Bilginin insan için ne kadar önemli olduğunu, bilgiye özel bir düşünme şekli oluşturup ona isim verilmesinden anlayabiliriz.
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı eserinde “dört şeyin küçüğü olmaz” deyip bu dört şeyden birini “bilgi” olarak tespit ederken, Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözünü dikkate almamış olamaz. Hz. Ali’nin bu sözü şerh edilirken o bir harfin, aslında tek harf olarak elif harfi olduğu ve zâten elif harfi lâyıkıyla öğrenilirse her şeyin öğrenilmiş demek olacağı, yorumu da yapılır.
Bilginin insan için ne kadar önemli olduğunu, bilgiye özel bir düşünme şekli oluşturup ona isim verilmesinden anlayabiliriz. Epistemoloji olarak adlandırılan bilgi felsefesi, toplumlar ve devirler arasında bilgiye bakış farkını da ortaya koyar. Elbette bilgi, epistemoloji ile var olmuş değildir. Tıpkı yerçekimi kanunun keşfedilmesinden önce de yerçekimi olması gibi, bilgi de, felsefesi yapılmadan çok önceden beri vardır.
İnsanlık târihinin ilk insanla başlatılması gibi, bilginin de ilk ortaya çıkışını insan ile başlatmak yanlış olmaz. Ancak ilk zamanlardaki bilgi ile günümüzdeki bilginin nicelik ve nitelik açısından karşılaştırmasını yapmak da doğru olmaz. Burada konumuz açısından altı çizilmesi gereken husus, bilginin insan tarafından edinilme şeklinin zor, hızının ise yavaş olmasına rağmen, bilginin edinen kişi, edinilen ortam ve zaman açısından önemli olmasıdır. Bilgi, ne zaman ve ne kadar zor ve az edinilirse edinilsin her hâl ü kâr da önemli ve değerlidir. Hatta bilginin, kişisel târih açısından da, ilk önce çok zor ve çok az edinilmesi, daha sonraki yıllarda edinilen bilgiye hazırlanan zemin açısından kaçınılmaz bir mücâdele tecrübesidir.
Bilginin artan edinilme hızı
Bilgi artık çok çabuk ve kısa zamanda çok edinilebiliyor. Ama bu kadar çok bilgiye çabuk ulaşmak, çoğu zaman kişiyi onu kullanamaz hâle de getirebiliyor. Çok değil sâdece kırk elli yıl önce, saatlerce süren kütüphâne araştırmasıyla ulaşılan kitabın günler süren okuması ile edinilecek belli bir paragraflık bilgi, artık ulaşılmasının kolaylığı sebebiyle önemsiz hâle gelmekte ve ulaşan kişiyi de – bilgi ne kadar çok ve önemli olursa olsun – bilgiye önem ve değer vermez hâle getirebilmektedir.
Bu açıdan bakıldığında bilginin edinilmesinin başımızı döndürdüğünü ve bunun özne ile nesne arasındaki ilişkiden doğan sonuç olarak tanımlanan bilginin özne ile nesne arasındaki ilişkinin varlığını tehdit ettiği söylenebilir. Yâni bilgiye kısa zamanda, kolayca ve çok ulaşmak aslında bilginin değerini düşürmektedir. Bir başka deyişle hız, trafikte olduğu gibi, bilgiye de ölüm getirmektedir.
Az olsun öz olsun
Yusuf Has Hacib’in, bilginin azı olmak derken, o zamânın imkânları açısından bilgiye “müminin yitiği” olarak bakmış olması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla bilginin ne kadarına ulaşılırsa kârdır. Hatta bilginin değer ve ağırlığı açısından, bilginin yavaş yavaş ve sindire sindire alınması elzem olabilir. Aksi takdirde günümüzde sosyal medyada mâruz kaldığımız ve lafın gelişi “bilgi” denilen yalan-yanlış haberlerle somut algı becerilerimiz bir tarafa, bilgi ile olan zihinsel ve ruhî ilişkimiz de içinden çıkılmaz bir hâl alabilir.
Bilgi yük olursa
Burada bilginin, edinilme şekli, doğruluğu, kimden, nasıl, ne şartla edinildiği, geçerliliği ve mahremiyeti gibi birçok etken devreye girmektedir. Bu etkenlerin göz ardı edilmesi, bilgi olduğu zannedilen duyum ve gözlemlerin bilgi edindiğini düşünen kişiyi özne olmaktan çıkarma tehlikesini berâberinde getirir. Kişi böylece özne olarak bilgiyi bilinçlenmek için kullanıp kendi dağarcığının kazanç hânesine yazmak yerine, zamanla mevcut bilgi birikimini de kullanamaz hâle gelmektedir. Bu da yeni bilgilerle tâzelenmesi ve güncellenmesi gereken bilgilerin ne atılabilen ne de satılabilen, eski ve işe yaramaz eşya gibi kalabalık yapması demektir. Bu eşyâlar içinde hareket edemez hâle gelen hâne sâkinlerinin evin sâhibi olmaktan evin eşyâsı olmaya dönüşmesi gibi, işe yaramayan eski ve doğrulanmamış bilgi de, teslim aldığı kişiyi nesne yapar, yâni “şeyleştirir” ki, zâten “eşya” kelimesi “şey” kelimesinin çoğuludur. Bu durumda kişi, semerine kitap yüklenen merkepten farksız hâle gelir.
Bilgi karşısında nesneye dönüşen kişiyi bekleyen bir başka tehlike de, çöp evlerde yaşayanlar gibi, elindekiyle kimlik ilişkisi kurup ondan vazgeçememek ve taassuba düşmektir. Kendini mevcut bilgi varlığı üzerinden tanımlayan ve kimliklendiren kişi aslında deprem çantasındaki sürekli tâzelenmesi gereken besinlerin bayatlamış ve tüketilemeyecek durumdaki hâllerine hamallıktan başka bir şey yapmamaktır. Fikir sâhibi olmanın fikrin sâhibi olmak olduğunu idrak edemeyip, kendini bir fikre teslim etmek de bu hamallığın saplantılı bir sonucudur.