İlk başlarda İngiltere, İsveç ve Brezilya yönetimleri bu metodu denediler, İngiltere çok çabuk çark etti ve hemen karantina/koruma duvarlarının ardına geçerek kayıp sayısını kontrol altına alabildiler, yoksa Osmanlı Torunu Başbakanları Boris Johnson'ı bile kaybetme riski yaşadılar.
Öncelikle “sürü” sözcüğü için özür dileyerek başlayalım. (Kovid-19 Pandemisi sürecinde hepimiz –maşallah – birer pandemi uzmanı olduğumuz için terminolojide de “sürü bağışıklığı” tanımı olduğundan) kitlenin büyük bölümünün enfekte olmasına ve bu kitlenin hastalığa karşı direnç/antikor üretmesi sayesinde hastalığa karşı bağışıklık kazanılmış olması durumuna “sürü bağışıklığı” adı veriliyor. Herd Immunity’yi wikipedi şöyle tanımlıyor; “Bir nüfusun yeterli bir yüzdesinin aşılama veya önceki enfeksiyonlar yoluyla bir enfeksiyona karşı bağışık hale gelmesiyle ortaya çıkan ve böylece bağışıklığı olmayan bireyler için enfeksiyon olasılığını azaltan bulaşıcı hastalıklardan dolaylı bir koruma şeklidir.”
İlk başlarda İngiltere, İsveç ve Brezilya yönetimleri bu metodu denediler, İngiltere çok çabuk çark etti ve hemen karantina/koruma duvarlarının ardına geçerek kayıp sayısını kontrol altına alabildiler, yoksa Osmanlı Torunu Başbakanları Boris Johnson’ı bile kaybetme riski yaşadılar. Brezilya ise şu anda hastalıkta dünya ikincisi olmasını liderleri Bolsanaro’nun hastalığı hafife alan hatalı kararlarına borçlu. Bir tek İsveç bu konuda muvaffak oldu. İlk başlarda oldukça yüksekken şimdi günlük 3-5 vaka ile karantinaya girmeden, eve kapanmadan, işe-güce aynen devam ederek “örnek ülke” olarak gösteriliyorlar. Çünkü onlar sürü bağışıklığını çok güzel şekilde uygulayıp verim alabildiler.
Bizim ülkemiz ilk vakanın duyulduğu 11 Mart’tan itibaren karantina/ sokağa çıkma yasağını sıkı sıkıya uygulayanlardan oldu. Sürü bağışıklığına hiç yüz vermedik bu dönemde. Spor müsabakalarına ara verdik, sokağa çıkmadığımız onlarca gün geçirdik, bayram-seyran demedik buna uyduk, uymayanları hem kınadık hem cezalandırdık. 1 Haziran itibarıyla da yavaş yavaş “yeni normal”e döndük.
Yakın zamana kadar da stadyumlarımıza kimseyi yaklaştırmadık, tribünleri men ettik futbolseverlere. Sonra Loca sahibi iş insanlarının baskısına daha fazla direnemeyen TFF fifty-fifty locaları açtı ardından da geçen hafta sonu “ bütün tribünleri açmak için Bilim Kuruluna başvurduk” deyiverdi. Bu açıklama pandeminin en başından beri çok önemli bir makas değişikliğiydi ülkemiz için. Acaba belli sektör ve topluluklardan başlamak üzere bu zamana kadar uzak durduğumuz “sürü bağışıklığı”na doğru bir test mi başlatılıyor karar vericiler tarafından?
Havaların soğumasıyla evlere kapanıp virüsün yayılmasına daha uygun ortamlar oluşmasına alternatif olarak halkın hiç olmazsa bir kısmını evinden açık havaya çıkarıp –kontrollü- bir şekilde temaslı kişi sayısını arttırarak virüse karşı bir direnç kuşağı mı oluşturulmak isteniyor. Tribüncü futbolseverlerin çoğu genç insanlar, bu genç insanların da virüse karşı daha dayanıklı olduğu biliniyor buradan yola çıkarak böyle bir deneme yapılmak istenmesi bir yere kadar normal karşılanabilir.
Yazımızın yazıldığı saatlerde Bilim Kurulu henüz açıklama yapmamıştı. Hatırlayacak olursak 17 Eylül’de lig startı verilirken de Bilim Kurulu topa girmemiş ve “ne haliniz varsa görün” mealinde sükût ikrardan gelir yapmıştı. Şimdi olumlu cevap gelecek olursa bunun bir “devlet politikası” değişikliği olarak algılanmasının da önü açılmış olacak.
Hepimizin sağlık ve afiyetler içinde bir kış geçirmesini, bahara salimen ve bu beladan kurtulmuş olarak kavuşmamızı temenni ediyoruz.