Kısa bir süre önce müzik marketlere çok özel bir albüm sunuldu.

Enstrümantal bir albüm. İçinde Sezen Aksu şarkıları var. Albümü bugüne kadar 800’den fazla albüme müzisyen olarak katkıda bir gitar virtüözü Ayhan Günyıl, bir yıllık yoğun bir çalışma sonunda hazırladı. Projenin prodüktörlüğünü ise müzik dünyasında çok özel işlere imza atan usta bir müzisyen, Ercan Saatçi üstlendi.

Ayhan Günyıl, içinde “Hata” – “Tükeneceğiz” – “Kaybolan Yıllar” – “İstanbul İstanbul Olalı” gibi Sezen Aksu klasiklerinin yer aldığı on Sezen Aksu klasiğini gitarıyla yorumlandı. Bu albümü dinleyince çok şaşırdım, şarkıların düzenlemelerine de imza atan Ayhan Günyıl, bu klasikleşmiş besteleri gitarıyla yorumlamış. Öylesine iyi çalmış ki, şarkıları dinlerken gitarın dile geldiğini sanıyorsunuz. Gitarın dili olsa ve şarkı söylese böyle bir şey çıkardı herhalde.

Bir garip oldum albümü dinledikten sonra. Sanki Sezen Aksu’nun ruhu gitara girmiş ve şarkı söylemeye başlamış gibi..

Türkiye’de hep zor işlere imza atan bir müzisyen Ayhan Günyıl. Enstrümantal albümleriyle de bunu gösterdi. Bu albümde de zoru başardı. Bu zoru anlatmak için kelimeler yetersiz kalabilir. Onun için “Sezen Şarkıları” albümünü bir dinlemenizi tavsiye ediyorum. Bu zor başarının hikayesini Ayhan Günyıl ‘a da sorduk.

Ayhan Günyıl’ın “Sezen Şarkıları” Albümü Nasıl Doğdu?

Daha önce Sezen Aksu’yla birlikte sahnede çalıştım. Sezen Aksu’nun şarkılarını da çok severim. Bundan yaklaşık bir yıl önce böyle bir proje kafamda yoktu. İki üç şarkılık maxi single yapmayı düşünüyordum ve ilk şarkı olan “Perişanım Şimdi”nin demosunu yaptım. Sezen’e nasıl dinleteceğim diye düşünürken aklıma dostum Ercan Saatçi geldi. Onu aradım söyledim “Gönder dinleyeyim” dedi. Gönderdikten 4 saat sonra geri döndü; Sezen’e dinletmiş ve o da çok beğenmiş. Sonra biz Ercan Saatçi ile buluştuğumuzda “Biz bunu 11–12 şarkı yapalım” dedi. Ben de hemen seçimlere başladım. Şarkıları seçtim, aranjmanlarını yaptım. Aranjman da 10 ay içinde bitti. 11 ayımı aldı bu proje.

Bu projede kaç şarkı var?

Albümde on tane Sezen Aksu şarkısı var. Gitar eşliğinde yapılan enstrümantal şarkılardan oluşan enstrümantal bir albüm. Bu albümde davul hiç kullanmadım sadece perküsyon var.

Sezen Aksu nasıl geri dönüşler verdi?

Sezen hanım mesaj attı ve destek verdi bana, bu projeye bayılmış. Çok sevdi ben de çok mutlu oldum. Bu yaz gittiğim her mekanda albümümü duydum. Kliplerim de kanallarda dönmeye başladı. Bu çok sevindirici bir şey.

Enstrümantal albümlerin piyasada ticari değeri düşük oluyor, bu seni endişelendirdi mi?

Evet, ama artık halk bilinçlenmeye başladı. Türkiye’de gerçekten iyi müzik adamları var. Zannediyorum ki önümüzdeki dönemlerde, kim yaparsa yapsın bu enstrümantal albümler daha fazla öne çıkacak. Ben buna öncü oldum diyebilirim.

Albümü yaparken bütün Sezen Aksu külliyatını inceledin mi?

