"Toplumun beka sırrını taşıyan bu insanların kadrini bilmek, bir tür yükseliş garantisi de taşır içinde" ​derken Sait Başer hocamız kimi kastediyor bilmiyoruz ama biz, okuduğumuzdan, dimağımızın yettiğince, kendisinin sırrına talip etmek isteriz naçizane kendimizi ve memleketimizi..

Edebiyat, insana, yaşamak karşısında birikenlerden bilgi aktarır, bu bilgi bazen bilinç olur bazen hikmet!

Sait Başer’in “Anlama Krizi”, Post Yayınları’nın birçok kitabında da olduğu gibi; bu hikmetin adeta dildeki şöleni!

Hak ve hakikatle seslenişi…

Bir memleket meselesi…

Sultanların “Kızıl Elma’da görüşürüz” dediği yere doğru “yolda olmak” üzerine düşünürken; “Kızıl Elma”nın da Sultan’a doğru menzili…

Orhan Şaik’in “şüphesiz cihanın hakimiyetidir.” dediği metaforun; bazen Nübüvvet Mührü, bazen Adem’in zaafı teşbihi olduğu ikiliği ve her halini huşu ile karşılayan dinginliği…

Battığımız çıktığımız yanlarımıza ayna. Ve yansıyanı anlama gayreti.

30 yıldır, ruhani karmaşalarımızın kıyılarına bırakılan alüvyon bereketi…

*****

“Ya Rab bize eşyanın hakikatini öğret! Seni layıkı ile bilemedik!

Tarihten bir “sır” istiyorsan işte o sır budur!”

Kesin olan tek bir şey vardır o da insanın kendi yetersizliğidir, diyen Kafka’nın öz eleştiri muhafızı olarak bu patolojiyi, enfes dile getirdiği yere dokunuyor; “anlamak” kendi vicdanımızdan başlayıp en geniş çerçevede varlık ve Allah’a kadar “barışma”nın da tek yolu diyor!

Sükût; vahdet, kemal; söz ise parçalanmışlık, çokluk alameti diye devam ederken; anladığından söylemeden önce sükûtun ekmeğinden yedirip suyundan tattırıyor.

”Hikmet de şahsî”

“Tarihin hikmetinden sual edilenler, kendi zamanlarının şartları, istikbal, endişe ve beklentileri bağlamında konuştular, düşündüler.” Ya benim şahsımın hikmeti hangi tarihi onarmış bu “bedava kalıp”lar peşinde diye düşünmeye başladığımız yerde; zarafetle “hoş geldiniz” diyor “Anlama Krizi” bize.

“Hikmet de şahsî”

*****

“İman, tereddütsüz emin olmuşken bunun taklidi ne demektir?

Vah “gerçek”le hüsrana düşen mukallide!

İman “Emin olmak, şüpheden kesin kurtuluş” iken taklit, aslına uzaklığın benimsenişi!

Taklidin meşru olduğu bir zeminde anlamak ihtiyaç olmaktan çıkmaz mı?

Bu bir ahlak kıyameti!”

*****

Her sayfaya, bir iki mola, bir iki şerh ister okumanız bu kitapta;

Ve her görüş bir çıkmaz sokakta debelenirken kendini tamamlama inşasında, yara bereye razı olma hali, bildik ki sevmeyi öğretir. Yolu sevmeyi…

Ön okumalar ister, eksiğini yüzüne vurur;

“Aşk gelince cümle eksikler tamam olur.” diyen sevgi dili ihtiyacının Yunus’u! Sesinin çirkinliği sadece açlık, susuzluk ve şehvetten anırmasından gelen eşeğin Hazret’ten yorumu!

Eşikte ilelebet duramayacak olmanın; kitleler yaratmanın katliam oluşuna özür olamayışı.

Sevgi türkülerimizi nefrete bulayıp söyleyenlere sitem! Ve ah o sevgi türkülerini kimlerin yazıp kimlerin söylediği!

“Harf öğretene köle olayım” diyen talebelikten; “harf öğrettiğim kölem olsun” demeye geçen ulemalık!

Töre devletinin bir ezeli düşmanı sosyal sınıf; diğeri “kabilecilik” diyen “hikemi adalet”. Hakikate afet cehalet. Ezberle erdem olsa hafızların peşinde kurtulabilecek olan gaflet. Mahrumiyet ve mahkûmiyetten değil mesuliyet ve muhabbetten öğrenmeye hürmet. Sözdeki mana kalbe doğmadan geçmeyecek olan cehalet. Sekülerliğin sırrını Nietzsche’den ulemaya taşıyan adalet.

Daha mı?

“Ey iman edenler iman ediniz” diyen Rab’den başkasının aklı peşine gitmek bir yana; kendi aklının peşine bile yenilenemeden gitme diyen enginlik.

Siyaset gibi bir dinamiğin tazelenerek ilerleyen bilgisinin yanında; kadim olana verilen değer.

“Töre” ve ümmetin kıymetli tavsiyesi “orta”. Dillenmese de “Anlama Krizi”nin biricik panzehri olduğu her satır arasına serpilen “orta”.

Birer prototip etrafında homojenleşme sağlayarak hayat bulamayacak olan idrake sahipken; yoga ile dağ başlarında, hayatın anlamını bir başına da bulamayacak olmayı gören kıymetli “orta”…

Mütefekkirlerimizden keramet makinası olmaları kaydı ile dinlenecek söz var zannedenlerden dertlenirken; mütefekkirlerin anlağımızdaki değerinin ihmalinden de imtina eden “orta”…

İslam dünyasından, Doğu’dan, Batı’dan, tarihin falan döneminden, intikam duygusundan ya da matem kültüründen gelen ezberden doğan azap.

“Kör ve sağırların, nesnelerin şehadeti makbul; Hz. Ali gibi, ‘Görmediğim Allah’a tapmam’ diyen şahitlerin şehadeti meşkûk!” tavrına öfke ile ilişen ünlem!

*****

Taassubu sadece dinden hatırlayanlar buna siz de yanın biz de yanalım kitap konuştukça.

“Cehil ile yapılan ibadettense ilim ile uyumayı tercih ediş”teki dehşetli ikaz; bu ikazı duymaktan alınan diklemesine haz.

Sefa geldin…

*****

“…Tövbeler

Gerçeksiz

Cübbeler

Yüreksiz

Cezbeler

Şimşeksiz…” olmasın diye büyümek gerek ise;

“Büyümek kişilik edinmek; kimlik buhranına kişilikten başka ne gerek!”

*****

Bu yüzden; “Toplumun beka sırrını taşıyan bu insanların kadrini bilmek, bir tür yükseliş garantisi de taşır içinde” derken Sait Başer hocamız kimi kastediyor bilmiyoruz ama biz, okuduğumuzdan, dimağımızın yettiğince, kendisinin sırrına talip etmek isteriz naçizane kendimizi ve memleketimizi.

Ve “uzak olmasın” dilediği günlerin temeli, 30 yıldır Oğuz çocuklarını uyandırmaya çalışan çabasından dirilsin dileriz.

Her denizin kıyısı kendine liman. Her kıyının denizi kendine mavi…

Bu deniz bize mavi; bu mavi bize deniz; bu kıyı bize liman!

*****

Sait Başer, Anlama Krizi, Post Yayın, İstanbul, 2017, 214 s.