anlam kazanır. Bu iki alan dışında gerçekleşenler basit mekanik hareketlerdir. Onların anlamı bu mekanizmanın dışına taşamaz. Taşma eylemle ilgilidir. Bu nedenle de burada bir hesap sorma ve hesaba çekilme hali söz konusudur. Daha açık deyişle, insani eylemler politik ve ahlaki bakımdan değer yüklüdür.
Eylemlerin değer yüklü olmaları onların taşıyıcılarına hem ahlaki hem de hukuki bir sorumluluk yükler. Bu sorumluluk ahlaki ve politik alanda açığa çıkar. Sorumluluğun eyleme içkin olması ahlaki ve politik olanın ilişkiselliğini de ortaya çıkarır. Bu nedenle, ahlaki bir değerlendirme, aynı zamanda, politik bir değerlendirme, politik bir değerlendirme ise ahlaki bir değerlendirmedir. Bu ikisinin bir arada olmadığı bir değerlendirme ölçütü olanaklı değildir. Burası özel ve kamusal alan arasındaki sınırların da belirsizleştiği noktadır.
Özel ve kamusal alan arasındaki sınırların belirsizliği eylemin değerini ortaya çıkaracak ahlaki ve politik ölçütlerin nesnelliği konusunda bir kuşku ortaya çıkarır. Bu kuşku iki türlü giderilebilir. Ortak bir etik ilke ve ayrıcalıksız bir hukuk sistemi. Etik ilke ahlaki eylemin, hukuk kuralları ise politik eylemin sınırlarını çizer. İlkenin ve kuralın doğru ya da yanlış olma durumları ortak bir kabulün sonucu olarak ortaya çıktıklarından öznel değerlendirmelere bağlı değildir. İlke ilke olarak, kural kural olarak uygulanır.
İlke ve kural, hiç kuşkusuz, zaman zaman çatışabilir. Ancak bu çatışma onların uygulanmamaları için bir gerekçe olamaz. İlkenin ve kuralın taşıdığı değerin sorumluluğu ilke ve kuraldan bağımsız bireysel, öznel tercihlere ve vicdan muhakemesine indirgenemez. Daha açık ifade edilecek olursa, öznel değerlendirmelerin görüngüsü olan vicdan etik ilkenin uzantısı olarak düşünülemez.
Vicdan kavramı içeriksizdir. İçine ne koyarsanız alır. Vicdan, ilke ve kural birlikteliğinden doğan ilişkiselliğin uzantısı olarak görülemez. Bu nedenle, ilke ile çatıştığı düşünülen bir eylem vicdansızlık olarak değerlendirilemez. İlke ve kural arasındaki ilişkisellik mutlak olsa da vicdansızlık politik olana ve dolayısıyla hukuk’a bağlanamaz. Hukukla ilişkisi bakımından değerlendirilmesi gereken bir eylemin sonuçlarının neden olduğu olumsuzluklar vicdani duygulanımlara indirgenemez. Bu nedenle, vicdan hukukun dışıdır.