Evet hepsini inceledim. Hatta demolarını yapıp albüme koymadığım şarkılar da var. Sezen Aksu şarkılarını seçmek gerçekten çok zor. Hatta dinleyicilerden fikir bile alıyordum. Sonucunda doğru seçim yaptığımı düşünüyorum. “Sezen şarkıları 2 gelecek mi?” diye soruyorlar; belki gelir farklı bir proje olur, ama Ayhan Günyıl bu projeleri yapmaya devam edecek. Ayrıca albümdeki şarkıların tonlarının hepsi orijinaldir. Şarkıları Sezen Aksu’nun tonuna göre düzenledim, yani Sezen Aksu gelse okusa okur, altyapı hazır çünkü. Bir tek “Hata”nın aranjmanı farklı.

Albüm dışında kalan şarkılar arasında “Keşke bu da olsaydı” dediğin bir şarkı var mı?

Bir tane var, o da “Geri Dön.” Onun aranjmanını da yaptım, ama bunu başka bir proje için sakladım.

Enstrümantal şarkıya klip çekmek zordur. Klipleri nasıl çektiniz?

Albümde yer alan on şarkımızın da klibi var. Akustik performans gibi yaptık. Hepsi aynı formatta ve klipler, insanlara çok samimi geldi. Ercan Saatçi’nin evinde çektik klipleri. Beykoz’daki evinde büyük bir salonu var, öyle ki gösteri yapılır. On şarkıya da aynı gün klip çektik. Performans klibi olduğu için herkes mutlu çalıştı, çok keyifliydi.

Bu albümün konserleri olacak mı?

Evet, “Sezen Şarkıları” konserleri başlıyor. İlk konserimiz 6 Ekim günü İstanbul Kartal’da Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nde olacak. Onun haricinde bu müziğimizi insanlara sunabileceğimiz çok güzel mekanlar var. Çok talep var. Bu da çok sevindirici bir şey.

Bu Televizyonlar Bu Kafayla Daha Çok Ağlar

Geçtiğimiz hafta magazin dünyası Çağla Şıkel’in kazandığı paraları konuştu. Çağla, ayda 200 bin lira kazandığını açıkladı. Bunun 100 bin lirasını FOX TV’den, 100 bin Lirasını da reklamdan kazandığını söyledi. Bu açıklama epey eleştiri konusu oldu. Bunun üzerine Çağla Şıkel bir açıklama daha yaparak “20 senedir bu mesleğin içindeyim, köpek gibi çalışıyorum. Kimse ‘Çağla bu parayı nasıl kazanıyor’ diyemez” dedi. Bu konu beni toplum adına çok sinirlendirdi, bu ülkede 20 sene çalışan ve çalışma hayatları boyunca 100 bin lira toplayamayan insanlar varken böyle şeylerin konuşulması çok saçma geldi bana. Bir insanın maddi veya manevi zenginliğini kamuoyuna açıklaması kimse kusura bakmasın biraz da görgüsüzlük bence. Allah daha çok kazandırsın Çağla’ya lafım yok, parasında da gözüm yok. Ama bir ekonomist olarak biraz oturup düşündüm. Televizyonlar para kazanamıyoruz diye ağlıyorlar. Ama çok astronomik paralar harcıyorlar. Dizilere bir servet ödüyorlar, dizi oyuncuları en küçük rolde bile bölüm başı birkaç bir lira alıyor, başrol oyuncularının aldığı milyarları saymıyorum bile.

TV kanallarının yapımlara harcadığı paralar gerçekten de çok uçuk. Bu paralar geri geliyor mu? Hayır! Çünkü reklam pastası belli. Kanalların çoğu zararda ya da başa baş noktasını zor yakalıyor. Benzer bir durum geçmişte gazeteler ve radyolarda da yaşanmıştı. Çok uçuk paralara çalıştırılan kişiler vardı. O mecralar bu paraların geri gelmediğini görünce adım adım geri adım attı. TV mecrası ise bunu yapmıyor. Kanal D’nin hem eski hem de yeni genel müdürü ve aynı zamanda işin finansmanından çok iyi anlayan Murat Saygı’da bu konuya değinmişti yakın geçmişte. Çok pahalı dizi ve yapımların yapıldığını söylemiş hatta Kanal D’de buna dikkat edeceğini söylemişti.

