Derecelendirme kuruluşları, Türkiye'ye yönelik not artırımının arkasından ne getirecekler? Meçhul, çünkü bu derecelendirme kuruluşları finansal terörün legal ayaklarıdır.
Derecelendirme kuruluşları, Türkiye’ye yönelik not artırımının arkasından ne getirecekler? Meçhul, çünkü bu derecelendirme kuruluşları finansal terörün legal ayaklarıdır.
- Mevcut hükümet, 2002’den bu yana CV’lere bakıyorum ben, genel müdüründen milletvekiline, müsteşarından en alttaki adamına kadar. Eskiden çocuk doktorunun ulaştırma bakanı olduğu dönemleri biliyorum, iktisatçıdan sağlık bakanı. Ama şimdi bakıyorsunuz tarım bakanı adam üniversitede okurken gece bekçisi olarak çalışmış. Özellikle icracı bakanlıklar tamamen uzmanların elinde. Dolayısıyla bu insanların konuşuyor olması daha doğru değil mi?
Bugün siz şunu beklerseniz sadece; bakan konuşsun gerisi önemli değil; o dönem bitti. Eleştiri ve bilgi teknolojilerinin Türkiye’yi getirdiği noktadaki açıklığa alışık olacağız. Yani benden başka kimse konuşmasın, o dönem bitti. Bu demokrasiye alışmalıyız. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin ürettiği
sosyalite ve bu sosyalitenin ortaya çıkardığı politizasyona açık olmalıyız. Eleştiriye tahammüllü olacaksın. Aslında geçmiştede böyleydi bu ama haberimiz olmuyordu. Bir mahallede toplanıp sonra aynı şeyi başka mahallede de konuşuyorlardı. Bugün haberdarız. Bundan daha güzel birşey var mı? Önemli olan bunu yönetebilmek. Bugünkü siyasetin yapması gereken iş, yeni siyaset dilinin ve yönetme biçiminin bence en önemli noktası bu bilgiyi yönetebilmek. Yoksa sadece başbakan, bakan konuşsun mümkün değil. Ancak bunu aşağıdan piramit modeliyle yukarıya çıkan bilgiyi optimize edilebilirseniz bu mümkün olur, optimize edemezseniz bu mümkün değil. Açık bir dünyaya geldik, açık dünyaya bizi getiren gerekçe ne, bir kabloyla dünya değişti. Bunun doğal sonuçları var. Aslında gelinen bu nokta milletin gücüdür. Sen piramitin temel noktasında, piramitin altındaki bilgiyi kendin için riyakatle, adalete dayalı bir yönetme dinamiğine dönüştürme kabiliyeti ortaya koymazsan; sen sokağa kabahat bulma.
Sokak konuşacak. Gazeteci konuşacak. Biz ne istiyoruz, şimdi soğuk savaş dönemini konuşmak. Ben mi belirleyeceğim adamın konuşmasını. Ölçü şu; iftira, hakaret, yalan... Üçü olmadıktan sonra...
- 18 Temmuz 2017 Milli Eğitim Bakanı çok güzel bir basın toplantısı yaptı müfredatı anlattı. Maalesef o gün doğal afet yaşandı İstanbul’da ve o basın toplantısı gümbürtüye gitti. Ertesi gün gazetelerde, medyada İstanbul’daki sel konuşuldu. Toplantı konuşulmadı. Bana göre Türkiye’nin en önemli konularından bir tanesi. Dolayısıyla bir evvelki gün manşetle çıktık yeni müfredat diye ama o manşeti hazırlarken geriye dönüp şöyle bir baktık, bakan dışında herkesin kelamı ortalara çıkmış. Fakat müfredatı anlayan da yok, okuyan da yok.
Kitap okumayı seviyor muyuz? Kitap okumayı sevmediğimiz yerde doğal olarak bakanın söylediği cümle üzerinden söylediğini çıkarma, oturup ne anlattı, müfredat neyi içeriyor bunu konuşmuyoruz ki. Onun için Türkiye’de bana göre yapılması gereken işler: 1 gazete kağıdındaki KDV’yi düşürmeliyiz, 2 kitaptaki KDV’yi düşürmeliyiz. Eğer bu ülkede bir kitap en fazla 10 bin satılıyorsa 80 milyonda, kusura bakma..Ben de kitaba çok harcıyorum, yani 15 ciltlik kütüphanem var ama sokaktaki gelir dilimine baktığımda ve o kitapların üzerindeki etiket fiyatlarıyla, kusura bakma yani.
