Zamanla sadece sanatçıların el attığı tasarımlar değil, efsane moda tasarımcılarının ikonik parçaları da sanat eseri değeri görmeye başladı.

Zamanla sadece sanatçıların el attığı tasarımlar değil, efsane moda tasarımcılarının ikonik parçaları da sanat eseri değeri görmeye başladı. Aklımda yer eden önemli bir tanımlama.. Ders kitaplarına geçen, tezlere konu olan bir diğer tanımlama ise; “İngiliz moda konseyi, moda editörleri, uzmanlar ve moda yazarlarına göre, (kreasyonlarını toptancı anlaşmalarıyla perakendecilere ulaştıran moda tasarımcıları ve yabancı pazarlarla doğrudan bir bağlantısı olmayan tasarımcılar hariç) uluslar arası moda tasarım perakendecilerinin, özellikleri şunlardır:

Moda endüstrisinde uluslararası bir profile sahip olmak ve bunu uluslar arası moda merkezlerinden (Tokyo, Paris, New York, Milano...vb) birinde yılda iki defa gerçekleşen moda defileleriyle kanıtlamış olmak, Moda tasarımı işinde en azından iki yıldır olmak, Kendi markalı ürünlerini pazarlıyor olmak, Ürünlerin ya tasarımcının kendi markasını ya da ilgili başka bir markayı taşıyan noktalardan ya da / ve iki ya da daha fazla ülkede değişik noktalardan perakende satışının yapılıyor olması.”

Türkiye’nin tüm bu standartlara uyan bir moda markası var: Dice Kayek..

Dice Kayek ‘in kurucusu olan Bursalı iki kız kardeş arasındaki işbölümünde Ayşe Ege pazarlamayı, Eee Ege ise tasarımı üstlenir.. Ece Ege’nin tasarımcı olmasını etkileyen ve ondaki yeteneği ilk olarak sezip onu yönlendiren babasıdır.. Ortaokul dönüşü Bursa Kapalıçarşıdaki, babasının antika bürosunda, her gün kendisine babası tarafından verilen konular doğrultusunda resimler çizer.. Babası ondan bir gün manavdaki bir domates tezgâhını çizmesini, başka bir gün ise bir trafik kazasını hayal edip resmetmesini ister.. Ece çizimleri bitirip götürdüğünde, hep bir ‘aferin’ bekler ama bir türlü alamaz.. Babası çizimini hep eleştirir, kompozisyonun nerde havada kaldığını ve nasıl olması gerektiğini anlatır..

Annelerinin ise her giydiğini kendisine yakıştıran çok zevkli bir kadın olması ve iki kız kardeşin bu şık anneyi izleyerek büyümesi onlarda moda ve estetik kavramlarının gelişmesine neden olur. Ece Ege, Bursa Maarif Koleji’ni bitirir.. Los Angeles’teki ünlü mücevher tasarımcılarının yetiştirildiği bir okula gidip, bu konuda eğitim görmek iste fakat babasının Amerika’ya küçük kızını yalnız başına göndermek istememesi üzerine yeğeninin okumakta olduğu Paris’e gelir.. Burada ünlü modacıların yetiştiği, Avrupa’nın en ünlü moda okullarından Esmode’a yazılarak moda dünyasına adımını atar.. Bu sırada Ayşe Ege, Boğaziçi Üniversitesi’nde eğitimini sürdürmektedir. İki kardeş 1991 senesine kadar birbirinden ayrı şehirlerde, farklı şekillerde yaşar.

