Dünyada, geçen yıl hangi sektör ne kadar karbon salmış, veriler açıklandı.

Rakamlar iç acıtıcı. Nedenlerini devamında tartışacağız. Ama önce rakamlara gidelim.

2023 yılında dünyanın toplam Sera Gazı emisyonu 57 milyar ton!

Bu miktar, sadece Karbondioksit (CO2), içeriği değil. Metan (CH4), Nitröz Oksit (N2O), Hidroflorür karbonlar (HFCs), Perfloro karbonlar (PFCs), Sülfürhekza florid (SF6) gibi gazların atmosfere salımına sera gazı emisyonu deniyor.

Peki hangi sektör ne kadar pay sahibi?

*Tarımdan kaynaklı sera gazı salımı; tüm emisyonun %11’i!

*Binalar tüm dünyadaki sera gazının %6’sının sebebi! (Isınma/Soğutma)

- Fosil yakıtlardan enerji üretimi: %26 (Kömürden-doğalgazdan elektrik üretimi gibi)

- Ulaşım: %15

- Sanayi: %11

- Yakıt üretimi: %10

- Sanayi süreçleri: %9

- Arazi kullanımı ve ormanlar: %7

- Atık ve diğer: %4

Her alanda sera gazı salımı yaşanıyor. Sonuçlarını türlü iklim felaketleriyle yaşamaya başladık. Küresel ısınmayı önlemek için bütün dünya elbirliğiyle çalışıyormuş gibi yapıyor, hala yetersiz.

Bir yandan sel felaketleri oluşturan yağmurlar, bir yandan yağışsız ayların getirdiği kurak bölgeler ve kıtlık endişesi… Orman yangınları, heyelanlar, denizlerdeki ısınma da cabası…

Çare belli, yeşil dönüşüm, hem de her alanda…

Elbette öncelikli alanlar var ama karbonsuz yaşama yönelmek seçenek değil zorunluluk.

***

HİDROJEN VE ENERJİNİN YEŞİLİ

İTÜ Enerji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Adnan Midilli, “yeşil hidrojen günümüzde en pahalı hidrojen türüdür” diyor.

Hidrojen evrenin yüzde yetmişini oluşturan atom. En küçük molekül. Doğada hiç yalnız dolaşmıyor.

Biz de en bilinen bileşim, suyu atomlarına ayrıştırarak hidrojen elde ediyoruz.

Suya elektrik veriliyor. Elektroliz adlı bu yöntem ile saf hidrojen ve oksijen açığa çıkıyor.

Hidrojeni yakalıyor, sıvı ya da gaz haliyle depoluyor, transfer ediyor, dönüştürüyor, kullanıyoruz.

Hem yakıt olarak hem enerji depolayıcı olarak.

İşlemde kullanılan elektrik nereden geliyor? Yenilenebilir kaynaklardan geliyorsa, yani güneş veya rüzgar santrallerinden elde ediliyorsa, hidrojene yeşil rengi veriliyor.

Elektriğin farklı üretim yöntemleri var, doğalgazdan elde edildiyse mavi, nükleerden elde edildiyse turkuaz (yöntemine göre beyaz), kömürden elde edildiyse kahverengi diyoruz. Fosil yakıtlardan çıkmak istediğimiz için koyu renkleri zaten sistem dışı bırakmaya çalışıyoruz.

Adnan Midilli hocamız, 2020 sonrasında yapılan uluslararası anlaşmalara atıfta bulunuyor.

Yavaş yavaş projeler hayata geçmeye başladı. Yeşil hidrojen üretimi katlanarak artıyor. Ancak maliyeti hala çok yüksek. Çünkü yeşil olması için yenilenebilir kaynak gerek. Yenilenebilir elektrik üretme yatırımı, dolaylı olarak hidrojeni etkiliyor.

Mevcut tüketim fazlası yenilenebilir elektriğin yeşil hidrojen üretimine yönlendirilmesi akılcı bir yöntem. Bunu destekleyecek mekanizma, teşvik ve regülasyonların hızla hayata geçirilmesi gerektiğini savunuyor.

İşte bu noktada da buluşuyoruz. Bu nedenle, Yeşil Hidrojen Üretim Endüstri Bölgeleri ilan edilmesi çalışması başlatıldı. Sanayi Bakanlığı konuya sıcak bakıyor.

Son olarak Alman-Türk Enerji Forumu’nda dinlediğimiz Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar da, bir dizi çalışmanın başında. Mesela, Dünya Bankası ile iş birliği içinde yürütülen son çalıştayda, hidrojene özel bir otoritenin atanması fikri gündemin üst sıralarına taşındı. Burada Adnan Midilli hocamızın uyarıları da ayrı değer kazanıyor:

*Fazla yeşil elektriğe sahip değilseniz, yeşil hidrojen sistemlerine yatırım yapmak anlamlı hale gelir. Yeşil elektrik fazlası yaratmadan yeşil hidrojene yapılan yatırımlar, sadece enerji arz ve talebi arasındaki dengeyi değil, aynı zamanda enerji ekonomisini de bozabilir.

*Endüstriyel ölçekte elektrolizör sistemleri üretecek bir endüstriyel ekosisteme sahip değilseniz, ithalata dayalı bir yeşil hidrojen ekosistemi oluşturmak bir öncelik olmamalıdır.