- Sivil toplumu çok önemsediğinizi biliyoruz. Türkiye’deki sivil toplumu yeterli buluyor musunuz? Özellikle odalar ve borsalar son zamanda çok tartışılıyor. Sivil toplumun temsilcisi mi bu kuruluşlar size göre?
Bence değil. Odalar ve Borsalar Birliği önce kendi içinde bir demokratik işleve kavuşmalı. Ben Sanayi Odasında meclis üyeliği yaptım. Oda seçimleri süreçlerinde şöyle bir kenara çekilip baktığımda koca koca isimlerin kendilerini seçtirmek için hangi yöntemleri kullandığını görünce, dedim ki bu odaların Türkiye’de siyaset ve ilgili söylediklerini bir kez daha gözden geçirmeleri gerekiyor. Galiba bizim en büyük şanssızlığımız, biz de demokrasi yukarıdan aşağıya geldi. Batıda demokrasi aşağıdan yukarıya kadar çıktı. Şimdi demokrasi talebi aşağıdan yukarıya da çıkıyor ama demokrasi kavramını yeni baştan düşünmemiz gereken süreçteyiz. Eğer demokrasi bilindik anlamda halkın iradesiyse Mısır’da Mursi niye devrildi? Demokrasi halkın iradesiyse Türkiye’de 15 Temmuz niye planlandı? Nasıl bir demokrasi? Ve bu nasıl bir demokrasi sorusunun içerisinde sivil toplum örgütleri ne ifade ediyor? Odalar ve Borsalar Birliği
bu işin bir parçası. Ama sivil toplum bilinci önce sivil toplum örgütlerinde güçlü bir şekilde inşa olmalı. Sivil toplum örgütü diye ifade ettiğimiz bazı STK’lar seçimlerde sahip oldukları gücü meclis üyeliği, ilçe yönetim kurulu üyeliği, milletvekili adaylığı perspektifinde.. Oysa sivil toplum sorumluluk demektir. Mahalleden başlar. Bizim bugün yeni demokrasi tanımında ve işleyişinde mahalleden Cumhurbaşkanlığı’na gidecek yeni bir modele ihtiyacımız var. Her zaman açık açık eleştiriyorum. Ben bir mahallede ev alıyorsam o mahallenin trafiğine, çevresine bakarak ev alıyorum. O mahalledeki imar planı değişikliğinde benim rızam olması lazım. Akşam yatıyorum, sabah kalkıyorum 20 katlı binayı görüyorum evimin yanında. Benim rızam, onayım yok. Halk olarak hani nerede demokrasi? Sen seçtin yerel seçimlerde, belediye meclisi karar verdi. Peki benim seçtiklerim bana sordu mu? Mahalleye gelip “Ey mahalleli, burada 20 katlı bir plan değişikliği var; bu plan değişikliğine siz razı mısınız?” diye sordu mu? Yok. Şimdi demokrasi, üzgünüm gücün yönetiminde bir aracı rolünü üstleniyor.
Önemli olan gücün nasıl yönetildiğidir. Bugün Türkiye’nin 16 Nisan referandumuyla bütün hayatımızı yeni baştan tanzim edecek sistemin kurumsallaşma sürecinde demokrasinin işleyişinde yeni bir perspektif edinmeliyiz. Bunun da yöntemi mahalleden Cumhurbaşkanlığı’na çıkacak halkın doğrudan yönetime katılacağı bir model aramak. İlçe belediye meclislerinde seçilen muhtarlar, ilçe belediye meclislerinde oy kullanabilmeli. Mahalleler bir belediye kimliği ile muhtarlar resmi memur statüsüden öte, seçildikten sonra mahallenin belediye başkanı kimliği edinmeli. Mahallenin muhtar heyetleri dediğimiz, bana göre belediye meclisleri ilk kademe yönetim yeri olmalı. Nüfusuna göre. Şimdi bir mahalleye belediye karar alıyor, mahallenin muhtarının haberi yok. Başkanlık sistemi Türkiye’nin demokrasi mantalitesini, işleyen demokrasi aklını, kurumsallaşma perspektifini yeni baştan gözden geçirmemiz için bir fırsattır. Sivil toplum örgütleri, Türkiye ve dünyayla ilgili sorumlulukların adresi olmalı. Soruyorum size kaç tane yayını olan sivil toplum örgütü var? Kaç tane Türkiye’nin meseleleri ile ilgili yayınlanmış raporları var? Kaç tane sivil toplum örgütü çevreye, ekonomiye, siyasete, toplumsal olaylara duyarlı? O nedenle Türkiye’de, geçmişte biz tecrübeliyiz, vakıflar üzerinden yapıyordu.Yani kuşların bile hayatını esas alan bir sivil toplum anlayışı vardı. Dolayısıyla bu bizde daha sonra sivil toplum kimliğiyle karşımıza çıktı. Aldığımız mesafe geriye dönüp baktığımızda kötü değil ama galiba henüz yolun başındayız.