Televizyon Kanalları Otuz, Kırk Kişiyle Dönüyor

Şimdi benim derdim parada değil , benim derdim şu: Neden bu televizyoncular dönüp dolaşıp hep ayı insanlara yüksek paralar ödüyor? Tamam bir sunucu iyi kazansın, ama neden mesela 100 bin lira olsun. 30 olsun ya da ne bileyim 40 olsun. 100 bin lira kazanan sunucu o kanala kendi varlığı ile en az 100 bin lira getirmeli. Getiriyor mu? Hayır! Peki bu televizyonlardaki ısrar neden anlamıyorum.

Bir diğer dikkatimi çeken konu ise 81 milyonluk bir ülkede yaşıyoruz hala Hülya Avşar program yapıyor, hala Acun çıkıp Seda Sayan’ı Beyaz’ı müzik yarışmasında jüri yapıyor. Bir de onlara aylık milyarlar ödüyor. Bu örneklerin sayısı çok. Televizyon kanallarında hep aynı yüzler var. Toplasanız 20 kişi hadi taş çatlasın 30 kişi var. Peki bu ülke Malta’mı? Ya da ne bileyim San Marino’mu? Yani nüfusu az bir ülke mi? Bu kadar genç var, o kadar güzel kızlar, o kadar güzel çocuklar var ki bu ülkede, yetenekli de aynı zamanda, ama bunlara şans verilmiyor. Televizyon yöneticileri o kadar bilgisiz ki, iyi bir içerik sunmak yerine sırf herkes tanıyor diye hep aynı tiplerle çalışıp, o ünlülerin zenginliklerine zenginlik katıyor. Reytinglerde de istediklerini alamayınca, ya da reyting aldıkları halde reklam ciroları düşük kalınca da ağlıyorlar. Bu sadece benim görüşüm değil, bu sokaktaki insanların da görüşü. Millet aynı insanları televizyonda görmekten sıkıldı. Her geçen gün televizyon izleyen kişi sayısında azalma var. Yaşı 20nin altında olan gençler nerdeyse hiç televizyon izlemiyor. Maliyet ekonomisi uygulamadan hangi kriterlerle seçildiğini anlaşılmayan ünlülere paraları saçan bu televizyon kanalları böyle giderse ileride kafalarını duvara vururlar. Çünkü bu rakamları mecra ileride hiç kaldıramayacak.

2024 Avrupa Şampiyonası Elemelerinin Ardından

Geçtiğimiz Perşembe günü 2024 Avrupa Şampiyonasına ev sahipliği yapan ülke belli oldu. Finale kalan Almanya ile Türkiye finalde kapıştı ve maçı Almanya aldı. Bir an olsun heveslendik, ama 12’ye karşı 4 oyla kaybettik. Epey fark oldu, öyle bir ya da iki oyla gitmedi iş, ciddi bir fark yedik. Rakip güçlü olsa da Türkiye’de güzel avantajlar sunmuştu.

Euro 2024 için hazırlanan sunumları ve yapılan çalışmaları inceledim. Proje güzeldi, Türkiye’nin tamamına dağılan son model statlarla başvurduk. Şunun altını çizmek gerekir ki Türkiye’de son yıllarda futbolda tesisleşme konusunda çok yol aldık. Bunda tabii ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın futbola olan yakın ilgisinin rolü büyük oldu. Futbolu bu kadar seven bir liderin döneminde yapılan yatırımların haklı sonucu bir turnuva ev sahipliği olmalıydı. Olmadı, ama önemli değil, bugün olmaz yarın olur. Asıl konu bu işin neden olmadığı konusunun araştırılması.

