Bu prangadan kurtulabilirse yeni dünya için en güzel hikâyeleri yazacak ülke Türkiye olacaktır.
“Koronavirüsün yarattığı büyük fırsat” başlıklı bir önceki yazımda son yıllarda bize büyük sorunlar yaratan ABD ve bazı Avrupa ülkeleri salgınla boğuşmasının Türkiye’nin Körfez ülkeleri, Ortadoğu ve Arap coğrafyası ile ilişkilerini yeniden düzenlemesi ve bu bölge ile ilgili sorunların çözümü konusunda inisiyatif alması açısından büyük fırsat yarattığını dile getirmiştim.
Yazıda ayrıca virüs nedeniyle Batı blokundaki çatırdamalara dikkat çekerek Türkiye’nin Avrupa ile İslam coğrafyası arasında köprü vazifesi görecek kilit bir ülke konumuna gelebileceğine dikkat çekmeye çalışmıştım.
Bu konuyu biraz açmak istiyorum.
Zira “Koronavirüs sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” yönündeki söylemlerin bir kısmını abartılı ve gerçeklikten uzak bulmakla birlikte kısa, orta ve uzun vadede dünyada ciddi değişikliklerin olacağını düşünenlerdenim.
Ki fazla yara almadan çıkması halinde bu sürecin Türkiye’ye ciddi fırsatlar sunduğu kanısındayım.
Şöyle ki…
Öncelikle salgın sonrası tüm dünyayı ciddi bir ekonomik kriz bekliyor ki, bu krizin kısa vadede birçok ülkede ciddi sorunlara, bu sorunların da dar milliyetçi görüşlerin daha yükselmesine neden olacağını düşünüyorum.
Şüphesiz ki bu durum etkisini en fazla Avrupa ülkelerinde hissettirecek ve güçlü bir çıkış yolu bulamaması halinde orta vadede Avrupa Birliği’nin yerinde yeller esmesi kaçınılmaz hale gelecek.
Dünyanın geleceğinin seyri konusunda en önemli ülkelerden birisi de şüphesiz ABD’dir.
Virüsün merkezi haline dönüşen ABD’nin de bu süreçten büyük bir yara alacağı kuşkusuzdur.
Buna rağmen önümüzdeki kasım ayında yapılacak seçimlerde Trump’ın yeniden başkan seçileceğine dair öngörüler giderek artıyor.
Trump’ın ikinci döneminde Neoconların etkisinin giderek azalması, gerek ekonomisini toparlama gayretleri gerekse de “Önce Amerika” yaklaşımı nedeniyle ABD’nin daha fazla içe kapanma yoluna gitmesi söz konusu olabilir ki bu süreç beraberinde ABD’nin Ortadoğu ve Arap ülkeleri üzerindeki etkinliğinin kırılmasını da getirebilir.
Trump’ın göreve gelmesiyle ABD ile Avrupa arasında başlayan çatlaklar ise giderek açılabilir hatta bu ilişki tümden kopa da bilir.
Dolayısıyla bu süreçte ABD’nin küresel hegemonyası önemli ölçüde sınırlanabilir.
Bu da dünyada “güdümlü terör yapılanmalarının” zayıflamasını sağlayabileceği gibi, ülkelerin kendi geleceklerine yön vermelerine de ciddi fırsat sunacaktır.
Virüsten çok fazla etkilenmese bile Ortadoğu ve Arap coğrafyasındaki gerek zengin, gerekse de fakir ve iç karışıklıklarla boğuşan ülkeler ABD sonrası yön bulma arayışlarına gireceklerdir.
Gel gelelim bu süreçten en kârlı çıkacak iki ülkenin Çin ve Rusya olacağını düşünüyorum.
Her iki ülke de ABD’nin zayıflaması ve Avrupa’nın dağılma sürecine girmesiyle birlikte güçlerini ciddi şekilde tahkim edebilir.
Ancak her iki ülkenin de virüsün sarstığı insanlığa bir ışık olabilecek bir hikâye yazabilmekten uzak olmaları nedeniyle güç olma dışında dünyaya yön verecek bir etki uyandırma ihtimallerini görmüyorum.
Tüm bu yaşanacaklar dünyada insanlığın kurtuluşu için yeni arayışları beraberinde getirecektir ki sözünü ettiğimiz, “Virüsten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemleri bu arayışların şimdiden başladığının bir göstergesi zaten.
Kanımca bu arayışlar en çok, virüsün en sert şekilde vurduğu Avrupa’da yaşanacaktır.
Dediğimiz gibi virüs sonrası kısa vadede Avrupa’da içe kapanmacı aşırı milliyetçi akımları yükselse de aynı süreçte başlayacak ve hatta başlamakta olan insanlığın kurtuluşuna dair insancıl teoriler orta vadede güç bulabilir ve bu da yeni bir Avrupa’nın temellerini şekillendirebilir.
Bu süreçte Avrupa’da en çok tartışılan konulardan birisinin bu ırkçı ve milliyetçi akımlarla mücadelenin yanı sıra İslam coğrafyasına yönelik yaklaşımlar olacaktır ki buradan Avrupa’nın İslamofobik yaklaşımlarından ders çıkararak İslam dünyasına yönelik barışçıl bir yönelime evirilmesi mümkün olabilir.
Elbette bu süreçte İslam coğrafyası da kendi içinde kendi muhasebesini yaparak barışçıl Avrupa ile daha çok yakınlaşma içine girebilir.
Kanımca koronavirüs sonrası orta ve uzun vadede dünya için bir kurtuluş reçetesi sunabilecek en ciddi yaklaşımlar bu Avrupa ile İslam coğrafyasının yakınlaşması anlayışından çıkacaktır.
O nedenle sadece ülke çıkarları açısından değil yeni dünyaya yön verme açısından da Türkiye’nin bu süreçte kilit bir rol oynayabileceği kanısındayım.
Bu süreçte Türkiye’nin en büyük talihsizliği, ayaklarına dolanan “ayrışmışlık prangası”dır.
Bu prangadan kurtulabilirse yeni dünya için en güzel hikâyeleri yazacak ülke Türkiye olacaktır.