Yönetici Ayşe ve yaratıcı Ece Ege kardeşler, resmi olarak 1992 yılında Paris’te kurdukları DİCE KAYEK moda evi ile marka olma serüvenlerine başlar.. Gömlek ağırlıklı koleksiyonlarını son anda katılarak sundukları Paris’teki ünlü Prêt-ê-porter Fuarı, kariyerlerindeki dönüm noktası olur. Fuara hiç duyulmamış bir marka olarak katılmalarına rağmen romantik ve özgün bir koleksiyon sunmaları sayesinde standlarının ünü fısıltı şeklinde yayılır. Koleksiyon farklılığıyla dünyanın en büyük mağaza zincirinden alıcıları kendine çeker. Bu fuardaki başarılarının ve yarattıkları etkinin doğrultusunda koleksiyonlarını genişletme kararı alırlar. Defilelere katılmaya başlayınca gerçek bir marka olma yoluna girerler. Sonra bu serüven yön değiştirir ve lüks bir markaya dönüşür. Adını kimsenin bilmediği gömleklerin yaratıcıları, kısa sürede en ünlü yıldızların kıyafetlerini tasarlayan kişiler haline gelir. Ece Ege 2003 yılında Fransa’da başarılı kadınlara verilen Altın Kadın ödülünü moda dalında alarak bu başarıyı tesciller.. (*)

Sonrası malum..

Dice Kayek 2013’te, dünyanın en önemli tasarım müzesi addedilen “Victoria&Albert Müzesi” tarafından düzenlenen, güncel sanat ve tasarımı ödüllendiren Jameel Prize’ı kazanan ilk modaevi..

Üniversite yıllarımda ve sonrasında da özellikle Paris’te, çok sık görüştüğümüz yakın arkadaşlarım Ece ve Ayşe Ege kardeşler Rûberû‘nun konukları..

Victoria and Albert Museum Jameel Prize’ı kazandığınız Istanbul Contrast koleksiyonu.. Anlatabilir misiniz? Nasıldı?

Ayasofya, cami mimarisi-kubbe ve bir de kaftan. Üç tasarım da kısa listeye kaldı ve sonra birinci oldu. Ateist de olabilirsin, İslamdan esinlenerek işler yapmak için ne olduğun önemli değil. Ödülü kazandıktan sonra esas bizim için dönüm noktası oldu. Tarihi kültürü de göstermeye başladık koleksiyonlarda. Yani evet bir evrim oldu bizim markamız için. Bence ödül almaktan da önemlisi V&A Museum gibi koca bir müzenin senin eserini satın alması. Evet çok büyük bir kıyafet arşivleri var, kendi ülkeleri olduğu için kraliçelerin mücevherleri, taçları, kıyafetleri, gelinlikleri... Bizim ülkemizi, şehrimizi temsil eden eserimizde müzenin arşivine girdi onun için çok gururluyuz. Kadın olarak dezavantajlısın hayatta ama bizi uçuran bu ödül oldu, çok anlamlı.

Bir Türk olarak 25 senedir Fransa’da olmak.. Nasıl? Zorlandığınız zamanlar oldu mu?

Bence hem kadın olarak hem Türk olarak biz avantajını yaşadık bunun dezavantajını değil. Çünkü insanlar daha çok ilgileniyor. Siz Müslüman kadınları en iyi temsil eden konumda oluyorsunuz. Şu an bir İslamafobi yaşıyor Avrupa ve bunun en fazla yaşandığı yerlerden biri de Fransa. Son derece tatsız olaylar oldu vs... Şimdi burada hem kadın, hem Müslüman, hem de modern ve başarılı işler yapanlar olarak tabi ki takdir ediliyor. Dolayısıyla bunu söylüyorlar, siz hem ülkenizin hem Müslüman topluluğunun en iyi örneğisiniz diyorlar. Bir çok gazeteci bunu bana söyledi. Bence başarılı olan insanlara kendi kültürünü ve artı değerlerini gösterebiliyorsan her zaman saygı görürsün. Böyle olduğu zaman seni seviyor, içine alıyor. Onlara, ülkelerine, kültürlerine, orada yaşayan herkese artı değer getirdiğini düşünüyorlar. Kendi kültürünü sentezleyip koyuyorsun. Biz çifte vatandaşız biz Fransız vatandaşı olduğumuzda ıslak imzalı bir yazı gönderdiler. Sizin bizim kültürümüze katkınız olacak, artı değer yaratacaksınız tadında... Yani standart bir mektup değil. Bence bu çok güzel birşey. Çok az bir ülkede böyle bir yaklaşım var. Destekleyen bir yapı... O zaman genç modacılara da tavsiye ediyorsunuz böyle bir yolu. Bir tek moda değil, her alanda başarılı olanları Fransa destekleyen bir ülke. Ama sen topluma artı bir katkıda bulunmuyorsan, buna saygı duymuyorlar.