*Dekarbonizasyon çok önemli bir konudur. Ancak karbonsuzlaştırmanın ilk adımı yeşil hidrojen kullanmak değil, enerji verimliliği uygulamaktır. Bu nedenle yeşil hidrojen, fazla yeşil elektrik kullanılarak üretilirse karbonsuzlaştırma için anlamlı ve ekonomik hale gelir.

*Enerji bağımlılığını azaltmaya çalışan ülkeler yeşil hidrojen teknolojileri çöplüğü haline gelmemelidir. Elbette yeşil hidrojen için stratejiler geliştirilmeli ancak yeşil hidrojen politikalarının doğru zamanda hayata geçirilmesi önem taşıyor.

Yeşil hidrojen yol haritamızda, hedefler, 2030, 2035 ve 2053 yılları için dile getiriliyor.

Ancak, 2040 yılı, yeşil hidrojen ekosisteminin ve ekonomisinin en iyi şekilde deneyimlenmesi için çok önemli bir yıl olacak. Ülkemizin geleceğinde, cari açığa karşı eylemler, karbonsuzlaşma hedefleri ve elbette enerji arz güvenliği, aynı noktada buluşuyor: yeşil hidrojen gelecektir.

***

REJ MANAJ VE SPORUN RUHU

İzleyenler görmüştür; Sivasspor-Galatasaray maçında, uzatmaların da son dakikalarıydı. Konuk takım köşe vuruşu kazandı. Skor 3-2 lehine ve bir kişi eksik oynarken Barış Alper Yılmaz, köşe gönderi önünde topu saklama uğraşındaydı. Sahanın en uzak bölgesinden depar atarak gelen Rej Manaj, rakibinin ayak bileğine, hem de topla ilgisi yokken, sertçe bastı. Kırabilirdi de… Dizini de sakatlayacak kadar bacağının dönmesine neden olmuştu.

Bu, futbolda nadir rastlanan ama hepimizin görmüş olabileceği türden gaddarca bir hareketti.

Maç içinde, hele son dakikalarda, yorgunluk zirvedeyken, hırsla yapılan bu hareket, verdiği fiziksel zarar kadar üzücü taraflara da sahip.

Manaj, faulün ardından Barış kıvranarak yerde yatarken, dönüp bakmadan uzaklaştı.

Sanki ‘sen bunu hak etmiştin!’ der gibi. Soyunma odasına da gitmedi. Kimsenin samimi bulmadığı bir özür açıklaması yaptı. Gördüğü / görmediği karttan daha önemlisi işin bu yönü.

Futbol, bir zorunluluk değil. Hayatın keyif alanında, kariyer yapan isimler futbolcular. Bu kadar keyifli bir alanda, Fair Play duygusuna zerre kadar yaklaşmamak çok ayıp!

Rakibi, aynı zamanda meslektaşıdır ve futbol hayatını bitirebilecek bir hamleye maruz kalmıştır.

Spor, profesyonel futbol da olsa, Fair Play ruhundan uzak olamaz.

Rej Manaj çok yetenekli bir futbolcudur. Artık ne yaparsa yapsın iyi anılacak bir ismi kalmamıştır.

Bir kez daha eğitim eksikliği gözler önüne serilmiştir. Altyaplarda, topa vurmaktan çok daha fazlasını öğretmek gerektiği ortadadır. Fair Play, spor ahlakı, spor felsefesi gibi kavramlar, sadece futbolculuk için değil, iyi insan olmak için de önceliktir.

***

FUTBOLUN KARAR’SIZ MEKANİZMASI

Türkiye’de futbolu, TFF yönetir; Türkiye Futbol Federasyonu. Uluslararası kurallara uygun şekilde, seçimle göreve gelen özerk bir yönetime sahiptir. Saçma sapan eleştiriler ile başlarlar: o takımı tutuyor, bu takımı tutuyor. Elbette, futbolun içindeki tüm paydaşlar gibi, futbol sevgileri, kulüp aşkıyla başlar. Ve kim ne yapa eleştirilerden sıyrılamaz.

Yarın da durum farklı olmayacak. Başarısızlıkta hep dışarıya bakanların ilk hedefi TFF yönetimleri ve kurulları olacak. Çare ise bellidir: Demokratik yaklaşım. Yasalar, ilkeler, kurallardan uzaklaşmadan…

Demokrasinin özü, katılımcılık kadar şeffaflık ve hesap verebilirliktir. Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un dile getirdiği sonra çokça duymaya başladığımız ‘YAPI’ gibi oluşumlar, şeffaflık anlayışında barınamaz.

Kurumsallık, bu süreçlerin gerçekleşmesiyle güç kazanır.

Demokratik içerik, şeffaflık ve hesap verebilirlik; doğal olarak liyakat sorgulamalarını da ortadan kaldıracaktır. Aksi, kaos futboluna devam anlayışıdır. Ülkemin hak ettiği, kaos anlayışı değildir.

Kararlarını yasalar, ilkeler, kurallardan uzaklaşmadan alan yönetim, güçlü yapısıyla büyütecektir; hem maddi gücünü hem de futbol keyfini…