Nesiller üstü bir konumdaki İngiliz rock grubu Pink Floyd'un kafa adamı Roger Waters, 1992 tarihli "Amused to Death" isimli solo albümde "What God Wants" isimli şarkılarının ikincisinde "Tanrı dolar ister" deyip birçok değerli para birimini saydıktan sonra "lira göndermeyin" diyordu.
Bunu fark ettiğim günden beri “What God Wants” kafamda sadece bir şarkı olarak değil, son kullanıcının ihtiyaçlarını da sorguladığım bir metafora dönüştü.
Sadece teknoloji değil, tüm sektörleri ilgilendiren “müşteri” kitlesi ne ister? Müşterinin ilgisini çekemeyecek ürün veya hizmet üretmek bir sistemin günümüzde yaşama şansı olmadığını sanırım herkes kabul ediyordur. Bir derginin okuru ne ister? Her perşembe bu köşeyi okuyanlar benden ne ister? YouTube’da yayınladığım videoları izleyenler nasıl içerikler izlemek ister? Yöneticisi olduğum yayınların reklam verenleri bizim yayınlarımızdan ne ister?
Tabii tüm bu “ne ister”lerden başka bir de “ne istemezler” kısmı da var. Aslında yapılacaklar ve yapılmayacaklar kısmı çok açık olan bir dünyada yaşadığımız için bu konular belirgin bir şekilde biliniyor. Ancak birçok şirket müşteriyi, pazarı veya içinde bulundukları sektörü manipüle etmek için çok açık olan bu beklentileri görmezden gelmeye veya öncelik sıralamasını değiştirmeye çalışıyor. İçinde bulunduğumuz “pazarlama çağının” imkânları da şirketlerin bu konuda istedikleri gibi davranma olanak sağlıyor. Sonuç olarak ben de dahil olmak üzere tüm son kullanıcılar (yani müşteriler), beklentilerimizle örtüşmeyen birçok ürün ve hizmeti satın almak zorunda kalıyoruz.
Ucuz ve kaliteli ütopyası
Ben bir tüketici, son kullanıcı, müşteri olarak ucuz ve kaliteli şeylere para harcamak istiyorum. Öyle ya para benim bir insan olarak en değerli varlığım olan zamanımın karşılığında kazandığım bir şey. Çalışarak hayatımın bir kısmını nakit paraya çeviriyorum. Yani her verdiğim satın alma kararı sırasında aslında hayatımın bir parçası ile bir mal veya hizmeti takas etmiş oluyorum. O nedenle de yeni bir teknolojik ürünün ülkemizdeki fiyatının pahalı olup olmadığını, ülkemizdeki satın alma gücüne bakarak karar veriyorum. Teknoloji üreticilerinden de ucuz ev kaliteli ürünler üretmelerini bekliyorum. 4.000, 5.000 veya 6.000 lira gibi fiyatlarla satılan cep telefonlarına itiraz etmemin en büyük nedeni de bu. Asgari ücretle çalışan bir kişinin, bir cep telefonuna yaklaşık dört aylık kazancını verebiliyor olmasını da bu saydıklarım nedeniyle anlamlandıramıyorum.
Ama günümüzde, özellikle teknolojik ürünler arasında ucuz ve kaliteli olanlara her zaman rastlanmıyor. Açıkça söylemek gerekirse her iki veya üç yılda bir ödenen paranın karşılığını veren cep telefonlarıyla ancak karşılaşıyoruz.
Mesela 2017’nin son çeyreğinde ülkemizde satılmaya başlanan Sony Xperia XZ1 son zamanlarda gördüğümüz fiyat – performans dengesi en yüksek cihaz. Samsung, Huawei veya Apple marka cep telefonlarına bakınca Sony’nin XZ1 modeli, ucuz ve kaliteli kavramlarının ütopya olmadığını ispatlar gibi.
Bu noktada beni en çok düşündüren şeyse merkezi Japonya’da olan Sony gibi bir teknoloji devinin, Türkiye’de tüm terli teknoloji markalarından daha uygun bir fiyatla “iyi telefon” satabilmesi. Öyle ya kendisine yerli demekle övünen markaların hiçbiri teknolojik anlamda bu kadar yeni bir cihaz üretemiyor. Üretseler de Sony’den daha ucuza satamayacaklarını biliyoruz. İş bu aşamaya gelince sadece benim düşünmem hiçbir şey ifade etmiyor. Bunları yerli teknoloji üreticileri ve yöneticilerimizin birlikte düşünmesi gerekiyor. Yerli markalar, Uzak Doğu’da üretilen cep telefonlarına benzer kaliteyi, aynı ve mümkünse daha ucuz fiyatlarla Türk halkına sunabildiği gün sanırım birçok sorunumuz da otomatik olarak çözülmüş olacak.