Bir haftayı daha Ukrayna krizini tartışarak geçirdik. Haksız sayılmayız zira mesele sıcaklığını aynen koruyor.
Bir haftayı daha Ukrayna krizini tartışarak geçirdik. Haksız sayılmayız zira mesele sıcaklığını aynen koruyor. Rusya’nın Batı’ya yazdığı mektuplara NATO ve ABD’den yazılı cevap geldi ve içeriği gizli kalacak denilen bu mektupları El Pais kamuoyu ile paylaştı. Muhtemelen konunun muhatapları bu mektupların basına bir şekilde sızacağını da tahmin ederek görüşlerini yansıttılar. Kremlin’in de aksini düşündüğünü zannetmiyoruz. Zaten mektuplarda da yeni bir şey yoktu. NATO’nun mektubu daha sert bir duruşu yansıtırken ABD, Rusya’nın talepleri açısından önemsiz bazı konularda Moskova ile konuşabileceğini belirten ama Kremlin’in Avrupa güvenliğini yeniden yapılandırmak konusunda temel isteklerini reddeden bir mektup kaleme aldı. Washington ve Brüksel’in bu “kötü polis, daha kötü polis” pozisyonunu da birbirinden habersiz kotardıklarını düşünmek saf dillilik olur. Mektupların üzerine Kremlin önce bazı AGİT/NATO üyelerine yolladığı ve AGİT çerçevesinde güvenliğin bölünmezliğine (bir ülkenin güvenliği başka bir ülkenin güvenliği aleyhine güçlendirilmez mealindeki yoruma) atıf yaptığı mektuplara cevap alacak. Sonra bu cevapları değerlendirip NATO ve ABD’ye cevabi bir mektup kaleme alınacak.
Bitmeyen mektuplaşma
Daha önce de belirtmiştik bu mektup diplomasisinin iki amacı var. İlki güvenliğin bölünmez bütünlüğüne atıfta bulunarak aslında “biz saldırgan değiliz, karşı taraf saldırgan” demek. Bu özellikle taraflar geri adım atmadığı bugün meşrulaştırma için gerekli. İkincisi krizi, makul bir tırmanma seviyesinde mümkün olduğunca uzatmak. Böylece ABD ve NATO safları sıklaştırmak, müttefikleri bu hikâyenin kötü çocuğu Rusya tezine inandırmak için zaman kazanıyorlar. Ukrayna sınırına yığılı 100.000’den fazla asker elbette fazlasıyla rahatsız edici ve Washington’un her gün Moskova’dan bir saldırı bekliyoruz yollu açıklamalarını güçlendiriyor. ABD’nin esas ikna etmesi gereken adresler Paris ve Berlin de kendi politikalarını tutarlı bir zemine oturtmakta iş uzadıkça zorlanacaklardır. Dolayısıyla Washington için Ukrayna’yı tuzağın ortasında bir but gibi Rusya’nın önüne atıp Minsk Anlaşmaları temelli olası bir yatışmanın önüne geçmenin şimdilik getirisi çok.
Rusya ise oyununu baştan itibaren “korku” temelli kurdu ve kısa dönemde bu korku üzerinden Avrupa güvenlik mimarisine yönelik talepler dillendirebilecek güçte olduğunu da Batı’ya gösterdi. Moskova ayrıca Avrupalılara enerji yönetimi konusunda Brüksel’in onca cici raporuna rağmen Rusya’nın politikalarından etkileneceklerini, sırf Ukrayna için bu tür bir bedele de ABD yüzünden katlandıklarını gösteriyor. Ancak iş uzadıkça Rusya tarafından korkutulmakla ABD tarafından korkutulmak arasında kalan Avrupa Yeni bir Soğuk Savaş’a girme konusundaki çekincelerini bir tarafa bırakabilir. Ki bu konuda şaşırtıcı biçimde hevesli olan Avrupalı aktörlerin de olduğunu görüyoruz. Zaten tam da bu nedenle gelinen noktada aklı selim bize meselenin Ukrayna meselesi olmadığını, Rusya-ABD restleşmesi olduğunu söylüyor.
Kim daha dayanıklı?
Bu çıkarsamaya uygun olarak ABD/NATO ve Rusya arasındaki oyun geçtiğimiz haftadan itibaren bir tür geri çekilmeme ve korku-gerilim noktasında dayanıklılığını gösterme oyununa dönüştü. Şimdilik Batı’nın tahmini Rusya’nın uzun süre dayanamayacağı. Rus ekonomisinin kırılganlıkları ve Ukrayna sınırına yığılan askerlerin maliyeti Kremlin için büyük bir yük. Doğu Ukrayna’nın vekalet savaşına dönmemesi için atılan her adım ek bir ekonomik ve askeri maliyet. Nitekim basına Afrika’dan Ukrayna sınırına gönderilmek zorunda kalan Wagner güçleriyle ilgili haberler yansıdı. Fakat şu da unutulmamalı, son on yılda Batı Rusya’nın dayanamayacağı yönünde girdiği tüm bahisleri de kaybetti. Bu noktada Rusya’nın dayanıklılığının Washington ve Brüksel’de her zaman doğru hesaplanamadığını itiraf etmemiz gerek. Zaten geçtiğimiz haftanın gelişmeleri, iki tarafın birbirlerinin dayanaklıklarıyla ilgili yaptıkları hesapların ne kadar çetrefil hale gelebileceğini gösterdi.
