Düşünmek bize sıklıkla hatırlatılmış. Gün boyu kısa fasılalarla düşündüğümüz olmuyor değil.

Düşünmek bize sıklıkla hatırlatılmış. Gün boyu kısa fasılalarla düşündüğümüz olmuyor değil. Lakin düşündüklerimizin bizi değiştirmesi, dönüştürmesi gerekiyor. Düşünce insanın kendini hesaba çekmesi anlamında da ele alınabilir. Yapıp ettiklerimizin, gün içindeki zafiyetlerimizin, kızgınlıklarımızın, taşkınlıklarımızın, bizi yaralayan, söylenmemesi gereken şeyleri söylediklerimizden, yapmamamız gerekenleri yaptıklarımızdan, yapmamız gerekenleri yapmadıklarımızdan dolayı iç hesaplaşma, kendini hesaba çekme, büyük mahkemeye çıkmadan hazırlanma anlamında bir sorgudan bahsediyorum. Yirmi dört saatin uyku saatini bir yana bırakırsak eğer, gün içinde böylesi iç sorgu gelgitlerini her insan şu ya da bu şekilde yaşar. Lakin hayatın cilveleri, gün içindeki yoğunlukları, koşuşturmalar, sorumluluklar vs. bütünüyle tefekküre açılacak olan anlarımızı elden kaçırmış bir vaziyette yorgun ve argın evlerimize döneriz. Oysa yaratılış sırrımız kulluktan ibarettir.

Her insanın böylesi sorguları var mıdır peki? Elbette vardır. Kişi kendi içinde bunu yaşadığından anlık yakalanışlar olsa da atlayarak unutur gider. Evlatlarımız, gençlerimiz içinde geçerlidir bu. Onlar da sorar ve sorgularlar. Ya da şöyle diyelim; anne ve babalar bazı ödevleri, görevleri evlatlarına verirler. Unutmamaları, mutlaka yapılması gerektiği konusunda ısrarla hatırlatırlar. Bu yetmez telefonla arayıp ne yaptığını sormadan edemezler. Koluna boncuk bağlarlar vs. Alınması gereken, yapılması gereken, ihmal edilmemesi gereken hususlar konusunda bu çaba her birimizde fazlasıyla mevcuttur. Şimdi sormak gerekiyor: Allah ve Resulünün bize bıraktığı emanetler açısından hayata baktığımızda en azından günde beş vakit namaz ezanla hatırlatılmasına rağmen, işlerimizi bir kenara bırakarak on dakikalık vaktimizi ayırıp namazlarımızı kılıp kılmadığımızı bir düşünelim. Veya çocuklarımızın namazlarını kılıp kılmadığını bir ödev olarak hatırlatıp soralım. “Namaz dinin direğidir” denildiği için ilk önce onu sorgulamak icap ediyor. Doğru konuşmak, güvenilir olmak, emanete sahip çıkmak, asla yalan söylememek, helal kazanmak, kazandıklarımızdan ikram etmek, harama sapmamak, güzel söz söylemek, güzel ahlak sahibi olmak, vefalı olmayı asla ama asla unutmamak-ihmal etmemektir. Tanıdığımız-tanımadığımız kişilere selam vermek “Selamı aranızda yayınız” emrini yerine getirmek, düşkünlere yardım etmek, yoksulları görüp gözetmek, yaşlılara hürmet etmek, ana ve baba dostlarının hal ve hatırını sorup ihtiyaçlarını karşılamak, sıla-ı rahimi ihmal etmemek gibi hususlar ilk aklımıza gelen hususlardır. Bu söylediklerimizi teyiden ifade etmekte yarar vardır; olur ya yazandan, okuyandan, dinleyenden birileri Rabbimizin uyarılarını dikkate alır ve hayatında tatbik eder de bizlerin de kurtuluşuna vesile olur.

Nisa suresi 36.ayette: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve maliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın…”

Lokman 14. ayeti kerimede ise: “Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını vasiyet ettik. Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için:) Önce Bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.”

İsra suresi 23-24 ayetlerde ise: “Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi ve ana-babaya iyilikte bulunmayı emretmiştir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı “öf” bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle. Onlara rahmet ve tevazu kanatlarını ger ve Rabbim, onlar beni küçükken (merhametle) yetiştirdikleri gibi, Sen de onlara merhamet eyle de” buyuruluyor.

Tirmizi, Ebu Davut ve İbn-i Mace’de zikredilen bir hadisi şerifte Peygamberimiz Hz. Muhammed (as) şöyle buyurmuşlardır: “Makbul olduğunda şüphe bulunmayan üç dua vardır: Babanın evladına duası, misafirin duası ve mazlumun duası.” Suyuti şu hadisi naklediyor: “Babanın oğluna duası, peygamberin ümmetine duası gibidir.”

Buhari ve Müslim’de zikredilen bir hadisi şerifi Nüfey bin. Haris (ra) Rasulullah (sav)’den şöyle naklediyor: “Peygamberimiz (as), Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi? diye üç defa sordular; Evet, ya Resulallah dedik. Bunun üzerine Allah Resulü; “Allah’a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmektir” dedikten sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdular ve “İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitliği yapmaktır” buyurdular. Bu sözü o kadar çok tekrarladılar ki daha fazla üzülmesini istemediğimiz için sükût buyursalar ve daha fazla yorulmasalar diye arzu ettik. Müslim’de zikredilen bir hadiste ise; “Allah’ın Resulü, kendisine en iyi davranılması gereken kimdir?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem (sav); Annen, sonra annen, daha sonra yine annen, sonra baban, sonra da sana en yakın olan akraban” diye buyurdular. Yine bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Bir mümin vefat edince her ameli kesilir. Yalnız üç amelinin sevabı, amel defterine yazılmaya devam eder. Bunlar, Sadaka-i cariye (Vakıf kurma, cami, sebil, çeşme, köprü, medrese, okul yaptırma vb.), kendisiyle faydalanılan ilim ve hayırlı evlat (kendisi için ettikleri dua ve istiğfarların sevaplarıdır.)”

