Irmak, geçtiği yerlerdeki toprakları besler.
Cennette dört ırmağın olduğu söylenir. Bu ırmaklar su (hayat) ırmağı, bal (sağlık) ırmağı, şarap (aşk) ırmağı ve ilim (bilgi) ırmağıdır. Burada önemli olan kavramların (su, bal, şarap ve ilim) ne olduğundan çok, başta ilim-bilgi olmak üzere bu kavramların “ırmak” kavramıyla birlikte anlatılmasıdır. “Göl” veya “deniz” yerine “ırmak” kavramının kullanılmasının satır arasında “akış” ve “durağan olmama” hâline işâret vardır.
Bu akış hâli, bilgi açısından bakıldığında daha belirginleşmektedir. Irmak metaforuna ayrıntılı baktığımızda, ırmağın kaynağı (göze) ve ırmağın yatağı da ortaya çıkmaktadır. Irmak, kaynağından yeryüzüne çıktıktan sonra yatağında bir akış hâlindedir. Bu akış, ırmağın geçtiği topografyaya göre yavaşlayıp hızlanabilir. Bu akışta sülâleler, vâdiler, ovalar vardır. Irmak yatağının bâzı yerlerinde başka sularla birleşir. Suyun dibisi artar. Su bâzen bulanıklaşır.
Irmak, geçtiği yerlerdeki toprakları besler. Irmak âdeta “tabiatın Hızır’ı”dır. Kelime anlamı “yeşil” olan “hızır”, bir peygamber veya “kendisine bilgi verilen kişi” olarak bulunduğu yere canlılık, hayat getirirken, ırmak da geçtiği yerlere canlılık, bereket, bolluk getirir. Şehirlerin çoğunlukla ırmak kenarlarına kurulmuş ve kuruluyor olması tesâdüfî değildir. Deniz kenarındaki yerleşim alanları bile ırmaklardan uzak değildir. Dünyânın en büyük ırmağı olan Nil Nehri’nin Akdeniz’e döküldüğü yer bunun ispatıdır. Uzun bir sâhil şeridine sâhip olan Mısır’da Kahire şehri sahil şeridinde başka bir yerde değil de Nil deltası üzerinde kurulmuştur. Kahire’yi binlerce yıllık bir şehir yapan Akdeniz sâhilde bir şehir olması değil, Nil’in doğduğu Etiyopya’dan başlayarak bütün kollarıyla Uganda, Kenya, Tanzanya, Kongo, Ruanda, Burundi, Sudan’dan geçip Mısır sınırlarına girip toplam 6650 kilometrelik yolculuğuyla Kahire’ye getirdiği canlılıktır.
Bilginin kaynağı
Suyun yeryüzüne çıkmadan önce yeraltında birikmesi gibi, bilgi de bir süre insanın içinde damla damla birikir. Bulunduğu yere sığmayıp taşan su gibi, bilgi de bir süre sonra dışarı çıkar ve bir serüvene başlar. Bu serüven, yatağında akan nehir gibi uzun, sürekli akış hâlinde olan ve göldeki suyun aksine durağan olmayan bir süreçtir. Göller bile onları besleyen akarsu yoksa oluşamaz veya kuruyup yok olurlar.
Bilginin yatağı
Suyun ırmağın yatağında akıp geçtiği yerlere canlılık, hayat ve bereket getirmesinin diğer tarafında, bu akışta kendini farklı noktalarda besleyen akarsularla birleşmesi vardır. Bilgi de böyledir. Öğrenilen bir şey, olduğu gibi kalır artmazsa, yeraltı suyu gibi insana yarar sağlamaz. Kullanılmayan kuyular da bir süre sonra kurur gider. Oysa bilgi, akış hâlinde olmalıdır ki hem beslensin hem de beslesin. Su, hareketliyle enerji üretir. Bilgi de kişiden kişiye, ülkeden ülkeye, dilden dile, coğrafyadan coğrafyaya hatta bir çağdan sonraki çağlara taşındığında varlığını sürdürebilir.
Kitapların elle çoğaltıldığı dönemlerde, sayfaların kenarında alınan notlar, kitap çoğaltılırken metnin içine eklenir ve kitaptaki bilginin varlığını sürdürürken aynı zamanda artması sağlanırmış. Şimdi ise bu, telif hakkı sebebiyle sâdece kitabın yazarı tarafından kitabın sonraki baskılarında yapılıyor.
“Biliyorum limanı”
Gemiler, limanda bağlı durmak için değil, denizlere açılmak için yapılır. Deniz, liman gibi güvenli değildir, ama limanda bağlı duran gemi çürür gider. Bilginin akış ile olan ilişkisi “biliyorum limanı”ndan, benliğini bu limanda bırakarak çıkıp, arama, araştırma, yanılma, yanlış yapma, kaybolma riskini göze alma serüvenini de ihtiva eder. Bu serüven içinde kişi, “biliyorum” deyip kapıldığı enâniyet sarmalından kurtulur. Ötekini, ötedekini tanır. Boyunun ölçüsünü alırken, bilgisinin de ölçüsünü ve boyutlarını öğrenme ve nereye ulaşabildiğini test etme imkân ve şansını elde eder.
Irmaktaki taşların hep yuvarlak olması gibi, bilgi de akış süresinde köşeli, keskin, pürüzlü hâlinden kurtulur. Diğer taşlarla çarpışa çarpışa pürüzlerinden kurtulup yuvarlaklaşan taş gibi, kişideki bilgi de diğer kişilerdeki bilgilerle çarpışıp pürüzlerinden kurtulur.
Ayrıca bu çarpışma ve pürüzlerden arınma yeni bilgilerin ortaya çıkması için kıvılcım oluşturur. Nâmık Kemâl’in dediği gibi “bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar” (hakikat fikirlerin çarpışmasından doğar). Oysa akış hâlindeki ırmakta değil de, durgun bir gölde taş, başka taşla çarpışamaz ve yosun tutar. Limanda duran geminin güvende ama işlevinden uzak olduğunda çürümesi gibi, bilgi de akış içindeki serüveni ile sürekli artarak, sürekli çoğalarak ve en önemlisi de sürekli güncellenerek varlığını devam ettirir. Irmak sığ veya derin olabilir, hızlı veya yavaş akabilir ama durmaz. Yusuf Has Hâcib’in küçüğü olmaz dediği dört şeyden biri olan bilgi, nicelik olarak kısa bir cümle hatta birkaç kelime içinde de olsa, nitelik olarak varlığını ve önemini sürdürme açısından değerini hiç kaybetmez.