Belgesele göre 2006 yılında 27 milyon olan bilet satışı 2015 yılında 60 milyonu aştı.
İnternette bir belgesele rastladım. Adı “Kapalı gişe” Adından da anlaşılacağı gibi sinema ile ilgili. Üstelik Türk sinemasıyla. Şimdi anlatacaklarım bu belgeselden alıntı. Ve inanın benim tüylerim diken diken oldu. Şimdi okursanız, sizin de olacak.
Belgeselin ana başlığı “Türkiye sinemasında dağıtım krizi.” Belgesele göre 2006 yılında 27 milyon olan bilet satışı 2015 yılında 60 milyonu aştı. Türkiye, Rusya’nın ardından Avrupa’da en hızlı büyüyen ikinci ülke konumunda. Yerli filmlerin yüzde 50 pazar payını geçtiği başka bir Avrupa ülkesi yok. Bu oran tutuculuklarıyla ünlü Fransa’da bile yüzde 33. AB ortalaması ise yüzde 16.
2005’te 29 olan Türk filmi sayısı 10 yıl sonra 136’ya ulaşmış. Belgeselciler çok da çarpıcı bir rakam vermişler. 2015’in Aralık ayında Türkiye’de bulunan 2300 sinema salonundan bin 700’ünde sadece iki film gösterilmiş. Aynı hafta Venedik’ten jüri özel ödülü ile dönen “Abluka” 25 salon bulabilmiş. Altın Portakal sahibi “Sarmaşık” ise sadece 16 salona sığışmış.
Yani Türkiye’deki salonların yüzde 60’ında sadece bir film gösterilmiş. Düğün Dernek 2.
Belgeselciler bu durumun nedenlerini de sıralamış. Buna göre Türkiye’de üç büyük film dağıtımcısı sektörün yüzde 70’ine hakim durumda. Bu firmalar hangi filmin kaç kopya ile nerelerde gösterileceğine karar veriyor. Yani aslında Türk sinemasının kaderini belirliyor, izleyicileri adeta yönlendiriyor. Bu üç büyüklerin birincisi ise pazar payının yüzde 30’una sahip olan Mars Grup.
Bu durum aslında Türk sinemasını sakat bırakıyor. Örneğin 2014 yılında en çok gişe yapan ilk beş film bütün yılın hasılatının yarısını almış. Diğer yarısı ise, kalan 103 yerli film arasında pay edilmiş. Amerika’da ise bu oran yüzde 15.
Türkiye’de tek bir şirket sinema seyircisinin yarısından fazlasını ele geçirmiş durumda. Mars Grup yüzde 52’lik pazar payıyla adeta tekel. Bunun rekabeti önleyici bir durum olduğu da çok açık. Mars Grup o kadar belirleyici ki, rakamlara göre bu grup 677 sinema salonuna sahipken, kendisinden sonra gelen 9 şirketin toplam sinema sayısı 756.
Belgeselde daha bir çok çarpıcı röportajlar ve rakamlar veriliyor. Benim yazdıklarım sadece başlıklar.
Belli ki, “İzleyici bunu istiyor. Ne yapalım” sözünün ardına sığınılarak koca bir ülkenin sinema sektörü şekillendiriliyor. Küçük yapımcılar, genç oyuncular ve yönetmenler adeta cezalandırılıyor. Kültür Bakanlığı bu tür yapımları desteklemeye çalışıyor ancak yeterli olmadığı ortada.
Hal böyle olunca, ortalık bir sürü sıkıntıya düşmüş yapımcı ile doluyor. Yapımcılar küsüyor, oyuncular ve set işçileri paralarını alamıyor.
Yapılabilecek en iyi şey, artık tekel haline gelmiş bu dağıtım şirketlerinin kota ile düzenlenmesi. Kaldı ki böylesi bir piyasa hakimiyetinin rekabet düzenlemelerine aykırı olduğu da açık.
Bu durumun, Türkiye’nin kültür hayatı için son derece sakıncalı olduğu çok belli. Böylesi bir tekelleşme, hem kültür hayatımızı şekillendiriyor, hem de sosyal yapımızı. Büyük dağıtımcılar adeta Türk sineması üzerinde bir vesayet kurmuş durumda. Süratle bu vesayetin dağıtılması gerekiyor.
KA.AN DEAŞ MİLİTANLARI NASIL ENGELLENİR?
Artık iyice belli oldu. Bu vahşi herifler için yolun sonu göründü. Her cephede kaybediyorlar. Irak ve Suriye’de otorite boşluğundan faydalanıp, dehşet saçarak kurdukları düzen artık bozuluyor.
Geçtiğimiz yıl ellerinde olan toprağın dörtte birini kaybetmişler. Ekonomik kaynakları kurumuş durumda. Petrol tesisleri yerle bir. Artık yabancı ülkelerden gelecek militanlar da kalmadı.
İlk kez karşılarında düzenli, disiplinli bir ordu, yani Türk ordusunu görünce yaptıkları hatayı anlamışlardır diye düşünüyorum.
Ellerindeki en büyük yerleşim birimi Musul’un muhtemelen bu yılın ilk yarısında tümüyle DEAŞ’tan temizleneceği düşünülüyor. Türkiye yukarıdan bastırıyor, diğerleri aşağıdan.
Yakın bir sürede Rakka’ya sıkışıp kaldıklarını göreceğiz anlaşılan. Bu noktada savaşın kazanılmasından çok DEAŞ’a katılan eli kanlı yabancı militanların geri dönüşünü düşünmemiz gerekiyor.
Yenilgiyi fark eden bu adamlar şüphesiz geldikleri yerlere dönmeye çalışacaklar. O yüzden sınır güvenliğimiz daha da önemli hale geliyor.
Bu adamlar, kentlerimizin kozmopolit yapısından faydalanarak içimize saklanmamalı. Reina katliamcısını unutmamalıyız.
Kesin yenilgi onları masum insanlara karşı eylemlere yöneltecek. Belli ki özellikle Türkiye için çalışılmış, incelenmiş hedefler var. Bu vahşileri ülkemize girmeden durdurmalıyız.
Aynı şey orijin ülkeler için de geçerli. Onlar da diken üzerinde ve tetikte durmalı.