- Sıra dışı gelişmeler bizi bekliyor, demiştiniz geçtiğimiz günlerde. Nedir bu sıra dışı gelişmeler? Gelecek günler neler bekliyor?
Bu sohbet aslında sıra dışı gelişmelerin tamamı. Türkiye’deki önümüzdeki 5 yıl, önümüzdeki 1 yıl çok çetin geçecek. Ve Türkiye 1991 1.Körfez Harekatıyla aslında şapkasını önüne koydu. Türkiye stratejik müttefikiyle ilk defa bugün açıktan kafa kafaya geldi. Sabahleyin bir ses kaydı geldi önüme, şunu söylüyor. Bir ülkedeki FETÖ okullarının önüne Amerikan bayrağı çekildi. Yeter mi sıra dışı gelişmelere? FETÖ üzerinden stratejik müttefikimizle kafa kafayız. PKK üzerinden kafa kafayayız ve bu stratejik müttefikimiz kuralsız bir mücadele yöntemini seçiyor.Ve ülkemiz bu anlamda her türlü tehlikeye açık. Bu ülkede, bir ülkenin büyükelçisi kaç yüzyıl sonra öldürüldü. Aramızda ne kadar Karlov suikastçisi gibi suikastçinin dolaştığını bilmiyoruz. Türkiye’yi destabil hale getirmenin ne demek olduğunu biz ilk kez yaşamıyoruz ki. 90’lı yıllar faili meçhullerle dolu yıllardır. Faili meçhuller gladyonun operasyonlarının yıllarıdır. Bilim adamlarının suikastlerini üstlenenlerin arkasındaki gücün kim olduğu, yani biz Madımak’ı yaşadık, Başbağlar’ı yaşadık. Şimdi bu sessizlik sıra dışı bir sessizlik. Dolayısıyla FETÖ terör örgütünün arkasındaki aklın son 70 yıllık tarihimizdeki hangi operasyonları yönettiğine bakacaksınız ve bu operasyonların sonucunda nereye gitmiş iş? Bundan dolayı sıra dışı gelişmelere Türkiye her zaman her an açık; her anlamda.
- Yeni kalkışmalar olabileceğini ifade etmiştiniz geçenlerde.
Bu tip 15 Temmuz-vari kalkışma ihtimali uzak ama 15 Temmuz’un arkasındaki aklın en son kalkışmaları değil ki. Karlov suikastini bekliyor muydunuz siz?Türkiye’nin ekonomisi, halkın bu derece direnç göstererek ekonominin stabilitesini yüksek tutması nedeniyle, hükümetin uygulamalarıyla, eğer bu direnç olmasaydı, finansal teröristlerin operasyonlarıyla ne yapılmak istendiğini bekliyor muyduk? Ama bir şeyden de huylanmıyor değilim. Derecelendirme kuruluşları, Türkiye’ye yönelik not artırımının arkasından ne getirecekler? Meçhul, çünkü bu derecelendirme kuruluşları finansal terörün legal ayaklarıdır. Bundan dolayı son derece dikkatli olmak mecburiyetindeyiz. Ortamdaki rahatlık çok kıymetli ama bu dikkatimizi dağıtma hakkı vermez bize.
- Almanya’da seçim tartışmaları ilk günden bu yana Türkiye ile başlayıp Türkiye ile bitti. Sizce nasıl okumak gerekir bu durumu?
