"Tekke" ve "siyâset" kavramları 1925'de yürürlüğe giren kanundan beri birbirinden mümkün olduğunca uzak tutulmaya çalışıldı.
“Tekke” ve “siyâset” kavramları 1925’de yürürlüğe giren kanundan beri birbirinden mümkün olduğunca uzak tutulmaya çalışıldı. Âdeta temas ettiğinde kısa devre yaptıracak akım muamelesi yapıldı. Tekke, dinî bir kurumdu ve henüz laiklik bile ilan edilip Anayasa’ya girmeden resmî olarak ortadan kaldırıldı. Siyâset de devleti çağrıştıran bir kavram olduğu için dinden, tekkeden, dergâhtan, câmiden, tasavvuftan uzak tutulmalıydı. Oysa, kısa devre yaptırmasından korkulan bu iki kavram, aynı kutuplu bir elektrik akımı gibiydi ve doğru bağlanması durumda “aydınlık” getirdiği târihsel bir gerçekti.
Din ile siyâset ilişkisine öcü gibi bakan zihniyetin güçlenmesiyle siyâseti devlet, dini de halk sâhiplendi. Ama açılan uçuruma düşüp fedâ edilen zaman ve vatan evlatları da bu boşluğu dolduramadı.
Yazının başlığını oluşturan cümlenin satır arasındaki anlamına bakarsak, “Tekkede siyâset yapılır mı?” sorusunu tartışmıyorum. Yapılır. Ama sorun, nasıl yapılacağıdır.
Geleceğe ve günümüze dâir bir önermede bulunurken, geçmişteki (olumlu/olumsuz) örneklerden faydalanma imkânımızı kullanalım.
Geçmişte Tekke ve Siyâset
Din ile devlet işlerinin, devletin lehine net bir şekilde ayrılmasından önce, zannedildiği gibi bir şeriat devleti olmayan Osmanlı zamânına bakalım. Osmanlı, rahmetli Halil İnalçık’ın “Târihsel Bağlamda Sivil Toplum ve Tarikatlar” başlıklı makalesindeki tespitiyle, bugünkü tanımlara göre devlet değildi. Dolayısıyla Osmanlı’yı ve Osmanlı zamânında din ve devlet ilişkilerini kendi bağlamında ele alıp bugüne adapte etmeliyiz.
Pâdişah her şeyin iki dudağı arasında olduğu biri değildi. İstediği kadınla evlenme imkânı bile yoktu. Devletin en yüksek makamıydı, ama onun da ayağına gittiği makamlar vardı. Birçok pâdişah, mânevî ilim sâhiplerinin ayağına gitmiş, onları tekkelerinde ziyâret etmiştir.
Her hangi bir tarîkata bağlı bir tekke ve dergâh, kapısı herkese açık olan bir mekândır. Meşhur ifâde ile, “gelene git, gidene gel” denmez. Gelenler, dertlerine çâre, maddî-mânevî borçlarına edâ fırsatı bulurlar. Her tekkenin kendine has bir havası, kimliği, ortamı, atmosferi vardır. Kişiye özel muamele vardır. Toptancı zihniyetle her dertliye aynı reçete verilmez. Kuralları, prensipleri ve kaideleri vardır. Tekke, bunlarla ayakta durur.
Tekkede Hangi Siyâset Olmaz?
Tekkeye girmeyecek olan siyâset, sokaktaki siyâsettir. Bu, dün olmayan ve yarına kalmayacak olan; günlük, sığ, çapsız, kof siyâsettir. Kiminin hırsı, kiminin kavgası, kiminin dedikodusudur tekkeye girmeyecek olan.
Amma velâkin, tekkenin ve tekkedeki gönül ehli insanların devletin, milletin, insanların, dinin, ümmetin derdiyle dertlenmemesi, kederiyle kederlenmemesi, sevinciyle mutlu olmaması düşünülemez.
Millî Mücâdele’ye katılan Mevlevî, Kadirî, Rifâî alayları ve şehit düşen ehl-i tarik dervişler, tekkede hangi siyâsetin olduğunun göstergesidir.
Tekkelerdeki sohbetlerde siyâsî çekişmeler, partizan tartışmalar, gelip geçici gündem konuları dillendirilmez. Bunlar sokakta, çarşıda, kahvehânede zâten fazlasıyla konuşulur. Tekkenin kapısı sokağa açılır ama sokaktaki geçici, beyhûde mevzulara kapalıdır.
Müridinin âhiretini kurtarması için ona yol gösteren mürşidin, âhiretin tarlası olan dünyâda kalıcı işler yapması için de tavsiyelerde bulunmaması düşünülemez. Hem kendisi, hem âilesi, hem de devlet ve milleti için dertlenmeyenler miskinlerdir ve müritlerle karıştırılmamalıdır.
Tekkelerde siyâset, kişiyi boş işlerle uğraşmaktan kurtarmakla başlar. Kişi, kendi hayâtının siyâsetini yapmayı öğrenir. Dış dünyâdan önce kendi nefsiyle savaş verir. Tüm çâreler tükenince, en son safhada gerekirse elde silah cephede vuruşmak da vardır. Ama ondan önce, vazifesi aydınlatmak olan kişi ve kişilerin gördüğü yakın gelecekteki devlet ve milletin atacağı adım için fikir üretmek vardır. Tekkede siyâset konuşulmaz, sözünü yüzeysel anlayanlar, düşman kapıya gelene kadar gaflettedirler.
Tekkeler Birer Düşünce Kuruluşudur
İngilizcesi “Think-tank” olan düşünce kuruluşları, günümüzde sivil toplumun vazgeçilmez unsurları olarak devlet ve hükûmetlere yardımcı ve destek olurlar. Zamânında günlük ve geçici siyâsî konuların girmediği tekkeler de, padişahtan kadıya, sadrazamdan kazaskere ve şeyhülislâma öngörülü tavsiyelerle yardımcı olmaktaydı.
Devlet idârecilerinin dikkatinden kaçan, nicelik olarak küçük, ama nitelik olarak önemli konularda fikir üreten tekkeler, gerçek anlamda birer irşad (aydınlatma) merkeziydi. Bu yüzden, günlük siyâsî çekişmelerin karanlığı içeri alınmaz ve zaman kaybettirici konular konuşulmazdı.
Günlük ve geçici siyâset ile gerçek ve yapıcı siyâseti karıştıran ve siyâsetten külliyen uzak duran tekkeler, gerçek hayattan kopmuştur. Birçoğu işe yaramayan, hazır yiyen, halk arasında “miskinler tekkesi” denilen yerler hâline gelmiştir. Bu da, dünyâ târihinin belki de en ilk teşkilat sivil toplum kuruluşu olan tekkelerin 1925’te kapatılmalarına mâzeret olmuştur.