Bu kadar konuyu genişlettikten sonra şu soruyu soralım; Aklımız başımızda olduğu halde yarın öleceğimizi bilebilseydik geride kalanlara hayat boyu öğrendiklerimizden, yaşadıklarımızdan neleri nasihat olarak bırakırdık?

Cevabı Kalem suresi17’den 33. ayetlerle vermiş olalım; (17-18) “Biz, vaktiyle şu bahçe sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara da belâ verdik. Hani bahçe sahipleri, ("Allah izin verirse" gibi) bir kayıt koymaksızın sabah erkenden bahçenin mahsulünü kesinlikle devşireceklerine yemin etmişlerdi.” (19-20) “Fakat onlar uykudayken rabbin tarafından gelen kuşatıcı bir afet bahçeyi sarıverdi de bahçe kesilip kurumuş gibi oldu.” (21) “Sabahleyin birbirlerine şöyle seslendiler: (22) Eğer devşirecekseniz erkenden tarlanızın başına gidin.” (23) “Derken yola koyuldular. Birbirlerine şöyle fısıldıyorlardı: (24) “Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın.” (25) “Amaçlarını, planladıkları gibi gerçekleştirmek üzere erkenden yola düşüp gittiler. (26-27) “Bahçeyi gördüklerinde ise, "Herhalde yanlış yere gelmişiz; yok yok, ürünü kaybetmişiz" dediler. (28) “İçlerinden aklı başında olan biri şöyle dedi: "Ben size, ‘Allah’ın yüceliğini dile getirmelisiniz’ dememiş miydim?" (29) “Şöyle cevap verdiler: "Rabbimizin şanı yücedir; doğrusu biz haksızlık etmişiz." (30) “Ardından, birbirlerini kınamaya başladılar: (31) "Yazıklar olsun bize" dediler, "Gerçekten biz azmış ve sapmıştık. (32) “Belki rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Biz rabbimizden bunu diliyoruz." (33) “İşte ceza budur. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi”.

Adamın biri oğluna, öldüğüm zaman senden tek isteğim var, o da ayağımın birine eski bir çorap giydirmeyi ihmal etme diye vasiyette bulunuyor. Adamın ömrü son bulup ruhunu teslim ettiğinde oğlu babasının vasiyetini hatırlıyor. Babası teneşir tahtasına yatırılınca, imam efendi yıkamak üzere başına geçip vazifesini yapmaya başladığı zaman, meyyitin oğlu babasının vasiyetini arz ederek: “Babama mutlaka bir eski çorap giydireceğiz” deyince, Hoca Efendi; Olmaz, İslâm esaslarına göre ölüye kefenden başka bir şey sarılmaz, dediyse de adam illa da babasına çorap giydirmekte ısrar ediyor. O bölgedeki Hocaları toplanıp bu meseleyi görüşmeye ve ölüye çorap giydirilip giydirilmeyeceğinin müzakeresini yapmaya başlıyorlar. Müzakere devam ederken içeriye bir adam girip mevtanın oğluna bir mektup veriyor. Mektup, çocuğun babası tarafından yazılmış ve öldükten sonra kendisine verilmesi istenmiş. Meyyitin oğlu babasının bıraktığı mektubu yüksek sesle okumaya başlıyor. Mektupta aynen şöyle yazıyor: “Oğlum! Görüyorsun ya, sana o kadar mal-mülk bıraktığım halde, bana eski bir çorabı bile çok görüyorlar. Elbette bir gün sen de benim gibi ölüp gideceksin. Aklını başına topla. Sana da birkaç metre kefenden başka bir şey vermeyecekler. Sana bıraktığım malı, iyi harca. Sarf edeceğin yerleri iyi seç. Çünkü senin kabre götüreceğin amelinden başka bir şey olmayacaktır.” Din adamları ölüye kefenden başka bir şeyin giydirilmesinin mümkün olmadığına karar veriyorlar ve adam hakikaten birkaç metre bez ve ameliyle baş başa bırakılıyor. Allah ve resulüne itaat, kullukta teslimiyet, güzel ahlak sahibi, güvenilir bir kul, elinden ve dilinden herkesin emin olduğu bir mümin olmaktır. Şefkat ve merhamet sahibi, emanet ehli, vicdan sahibi, vefalı, insaflı, izanlı, basiretli, eli işte, gönlü aşkta olan, Allah ve resulü benden razı olsun gerisinin bir önemi yok diyebilen bir kul, bir mümin olmak için vakit geç değildir.

Sözü şöyle tamamlayalım; Enes bin Malik (ra) Peygamber (as)’dan şu Hadisi rivayet ediyor: “Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki kalır: ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır” buyurmuşlardır. Emel sahibi değil, amel sahibi olmayı her şeyden aziz ve kıymetli bilmek icap ediyor. Rabbim üç aylarımızı, bereketiyle sulasın, yüreklerimizi birleştirsin, günahlarımızı bağışlasın, kendisine hakiki kul habibine gerçek bir ümmet eylesin. Salat ve selam Efendimizin (as) üzerine olsun vesselam.

www.recepgarip.com