Özgürlük mü, güvenlik mi?

Koronavirüs nedeniyle birçok ülkede sokağa çıkma yasağı-OHAL ilan edildi.

Bazı ülkelerde asker sokağa indi.

Sokağa çıkma yasağı uygulanmayan ülkelerde ise zorunlu olmadıkça dışarıya çıkılmaması, vatandaşların kendilerini evlerine kapatmaları tavsiye ediliyor.

Türkiye de bu ülkelerden birisi.

Deyim yerindeyse dünya koca bir hapishaneye döndü.

Zorunlu bir hapis hayatı.

Toplumun büyük kesimi bunun gerekli ve zorunlu olduğunun farkında.

Virüsten korunmak için, virüsün yayılmasının önlenmesi için bu şart.

Yani güvenlik için gönüllü ya da zorunlu olarak özgürlüklerden fedakârlık etme durumu.

Bu, yabancısı olduğumuz bir tartışma değil.

Özgürlük mü, güvenlik mi?

Ya da özgürlük-güvenlik dengesi tartışması.

Bu ikilemi ya da tartışmayı terör saldırılarına maruz kalan ya da uzun süre terörizmle mücadele etmek zorunda kalan ülkeler hep yaşıyor.

Türkiye de uzun yıllardan bu yana terörle mücadele etmek zorunda kalan bir ülke.

PKK, DHKP-C, TİKKO, MLKP, FETÖ ve DEAŞ…

Bu terör örgütleriyle mücadelede özgürlük-güvenlik dengesi hep tartışma konusu olageldi.

Kimi zaman denge terazisi özgürlük kefesine kayınca güvenlik zafiyetleri doğabildiği gibi güvenlik politikalarına ağırlık verildiğinde kimi özgürlüklerin kısıtlanması yaşandı ki bu da iktidarların anti-demokratikleşmesi tartışmalarına yol açtı.

Bu konuda en yoğun eleştiriler Türkiye’nin üyesi olmaya çalıştığı Avrupa Birliği’nden geldi.

Türkiye’nin gerek yasal düzenlemeler konusunda gerekse de uygulamada özgürlükleri önceleyen bir yaklaşıma girmesi isteniyor.

Aynı şekilde ülke içinde de gerek kimi muhalefet partileri gerekse de bazı sivil toplum örgütleri de benzer eleştiri ve taleplerde bulunuyor.

İktidar ise terörle mücadeleyi zafiyete uğratabileceği gerekçesiyle bunları reddediyor.

Türkiye’de demokratik hukuk sisteminin tümüyle oturmadığı, başta adil yargılama olmak üzere zaman zaman kimi hak ihlallerine rastlanabildiği bir gerçek.

Dolayısıyla bu eleştirilerin bir kısmının haklılık payı var şüphesiz.

Öte yandan Türkiye’ye yönelik eleştirilerin büyük kısmının art niyetli olduğu ve teröre alan açma amacı taşıdığı gerçeğini de not edelim.

Bu yazıdaki konumuz bunlardan ziyade koronavirüs ile mücadelede yaşanan durum ile terörle mücadeledeki özgürlük-güvenlik tartışmalarını karşılaştırmak…

Bu virüs nedeniyle birkaç bin kişinin ölümü sonrası (ki bunlar hafifsenecek rakamlar değil aksine oldukça ciddi rakamlar) özgürlükler kıtası Avrupa’nın hali ortada.

Buna karşın son 40 yılda terörden on binlerce kayıp veren Türkiye’deki özgürlük kısıtlamalarını Avrupa’nın bugünkü durumu ile kıyaslamak abesle iştigal olur.

Mesele yaşam hakkı ise terör de en az bu virüs kadar hatta daha ölümcül.

O nedenle bir ülkenin vatandaşlarını virüsten kurtarmaya çalışırken teröre göz yumması düşünülemez.

Dolayısıyla bugün yaşananlar virüsle mücadelenin gerektiğinde özgürlüklerde ciddi kısıtlamalara gidilmesini gerektirdiği gibi aynı şekilde terörle mücadelede de zaman zaman bu yollara başvurulmasının gerekliliğini teyit etmiş oldu.

Yani güvenlik yoksa özgürlük de yok demektir.

Öte yandan toplumların bir bütün olarak mücadele etmeleri halinde virüsün yenilebildiğinin ortaya çıkması, terörle mücadelede de aynı yaklaşımın sergilenmesi halinde terörün de alt edilebileceğini gösteriyor.

Maksadımız terörle mücadelede daha fazla güvenlik politikalarına yönelmesini salık vermek değil. Amacımız güvenlik-özgürlük dengesi tartışmasında güvenliğin de en az özgürlük kadar hatta daha önemli ve öncelikli olduğuna dikkat çekmek aynı zamanda toplum olarak el ele verilmesi halinde terör virüsüyle de baş edilebileceğine dair niyetimizi beyan etmek.

Sanıyorum bu korona meselesi gündemden düştükten sonra virüsle mücadele yöntemlerinin terörle mücadeleye uyarlanması tartışmalarına sık sık tanık olacağız.