Almanya, 15 Temmuz’un maliyetini üstlenen ülke. Büyük bir tuzağa itilmiştir. Türkiye gibi bir müttefikini kaybetmek için herşeyi yapmaktadır. Bu Almanya’nın
menfaatine değildir. Almanya’nın menfaati Türkiye ile yan yana durmaktır. 2. Dünya Savaşı’nın faturasını Almanya ödemiştir. Almanya’nın bir daha bir maliyet ödeme lüksü yok. Almanya bundan sonra maliyeti bölünerek öder. Almanya’yı şu anda bir arada tutan tek güç paradır, finanstır. Dolayısıyla Almanya parayı kaybetmemek uğruna içine itildiği tuzağa evet demektedir. Ben çok eminim Almanya’daki Alman sağ duyusu bu gelişmelerden rahatsızdır ve Türkiye’yle kavga etmeyi istememektedir. Ama FETÖ’yü Almanya’ya teslim eden, sahiplendiren güç Almanya’yı büyük bir uçuruma itmiştir. Almanya hem iktisadi anlamda hem de askeri anlamda bir güç olma iddiasında. Bu iktisadi ve bu iddiasının önünde engel olarak da güneye doğru giderken Türkiye’yi gördüğü için Türkiye’ye
karşı saldırgan bir politika izliyor. Tabi burada bizim 4 milyona yakın vatandaşımız var. Onların varlığı çok önemli. Almanya 4 milyon vatandaşımızın varlığına
hiç saygı göstermiyor. Sürekli onların anavatanlarına hakaret...Ukrayna maçı öncesi fotoğrafı gördünüz. Kusura bakmayın ben o milli maça takımın çıkarılmasından yana değilim. Şahsi kanaatim beni bağlar. Benim ülkemin cumhurbaşkanına maçtan önce çıkacak hakaret edecek, hem de hakemlerin önünde, ben de futbol oynayacağım. Karar verici arkadaşlara saygım var ama bu bireysel kanaatim. O fotoğrafı gördükten sonra çekilecekti bence. Bana hakaret ediyor bu.
- Külünk soyismi siyasi tarihinizde önem taşıyor mu?
Dayım enteresan bir adam. İlkokul tahsili bile yoktu bildiğim kadarıyla ama köyden kente göç edip bu şehirde ayakta duran, beraberinde hep üstüne koyan siyasette ve çarıklı erkan siyaset tiplerini iyi oluşturan bir adamdır. Adamdır tek kelimeyle. Biz tabi siyasette hep ayrı yerlerde olduk. O Adalet Partisi’nde, biz
Milli Selamet Partisi’nde. Ama 12 Eylül’de benim üzerimde çok hakkı var; takibata uğradığım süreçlerde, polisin bizi alıp sorguladığı süreçlerde. Dayının ve ailenin ne kadar bir değer olduğunu ben orada anladım. Bizi hiç yalnız bırakmadı; hep yanımızda durdu dayı olarak. Onun için benim için özel bir adamdır. O hadise çok enteresan. Müthiş pratik bir zekası vardır. Menderes tutuklanınca Yassıada’da…Yani ne yapalım da dikkat çekelim diyor. Psikolojik harp yani. Tabii dayım boş adam da değildir, onu biliyorum. Yani konuşmadığı tarafları da vardır. Diyorlar ki Karaköy, o dönem istihbaratın en çok kol gezdiği, gidelim kahvede oturalım, planımızı açıklayalım, sesli konuşalım. Gidiyorlar işte Saruhan amca var ve bir arkadaş grubu. Dayım da diyorki, “Menderes’i kaçırmamız lazım” diyor Yassıada’dan.. “Nasıl kaçıracağız? Sarayburnu’ndan tünel kazacağız” diyor. Etraf hep sarılı olduğu için pat bunları..
Ertesi gün manşet tabii. “Menderesi kaçırma planı.” Akla bak mantığa bak, Sarayburnu’ndan tünel kazacaksınız, Yassıada’dan Menderes’i alıp çıkaracaksınız.Ordaki zekaya bakın siyasi zeka, operasyonel zeka ve psikolojik harp nasıl yapılır. Dayım öyle bir adamdı. Güzel bir adamdı. Dayımın benimle ilgili de bir anısı vardır. Yıl 83 ya da 82. Çok önemli bir davadan dolayı aranıyorum. Cezaevinden yeni çıkmışım, çok kritik bir dava. Hiç alakam yok. Tabii başımızı yaslayacak tek adam o. Bizi yetiştiren ağabeylerimizin bir kısmı şu cümleleri söylemiş bizim için. Polis sorgusuna girip çıktığımızda çok ileri gitmişti zaten ama dayım asla öyle bir kelime kullanmadığı gibi hep bizim yanımızda durdu. Dayım tabii beni teslim ediyor, sonra “Nasıl teslim ettim yeğenimi kendi ellerimle?” diye ızdırap duyuyor. Söylemek istemediğim birşey yapıyor. Orada gördüm ki dünyanın Türk devlet geleneğinde dünyanın en güçlü örgütü aynı.
Demir parmakların arkasında hep annemi gördüm. Annem benim işkence gördüğüm odaya geldi ve bana çamaşırlarımı teslim etti. Bilmiyor tabii bana orada işkence yapıldığını. Bu ancak aile. İşte Batı bunu bildiği için bu kavramı yok etmek istiyor. Direnmeliyiz. Biz Batı’yı fiziken kovduk ama Batı kültürel olarak içeri girdi ve asıl değerler sistemine karşı saldırdı..