Kelimenin patenti bendenize ait efendim. İsteyen güle güle kullanabilir kimseden telif isteyecek değilim.
Kelimenin patenti bendenize ait efendim. İsteyen güle güle kullanabilir kimseden telif isteyecek değilim. Transfer kelimesi ile Erasmus kelimesini kendi içinde birleştirince böyle yeni bir sözcüğümüz oldu.
Transfer zaten aşina olduğumuz bir kavram ve maşallah bizim ülkede yılın on iki ayı transfer konuşulup yazılmazsa ne yaparız bilmem. Erasmus ise genelde öğrencilerin ve Erasmus çağında öğrencisi olan velilerimizin bildiği bir konu. European Region Action Scheme for the Mobility of University Students/Üniversite Öğrencilerinin Hareketliliği için Avrupa Topluluğu Eylem Programı’nın ilk harfleri ile ifade edilen bir öğrenci değişim programı. Kısa süreliğine mesela 6 aylığına Türkiye’den Avrupa’ya eğitim, görgü ve bilgi artırma amaçlı gidiş-gelişleri anlıyoruz ERASMUS deyince.
Transferasmus deyince de en son ve bariz örneğini Ozan Tufan’da gördüğümüz, Avrupa’ya gitmesi ile geri gelmesi bir olan futbolcularımızın yaptıklarını ifade etmek istiyoruz bundan böyle. Ozan bu konuda yalnız da değil zaten. Bir şekilde yurt dışına transfer olan futbolcularımızın neredeyse % 60-70’i sezonu zar zor tamamlayıp bir şekilde kapağı Türkiye’ye atmaya çalışıyorlar uzun yıllardır. Erasmus öğrencileri bile daha uzun kalıyor gittiği ülkelerde bizim futbolcularımızdan.
Bunda kafaca hazır olmamaları kadar, burada alıştıkları rahat ve “kebab” futbol ortamının gittikleri Avrupa ülkesinde olmamasının da payı büyüktür elbette. Sosyolojik olarak da; uluslararası rekabette ben de varım diyecek donanımda yetiştiremiyoruz sporcularımızı demek ki diye bir tespit yapmak basitçe mümkün olabilir. Sportif dayanıklılık ve idman kalitesi/kapasitesi konuları da elbette spor bilimciler tarafından değerlendirilecektir.
Avrupa ülkelerinde üst liglerde haftalık idman programları 14-16 saat olarak uygulanırken bizim ülkemizde bu rakam 9-12 saat civarında seyretmekte oluşunun da “tutunamayanlar” sayısını arttırdığı bir gerçek. 92 kilo giden bir futbolcunun altı ayda 84 kiloya inip fit bir hâle dönüşmesinin pratik izahı idman süre ve kalitesi ile doğrudan ilgili olsa gerektir.
Nihat Kahveci gibi, Tugay Kerimoğlu gibi, Emre Belözoğlu gibi tuttuğunu koparan ve gittikleri takım/takımlarda iz bırakmış nadir/nadide futbolcularımız olduğu gibi, şu anda Avrupa’da esamisi dahi okunmayan, hatırlanmayan, boşa gitmiş transfer trafiği de bir gerçektir.
Şimdilerde Fetö firarisi olan bir futbolcu vardı mesela en tutunamayanlarından. Rüştü Abimiz var İspanya’da Barca’da yapamayanlardan. Arda var Messi’nin özellikle pas atmadığı/attırmadığı için tutundurulmayanlardan. Tuncay Şanlı var, Oktay Derelioğlu var, Emre Çolak var gidip-gidip tutunamayanlardan. Hatta askerlik yüzünden Komşu’ya kadar gidip tecil edilince geri geliveren Tümer Metin örneği bile var şanlı spor tarihimizde.
Nasıl olsa burada her şekilde çorbayı kaynatırız diyerek zorluklara göğüs germekten ve mücadele etmektense, kuru fasulyeyi özledim, baklavayı özledim, anne bana seccade gönder, vatanınızın kıymetini bilin gibi hamasi söylemlerle geri dönüşlerini gerekçelendirmek Cengiz Ünder’e ayıp, Çağlar Söyüncü’ye ayıp, Melih Demiral’a ayıp her şeyden önce.
Türk futbolcusunun dünya futbol piyasasındaki değeri ve itibarına da yazık oluyor bu transferamuslar yüzünden. Yabancı takımlar ve hocalar “bunların aklı memleketlerinde kalıyor, kendilerini tamamen veremiyorlar” deyip tercih etmiyor yetenekli çocuklarımızı.
Toplam kaliteyi arttırmanın bir yolu da yurt dışı ile rekabet edebilecek mental seviyede kalıcı üretim yapmaktan geçtiği için işimiz her geçen gün zorlaşıyor maalesef.