Batı'nın vahşet ve nefret kültürü, Yeni Dünya'da da devam eder.
Batı dünyâsı yâni, fizikî olarak Avrupa ve Kuzey Amerika’yı ve kültür olarak Japonya, Avustralya’yı da içine alan ve “uygar” olduğu iddia edilen ülkeler; insan, hayvan ve bitki demeden gezegenimizdeki tabiat sistemini yok etmek için bildiğini okuyor ve hatâlarından ders almıyor. Daha da kötüsü, dünyâdaki sâdece insanlara değil, diğer canlılara da emperyalist ve sömürgeci davranıyor ve kendi emellerine hizmet etmekten başka yaşama şansı vermiyorlar.
Kediler ve veba
Kediler, Hristiyanlıkta uğursuz kabul edilir. “Kara kedi”nin kötü şans getirdiğine dâir bâtıl inanç, Hristiyan misyonerler tarafından dünyâya yayılmıştır. 14. yüzyılda papalık tahtında oturan 9. Gregory, kedilerin hayvan kılığına girmiş şeytan olduğu gibi bağnaz bir inanca sâhipti. Bütün papalardan daha yobaz olan Papa 9. Gregory’nin kedileri şeytan ilan etmesinin ardından Avrupa’da yüzbinlerce kedi katledilir. Bir süre sonra “Kara Ölüm” diye bilinen veba salgını baş gösterir. Çünkü doğanın dengesi bozulmuştur ve veba mikrobunu en çok taşıyan ve yayan hayvan olan fârelerin sayısı hızla artar. Bu bağnaz düşünce sebebiyle 1347-1351 yılları arasında Avrupa’nın o dönemin nüfûsunun üçte biri (yaklaşık 25 milyon kişi) ölür ve Avrupa şehirlerinin sokakları insan cesetleriyle dolar. Kedilerin katledilmesi, doğanın dengesinin insan eliyle bozulmasının nelere sebep olabileceği konusunda elim bir örnek olmuştur.
Bizonlar ve Amerika
Batı’nın vahşet ve nefret kültürü, Yeni Dünya’da da devam eder. Amerika’ya ayak basan Avrupalı çapulcu sürüsü, o zamanlarda tahminen 50 milyon civârında Kızılderiliyi “düzenli ve sistematik” şekilde katleder ve soykırım yaparlar. ABD hükûmeti, Kızılderililerle mücâdele etmek için “kelle avı” başlatır ve her Kızılderili kafasına 5 ABD doları ödül verir.
Ama vahşet gün geçtikçe büyür ve Kızılderililerin en önemli besin kaynakları olan bizonları kitleler hâlinde katledilir. Amaç, silah ya da salgın hastalıklı battaniye vererek öldüremedikleri Kızılderilileri, açlığa mahkum etmektir. Böylece öldürülen bizonlar yüzünden kemik dağları oluşur.
Develer ve Avustralya
Avrupa’dan ipini koparıp yeni keşfedilen topraklara kaçanların istila ve işgâl ettikleri diğer bir kıta, Avustralya’dır. Avustralya, son bir hafta içinde tüm dünyâya iki farklı duygu yaşatmıştır. Portekiz’in yüzölçümüne eşit bir alanın yanması ve yarım milyar havyanın ölmesine sebep olan yangının, kuraklık olduğu söyleniyor. Medyada paylaşılan kanguru ve koala fotoğrafları hepimizin yüreğini burkmuştur.
Ancak Avustralya hükûmetinin aldığı karar, “Batılı vahşet damarı”nın bir daha ortaya çıktığını gösterdi. 10 bin devenin helikopterden silahla öldürülmesi karârının açıklaması “çok su tükettikleri için” olarak yapıldı. Oysa develerin yaşadığı bölge, kuraklığın yaşandığı bölgeye çok uzakta ve kıtanın diğer ucunda bulunuyor. Batının “çifte standart” hastalığı develerde de ortaya çıkıyor.
Zâten ABD hükûmeti, Kızılderilileri katlederken, okyanusun diğer ucundaki Avustralya’da da o toprakların gerçek sâhipleri olan Aborijinler de soykırıma uğruyordu.
Ama deve katliamından önce gündeme gelmeyen vahşi kedi katliamı karârı gereğince Avustralya hükûmeti 2020 yılı sonuna kadar iki milyon vahşi kedi öldürmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca deve katliamına verilen tepkilere kulak tıkayan Avustralya, 16 milyon dolar bütçeli deve katliamına vahşi atlar da dâhil edilmiş durumda.
Kedileri bilmem ama, develerin ve atların öldürülmesi, salgın hastalıkların çıkmasına sebep olmayacak. Ama katliamın mâzereti, su tüketimini azaltmak ise, çok daha fazla su tüketen büyük büyük baş ve küçük baş hayvan nüfûsuna dünyâda en çok sâhip ülke olan Avustralya’nın daha akıllıca bir açıklamasını yapmasını beklenir. Tâbi bu sâdece “insancıl” bir beklenti; Batı’nın işine gelmeyecektir.