Rusya’nın dayanıklılığının nereye kadar olabileceği konuşulurken ABD’yi zorlayan etmen de göz ardı edilmemeli. Ne Obama ne Trump ne de Biden yönetimi Rusya’yı bir öncelik meselesi haline getirmek istediler. Bu saydığımız başkanlar ABD için, Amerikan ekonomisinin güçlenmesi ve Asya’da Çin’in dengelenmesi gibi açık ve ya kapalı öncelikler belirlediler. Bu doğrultuda kendilerine verilen tavsiye de Rusya ve Çin’in yakınlaşmasını önlemek için iki büyük gücün aynı anda iki cephede ABD’nin karşısına alınmamasıydı. Biden yönetiminin-tavsiyelerin aksine başardığı tam anlamıyla bu. Nitekim, Çin’de düzenlenen Kış Olimpiyatları bahanesiyle buluşan Putin ve Şinping’in görüşmesi Rusya’nın dayanıklılığına, Çin’in ABD’ye karşı yumuşak denge arayışına bir katkı olarak yorumlandı.
Rusya-Çin ortak deklarasyonu
4 Şubat tarihli Rusya ve Çin Ortak Deklarasyonu’nda aslında çok heyecanlanacak yeni bir şey yok. Pekin ve Moskova 2000’lerin başından itibaren beraber altını çizdikleri hususların (iç işlerine karışılmaması, demokrasinin bir emperyalizm aracı olarak kullanılmaması, BM’in daimî iki üyesi olarak beraber çalışacakları, küresel kalkınma için iki aktörün işbirliğinin önemi, Avrasya Ekonomik Birliği’ne ve Şanghay İşbirliği Örgütüne verdikleri destek vb) yeniden altını çiziyorlar. Deklarasyonda beklendiği üzere bol bol Batı’nın özelde de ABD’nin Asya ve Avrupa politikalarının eleştirisi var. INF sonrası Asya’da ve Avrupa’da orta menzilli füzelerin yaygınlaşması riski ve AUKUS’un önünü açtığı nükleer denizaltılar meselesi üzerinden ABD’nin kendisini ve müttefiklerini silahlandırdığı eleştirisi ve iki ülke arasında işbirliği için “yasak bir alanın” olmadığını belirten müphem paragraf elbette Rusya’nın Ukrayna üzerinden Avrupa’da yarattığı korkuyu güçlendiriyor. Üstelik bunu Ukrayna ile ilgili tek kelime söylemeden başarıyor. Böylece Moskova “dayanamaz, yakında geri adım atar” beklentisine kapılanlara bir mesaj veriyor. Bu arada Kremlin Çin’in enerji açlığını da okşuyor; ABD’nin Asya piyasalarına gidecek LNG’yi Avrupa pazarına döndürmeye çalıştığı ya da bu bahaneyi Avrupalıları yatıştırmak, Kafkasya-Körfez-Doğu Akdeniz ekseninde eski müttefiklerini ABD çevresinde toplamak için kullandığı günlerde Çin ile 30 yıllık yeni bir gaz anlaşması yapıyor. Unutulmamalı enerji yoksa yükselen Çin de yok.
Pekin, Moskova’nın açtığı kapının ne anlama geldiğini, Kış Olimpiyatları için Rusya ve 5 Orta Asya devletinin başkanının Çin’de ağırlanmasının gelecekteki enerji ticareti için ne ifade ettiğini iyice anlamış olmalı ki ortak deklarasyonda Rusya’nın özellikle hoşuna gidecek iki paragrafı onaylamış. Bu paragraflara göre Çin, Rusya’nın kullandığı güvenliğin bölünmezliği söylemini benimsiyor. Güvenliğin bölünmezliğinden kastedilenin ABD ve Batı sisteminin genişlemesinin ve Rusya ile Çin’i sınırlamasın reddi olduğu açık. Zaten başka bir paragraf Çin’in Rusya’nın Avrupa güvenlik mimarisinde talep ettiği yeni güvenceleri haklı bulduğunu ve NATO’nun genişlemesini reddettiğini belirtiyor. Şimdilik Çin ve Rusya ABD’yi yumuşak bir şekilde de olsa iki cephede koordinasyonlu olarak zorlayabileceklerini Dünya kamuoyu ile açık bir şekilde paylaşıyorlar.
Geri adım yok ama…
Tüm bunların manası Rusya-Batı/ABD çekişmesinde tarafların dayanıklılık oyunu sürdürecekleri ve geri adım atmayacaklarıdır. Bu Ukrayna-Rusya krizinde yatışmayı da engelliyor. Ukrayna aslında durumun ciddiyetinin farkında görünüyor. Bu nedenle Sayın Zelensky geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanımız ile yaptığı görüşmede Türkiye’nin diplomatik çözüm çabalarına neredeyse açık çek sayılabilecek bir destek verdi. Bu netice önemlidir, çünkü Türkiye böylece Rusya’yı Ukrayna-Rusya krizinde bazı yatıştırıcı adımlar atmaya ve bölge istikrarını -ki bu istikrarın bozulması Rusya’ya büyük bir maliyet çıkartabilir- öncelemeye ikna etmeye biraz daha yakın hale geldi. Rusya bu topu nasıl karşılayacak, izleyip göreceğiz.