Pazar günkü yazımda "Kültür devrimini neden gerçekleştiremiyoruz?" diye sormuştum.
Pazar günkü yazımda “Kültür devrimini neden gerçekleştiremiyoruz?” diye sormuştum. Tesadüf bu ya Meltem Cumbul’un Semih Kaplanoğlu’na yaptığı terbiyesizlik ve nefret suçu sayılabilecek o hareket hemen akabinde oldu. Hayatında sanat anlamında hiçbir başarısı olmayan ve gündeme sadece magazinel olaylarla gelen birisinin Kaplanoğlu gibi dünyaca ünlü bir yönetmenin elini sıkmaması Kaplanoğlu’nun kazancıdır. Burası ayrı bir konu. Ama bizim meselemiz daha başka.
Ne yazık ki “sanat” (neresi sanat oluyorsa!) sektörü Meltem Cumbul’ların elinde. Şöyle bir izlediğiniz dizilere, filmlere, okuduğunuz kitaplara, dinlediğiniz müziklere bakın Meltem Cumbul’lardan çok göreceksiniz. Sadece bunu da değil. Bu tarz kişileri destekleyen birçok kişiyle de karşılaşacaksınız. Zaten Meltem Cumbul’da işgal ettiği o alanda o hareketi yaparak destek bulacağını ve kendi camiası tarafından alkışlanacağını biliyordu. Evet ne yazık ki, “kahraman” olacağını tahmin ediyordu. Çünkü içinde bulunmuş olduğu sektörün beslendiği alan bu. Kendi zihniyet dünyasından başka herkesi ötekileştiren bu sektöre Semih Kaplanoğlu gibiler fazla geliyor desek yanlış olmayız. Nitekim geldi de.
Meltem Cumbul ve Meltem Cumbul’lar, bu ülkeye ait ne varsa her şeyden nefret ediyorlar. Bu ülkede doğmaktan, yaşamaktan, kendi zihniyeti dışındaki insanlarla aynı havayı solumaktan, onlarla eşitlenmekten, kısacası buraya dair ne varsa her şeyden nefret ediyorlar. İnsanlardan nefret ediyorlar, bu da yetmiyor, insana dair hangi insani temel varsa onlardan da nefret ediyorlar. Çünkü bu topraklara aidiyetleri olmadığı gibi insana dair bir aidiyetleri de yok.
Kural çok basit. Onlar gibi düşünüyorsan varsın, onların aksine bir şey söyledin mi yoksun, ezilmelisin! Bu bir zihniyet meselesi. Aşamadığımız ama aşmak için ortada birçok sebebimiz ve potansiyelimiz varken başaramadığımız bir gerçek bu. Sanat adına dünya çapında tek bir ürünü olmayanların gözden düşmemek adına, ötekileştirme ve nefret üzerine kurduğu hayata ruhunu satmanın manzaraları bunlar. O ötekileştirdiği, kendisini herkesten üstün gördüğü, kendini reddettiği ve “özgürlük, çağdaşlık” gibi kavramların altında nefretin esiri olmanın hikayesi bu. Ne bugün başladı ne de yarın bitecek. Ne bugün varlardı ya da ne yarın yok olacaklar. Var olma mücadelelerindeki temel eksende kendisinden olmayanları dışlayarak, onları nefret suçlarıyla ayrıştırarak alkış alacaklarını bildikleri için sektörün efendilerine yaranacaklar, kendilerini bu şekilde göstererek “sanat” kılıfının içinde insan olmaktan çıkacaklar. Amansız bir esirliğin hazin hikayesi olsa da gerçek bu.
Semih Kaplanoğlu dünyaca ünlü bir yönetmen. Dünya çapında aldığı ödüller ortada. Onunla selamlaşmayanın “eşitlikten ve ötekileştirmeden” bahsetmesi de faşizmine kılıf uydurarak işgal ettiği alanı kurtarma mücadelesi. Asıl mesele ise kendisinden aykırı düşünenleri kendiyle eşit görmeme, onları ötekileştirerek artık iyiden iyiye kaybettikleri alanı nefret suçlarıyla sağlamlaştırma derdi. Eğer bir derdimiz varsa, gerçekten insanca yaşamanın mücadelesini vermek istiyorsak oturduğumuz yerden öfkelenmenin kimseye faydası yok. 24 Kasım’da vizyona girecek olan Semih Kaplanoğlu’nun Buğday filmine giderek kapalı gişe oynatalım. Çünkü bu saatten sonra artık o film sadece Kaplanoğlu’nun değil, Cumbul’ların zihniyeti karşısında ezilen herkesindir. Ve bir filmden çok daha fazlasıdır.
AK Partili belediye başkanlarının istifası
İBB Başkanı Kadir Topbaş’tan sonra Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş de istifa etti. Söylenenlere göre AK Partili belediye başkanlarından istifaların gelmeye devam edeceği söyleniyor. Bununla birlikte AK Parti’nin kongreleri de devam etmekte. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi partide bir yenilenmenin olmazsa olmaz olacağı bir sürece giriyoruz. 2019 seçimlerine kadar AK Parti’de toplumun arzu ettiği bir düzeyde yenilenme ve yeni bir sinerji olmazsa seçimlerin hüsran olacağı açık. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun farkında olduğu için eleştirilerini kamuoyuyla paylaşmaktan çekinmiyor, milletiyle bu noktada istişare ederek güzel bir süreç yürütüyor.
“Defolu kişilerle yol yürümeyiz” diyen bir Cumhurbaşkanı’nın daha net konuşmasına gerek yok. Üstüne alınmıyormuş gibi gözükenler ve rahat davranışlar içerisine girenler bu lafı üzerine alınsa iyi olur.
MTV… Hele şükür!
Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girmeseydi ne olurdu bilmiyorum. MTV ile ilgili olarak düşünülen yüzde 40’lık zamda geri adım atılmış durumda. AK Parti’nin kurmayları şunu iyi bilmeli ki özellikle orta sınıfın cebiyle oynanacak her karar geri teper. Her ne kadar ilk açıklamadan sonra tam üç kez ağız değiştirsen de bu durumu kurtaramazsın.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devreye girmesiyle MTV ile ilgili olumlu gelişmelerin olacağı açık. Ama bu mesele pek fazla gündem etmediğimiz başka bir konuyu gündeme getirmiş oldu. O da artık adil vergi dağılımıyla ilgili yeni bir düzenlemenin hayata geçmesi. Farklı arabalara binip aynı tarife üzerinden alınan vergilerin pek adil olmadığı açık. Gerek gelire göre gerekse arabanın modeline ve yaşına göre bir vergi sistemine geçilmesi şart. Ama bu karardan geri adım atmaya sebep olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da teşekkür etmek boynumuzun borcu.