Adana Mutabakatı, 1998 yılında Suriye Devleti ile imzalanan, 2011 yılında da hemen iç savaşın öncesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde imzaladığı -daha kapsamlı- geliştirilmiş ve YPG-PKK başta olmak üzere terör örgütleriyle iki devletin müşterek mücadelesini tanımlayan, bu konuda ayrıntılar üreten, bir anlaşma.
Rusya’nın anlaşma üzerinden kurmaya çalıştığı denklemin ne olduğunu iyi anlamamız gerekiyor. Rusya bu anlaşmayı ve anlaşma üzerinden şekillenen ilişkiyi gündeme getirerek, her üç ülkenin de bir şekilde menfaatlerine hizmet ettiğini düşündüğü bir iş birliğini arzuluyor.
Burada kritik bir güç üreten ortak bir payda var. Türkiye, ‘Ben Suriye’nin üniter yapısından yanayım’ diyor. Rusya, ‘Ben de Suriye’nin üniter yapısından yanayım’ diyor. ÖSO ve Muhaliflerin Suriye’nin üniter yapısını bozmak gibi bir dertleri yok. Rejim ise zaten parçalanmaya çalışıyor. Ancak bir iş birliği ortaya çıkmayınca Rusya’nın bakış açısıyla birtakım zafiyetler ortaya çıkıyor. Bu zafiyetleri de YPG-PKK kendi hedefleri ve menfaatleri doğrultusunda kullanmaya çalışıyor.
Adı ister özerklik/yerinden yönetim olsun ister federasyon olsun ister de konfederasyon olsun veya kantonlar olsun bu isimler altında Suriye’nin üniter yapısının bozulmaya çalışıldığı; bu desteğin de kıta Avrupa’sının, Körfezin, ABD’nin ve İsrail’in sağladığı bir denklemde; Rusya, eksenin güçlü olmasını ve Astana’nın çözülmemesini/dağılmamasını istiyor.
Küçük grupla olası ortak masa kurulduğunda, Astana’nın sağladığı üstünlüğü, avantajları ve sağladığı inisiyatifleri kullanmak istiyor.
Rusya farkında. Biliyor ki, bundan sonraki süreçte yoğun olarak Astana’nın çözülmesi ile ilgili veya dağılmasıyla ilgili çok önemli denklemlerle, etkilerle karşı karşıya kalacağız. Bu anlamda terörle mücadele kapsamındaki devletler arasında imzalanan bu anlaşmanın üzerinden Türkiye ile rejim arasındaki ilişkinin gelişmesini ve bu doğrultuda da aslında Rusya’nın Türkiye nazarında bir şekilde rejimin meşruiyetini sağlamaya çalıştığı ve kabul ettirmeye çalıştığını da görmemiz gerekiyor.
Kısaca Rusya, ‘Türkiye’ye rejimle bir temas sağlayın’ diyor. Bu şekilde bir mesaj veriyor.. Aslında bu mekanizma Rusya üzerinden işliyordu. Ancak gelinen noktada Rusya’nın bundan sonrasına ilişkin; hem rejimin meşruiyetinin Türkiye tarafından tanınması, hem de iş birliği üzerinden Suriye’nin üniter yapısının bozulmamasına dair kuvvetli bir birleşik erkin ortaya çıkması adına böyle bir beklentisi olduğunu görmemiz gerekir.
Akla şu soru gelebilir? Rusya, Türkiye’yi kaybetmek istemiyor. Rejim ile ittifakını sürdürüyor. YPG-PKK denklemin neresinde? Özellikle Putin’in “Rejimin Kürtlerin temsilcileriyle diyalog içinde olmasını teşvik ediyoruz” ifadesini de göz önüne alırsak..
Cevabı çok karmaşık değil.. Rusların görüştüğü sadece YPG-PKK terör örgütü değil. Başta sahadaki 16 farklı tür grup olmak üzere, hepsi ile hem sahadaki gerçek zamanlı ve Moskova’daki diğer verdiği politik merkezlerde görüştü ve görüşmeye de devam ediyor. O da kendi stratejisini yumurtalarının hepsini aynı sepete koymadan yürütüyor. Onun da Kürtler üzerinde bir hesabı var. Ve o da burada aynı ABD gibi, bu maça 11 kişi ile çıkmak istemiyor. 22 kişi, artı hakemlerle birlikte çıkmak istiyor. Vekaletler savaşına özgü bir siyasi stratejisi var. Tabi Türkiye önemli. Ama Rusya için, bir diğer tarafıyla Kürtler üzerinde, YPG-PKK üzerinden üreteceği nüfuz da önemli. Bir diğer tarafıyla da sayısız olası senaryo var. Bu senaryolarda hangisi ağırlık kazanacak, gelecek zaman içerisinde bütün bunları ön görerek kendine özgü bir hedef ve menfaat hesabı yapıyor.
Astana ile ilgili en önemli bir diğer etki ise İran’ın Suriye’deki geleceği ile ilgili.
Ve Suriye’deki İran’a Rusya’nın bakış açısında bir değişme var mı?
Suriye’deki bütün dengeleri ve dengesizlikleri etkileyecek en önemli parametrelerden biri de bu olacak.