Euro 2024 için oy kullanan ülkeleri görünce , ben “bu iş zor” dedim. Bunu ben biraz da Eurovision Şarkı Yarışmasına benzettim. Oradaki ülkeleri inceledim, “Bulgar, Ukraynalı, İsviçreli oy verir dedim, belki Macar, İspanyol ve Hırvat’ta oy verir” dedim ve kaldım, devamını getiremedim. Orada oy kullanan ülkelerin büyük bir bölümünde Türkiye markasına yönelik bilgi eksikliği olduğunu düşünüyorum. Aslında Türkiye’yi herkes tanıyor ama Türkiye’nin planında yer alan illeri ve o coğrafyaya yönelik bir tanıtım eksikliği var. Bu konuda bence zayıf kaldık. Türkiye denince İstanbul ve Antalya-Bodrum gibi turistik yerler akla geliyor. O statların olduğu iller ile ilgili dünyada ciddi bir bilgi eksikliği var. Buna birde Avrupa’da Türkiye’ye karşı dolaşan noksan ve yalan yanlış bilgileri de eklersek maalesef bu konudaki eksikliğimiz daha da belirginleşiyor. Türkiye’yi karalamak isteyenler Avrupa’da Türkiye’den daha iyi çalışıyorlar.

Özeleştiri Yapmamız Lazım

Burada biraz kendimizi de eleştirmemiz lazım. Avrupa ile son yıllarda bağlarımızı epey bir kestik. Kış saati uygulamasının kalkmasından tutunda Eurovision Şarkı Yarışmasına katılmamamıza kadar tutun bunu anlatacak çok örnek var. Böyle bir süreçte on ikiye karşı dört oyla kaybetmenin anlamını bu açıdan değerlendirmemiz lazım. Futbol Federasyonu, Demirören ve ekibi belki iyi bir dosya hazırlamış olabilir ama en azından oy kullanacak olan kişilerin ülkelerine yönelik özel bir tanıtım kampanyası yapsalardı belki olay farklı olurdu. Bu konuda özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinin nezdinde biraz zayıfız. Bu gibi organizasyonlara hazırlanırken çok iyi bir tanıtım kampanyası da hazırlanmalı.

Ortaklıklara Sıcak Bakmalıyız

Bir diğer aklıma gelen şey ise ortak sinerjilerle aday olmak. 2008 yılında yapılan Avrupa Şampiyonasında Türkiye-Yunanistan ortaklığı çok ciddi rakipleri geride bırakmış ve finale kalmıştı. Bu ortaklık çok güzel bir ortaklıktı. Hem dünyaya güzel bir mesaj veriyordu hem de güzel bir renk katıyordu. Türkiye elbette değil bir, bin tane kupayı tek başına düzenleyebilir. Ama bu iş algı meselesi. Bazen stratejik ortaklıklarla hareket ederek gözleri üzerinize çekebilirsiniz. Biz ülke olarak ortaklığı anlatan “bir elin nesi var iki elin sesi var” gibi pek çok atasözüne sahibiz ama bizde maalesef bireysellik ön planda. 2024 ‘ü Almanya kazanınca kendi kendime düşümdüm. Biz neden böyle bir sinerji ile başvurmuyoruz bu turnuvaya diye. Mesela Türkiye – Kıbrıs – Yunanistan ortaklığı çok ilginç bir ortaklık olurdu. Ya da Balkan ülkeleri adına Türkiye – Bulgaristan – Romanya- Yunanistan gibi bir Balkan ortaklığı. Bunun gibi pek çok ortaklık formülü düşünülebilirdi, hala da düşünülebilir. Bizim ülke olarak ortaklıklara girmemiz ve kendimizi göstermemiz lazım. Mesela 2020 yılında düzenlenecek olan Avrupa Şampiyonası Avrupa’nın 13 şehrinin ev sahipliğinde yapılacak. Bu turnuvada ki 13 şehirden biri olmak için aday olmadık. Neden olmadık? Olmalıydık. Bu tarz yaklaşımlar bize dışarıdan bakan bir göze “bencil” imajı da verebiliyor. Paylaşmamız ve Avrupa ile her türlü ortaklığa girerek Türk’ün gücünü göstermemiz lazım. Bu iş, kaçarak ya da küserek olmaz. Türkiye Avrupa’nın bir parçasıdır ve bunu kabullenemese de tüm dünya biliyor. Bize düşen bunu kabul ettirinceye kadar mücadele etmek. Bu zaman alır ama gerçekleşir, gelecek nesiller adına bu mücadelelere ara vermeden devam etmek gerekiyor.