Nasıl yetiştiniz? Ailenizden bahsedebilir misiniz?

Anne ve babamızın çok kıymetli duruşları var. Babam 4 dil biliyor. İsviçre’de okumuş. Avrupa’yı annem ve babamın çizdiği dünyadan biliyordum. Çok seneler önce bir Japon bana bunu demişti “İyi ve önemli bir aileden geliyor olmalısınız” Belki bu biraz elitist birşey ama böyle bir tasarımın yetiştirilişi...

Bir de sizin dikiş kaliteniz ve kumaş kaliteniz hayatımda gördüğüm en kalitelisi, yani daha ötesi yok. Gerçekten eline aldığın zaman tok, diri, dikişler, kalıp jilet gibidir. Kendini belli eden bir stili vardır. Anne babanız nasıldı?

Annem inanılmaz elegant bir insandı. Güzel, şık... Babam da çok şıktır. Antikacılık yapmış, hobileri var...

Aslında Bursa’nın yarısının sahibi denir babanız için?

Eski varlıklı ve köklü bir aile. Üstüne hayattan keyif alan hayattaki birikimlerini çocuklarıyla paylaşan bir adam. O nesil bitti çok üzülüyorum artık böyle insanlar ne yetişiyor ne bir şey yapıyor. Çok başka insanlar onlar. Yurtdışında okudular, yurtdışında imkanlar verildi ve üstelik onların dönemde...

Sen de İsviçre’de okudun sonra Paris’e geçtin?

Büyük fedakarlıklarla çok çalıştık. Çalıştık değil, çok çalıştık. Hala da çalışıyoruz.

1990’ların başı beyaz gömlekle başlamıştınız. Bel model. Her şeyini kendin yapıyorsun zaten.

Yaratıcılık, tasarım ve ürüne dönüşen işler dünyanın en zor işleri. Bitmiyor devamlı kolleksiyon yapıyorsun ve üretimini yapıyorsun. Biri bitiyor öbürü başlıyor. Hayatın önündesin; hep 1 sene sonrakini bitirmiş oluyorsun. Bizim için 2018 yaz bitti örneğin.

FransA’da 25 yıl dedik.. Biraz güncel bir soru..

AB’ye bakış açınız nasıl? Şu anda gerek olmadığını düşündüğünüzü duymuştum?

Türkiye her zaman yüzü Avrupa’ya dönük bir ülke. Dolayısıyla, AB’ ye girmek için konmuş kriterlerle bence güzel yerlere geliniyor ama bana göre girmek şart değil. Tabi ki ekonomik olarak çok yararı var ama bence şart değil.

Peki bildiğim kadarıyla sizin Uzakdoğu ve Ortadoğu’da inanılmaz bir marketiniz var. Belki Türkiye’den bile daha çok tanınıyorsunuz. Bu bölgelerin ekonomisi nasıl?

Uzakdoğu yeniliklere açık bir toplum. Her zaman da öyle oldu çünkü bu Japonya ile başladı. Şimdi Çin de bunu devam ettiriyor. Artık markaları bırakıp güzel olana, yani kendi beğenisine yaklaşan koleksiyonlara gidiyorlar. Seçiciler, özgürler. Kalıplara tabi kalmamışlar. Avrupa belki kalıplara hapsolmuş diyebiliriz. Uzakdoğu modada daha belirleyici ve gerçekten seçici. Seçicilikte çok önemli bizim için.

Konu Çin’e gelince “İpek Yolu”nu sormadan olmaz.. Bu konunun gündeme gelmesi konusuna nasıl bakıyorsunuz?

Şöyle birşey var; bundan 10 sene sonra Çin dünyanın en büyük ekonomisi olacak. Daha kapitalist olacaklar. Şu anda bütün büyük markalar Çin’e yatırım yapıyor. Banka, para akışı hepsi oraya kayıyor. Bütün stratejilerini Çin’e göre yapıyorlar, bir tek moda markaları değil, her marka.