Uzatılmış Bayram Tatili'nde çifte bayram yaşadık bu sene. Hem Ramazan Bayramını hem de Fransa'yı mağlup ederek grup lideri olduğumuz futbol bayramını birlikte idrak ettik.
Fransa galibiyetimizle ilgili “kızgın güneşin altında söylenmedik söz kalmadı” desek yeridir. Hatta herkes o kadar çok konuştu ki; galibiyetin esas sahipleri olan Şenol Hoca ve Milli Futbolcularımızın söyledikleri arada kaynadı gitti. Bu 90 dakikalık, her dakikası derslerle dolu karşılaşmadan çıkarmamız gereken asıl dersi inşallah ıskalamayız. Yerli oyuncu, yabancı oyuncu yoktur; yetenekli oyucu vardır. Türk Futbolu’ndaki esas mesele yabancı oyuncu adedi değil Türk Çocuklarını iyi eğitecek ve gelişim sağlayabilecek eğitmen-öğretmen-hoca yetmezliğidir. Bu memleketin topraklarından yetenekli birçok oyuncu yetişmekte fakat gelişim gösterecekleri öz kaynak düzeni olmadığı için (Altınordu vb. nadir örnekler istisna) ve sporcu eğitim sistemi yetersizliği sebebiyle ziyan olup gitmekteler. (Bkz. Melih Demiral, bkz. Zeki Çelik)
Fransa maçında elde edilen galibiyetin anlamının daha da pekişmesi için İzlanda ile bu gece oynayacağımız grubumuzun dördüncü maçı bir puan-üç puandan öte bir önem kazandı. İzlanda seyahatimiz sırasında Rejkyavik Havaalanı’nda yaşanılanlar maçın önüne geçmiş ve batı medeniyetinin bize nasıl baktığına dair gerçek yüzünün ve bilinçaltındaki ön kabulünün tezahürü açısından ibretlik bir vak’a olarak kayıtlara geçmiştir.
2020 Elemeleri için kuralar çekildiği günlerde netleşen maç takviminde bizim 11 Haziran’da İzlanda ile deplasmanda oynayacağımız belli olmasına rağmen Türk Milli Takımının ve refakatindeki destek hizmetlerde görevli personelin havaalanında gereksiz yere saatlerce bekletilmesinin ve tüm bavul ve malzemelerinin uyuşturucu bulmak üzere eğitilmiş K-9 köpekleriyle didik didik aranmasının hiçbir izahı yoktur.
Bunun yanında en üzücü olanı ise onca kötü muameleye maruz bırakıldıktan sonra sinirleri alt-üst olan futbolcularımızı provoke etmek için gazeteci kılığında bir şaklabanın ses kayıt cihazı/mikrofon yerine tuvalet fırçası ile basın açıklamasına katılması oldu. Emre BELÖZOĞLU’nun hedef seçildiği besbelli bu mizansen karşısında bile istedikleri gerginliği elde edemedi olayın fâili İzlandalılar.
Bu türden çifte standarda dayalı birçok olay hatırlarız yıllardır. Bir ara Fransa hemen hemen bütün takımlarımıza böyle “bayağı” davranırdı. Nice kulüp takımımız saatlerce süründürülmüştür havaalanlarında, gümrük kapılarında Fransa’ya girebilmek için. Dönem dönem İskandinav ülkelerinde, daha eskilerde de Doğu Blok’u ülkelerinde yaşanırdı bu nevi nâhoş karşılamalar. Havaalanı sistematiğini bilenler, bu zorlaştırılmış protokol uygulamalarının kendiliğinden olmadığını da bilirler. İşgüzar bir-iki gümrükçünün işi değildir bu kısıtlamalar. Havaalanı Mülki İdare Amiri’nin yani Devlet temsilcisinin bilgi ve onayı olmadan bu uygulamalar yürütülemez. Bu durumlarda yapılacak en iyi şey; konudan Dışişleri Bakanlığı’nı haberdar etmek ve diplomatik girişimlerin netice vermesini beklemek olmaktadır.
Bu yaşananların elbette bir de rövanşı olacaktır. Uluslararası Diplomatik Teamüller gereği Kasım Ayı’nda İzlanda Milli Takımı Ülkemize geldiğinde bu yaşananlar misliyle iade edilecektir. Bazı romantik arkadaşlarımızın dediği gibi ”onlara iyi muamele edip utanmalarını sağlamak” tezi burada geçerli olmamalıdır. Klozet fırçasına kadar ince bir şekilde düşünülmüş rafine bir rövanş bundan sonraki yıllarda böyle kötü muamele ile karşılaşınca vereceğimiz tepkinin bir örneği olarak “ibretlik” olmalıdır.
Belki de bizim şer sandığımızdan hayır tecelli etmiştir, bilinmez. Fransa maçı sonrası rehavetten korkarken bu yaşananlar konsantrasyon seviyemizi yükseltmiş bile olabilir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. Tevfizname’de o kadar güzel ifade etmiş ki; sık sık hatırlamadan edemiyoruz:
“Hakk şerleri hayr eyler, Zannetme ki gayr eyler, Görelim Mevlâ N’eyler? –N’eylerse güzel eyler.”
Hepimize güzel bir hafta diliyoruz.