Geçen Cumartesi gecesi İzmir'de Fenerbahçe ve Kulüpler Birliği Başkanlığı görevlerini deruhte eden Ali Koç'a devre arasında Göztepeli bir görevli tarafından saldırıda bulunuldu.
Gün boyu İzmir polisi ile Fenerbahçe taraftarları arasında yaşanan gerginliklerden sonra bir de Başkan’a yapılan bu saldırı, ligin daha ikinci haftasında spor ve güvenlik konularında bu sene başımızın çok ağrıyacağına dair işaretlerdi. Fenerbahçe Spor Kulübü genel kurulu delegelerinin oyları ile seçilmiş ve kurumsal temsil yetkisine sahip olan bir başkanın darp edilmesi son günlerin moda diplomasi deyimi ile; kabul edilemez.
Bir de üstüne üstlük bu eylemi gerçekleştirip Ali Bey’i yerlere yuvarlayan şahıs, ilk ifadesi alındıktan sonra ceza olarak “ev hapsi”ne çarptırılınca hukuk sistemimizin “garâbetler ansiklopedisi”ne yeni bir madde daha eklenmiş oldu. Bizim geleneğimizde misafir olana hoş davranmak, ikramda bulunmak varken günümüz dünyasında ve hele ki futbolun sadece futbol olmadığını defalarca yaşayarak gördüğümüz şu günlerde, bu kabul edilemez hadiselerin yaşanmasının arka planında “tamamen duygusal” sebepler olduğunu hepimiz (teleskop, dürbün veya mikroskopa gerek duymadan çıplak gözle) görmekteyiz. 2028’e doğru hızla yeniden dizayn edilmeye çalışılan siyaset dünyası ve “piyasa yapıcı aktörler” karşılıklı safları sıklaştırıyorlar.
Konunun bir de Koç Ailesi’ni ilgilendiren yönü var ki burada iç-içe geçmiş birçok argüman yorumlanmayı bekliyor. Baba Rahmi Bey, oğul Ali Bey’in bu son itiş-kakış içerisinde darp edilmesine mutlaka çok üzülmüştür ve bunun bir daha yaşanmaması ve Ailenin toplumdaki güçlü imajının zedelenmemesi için kulüpçülüğü bırakmasını tekrar telkin edecektir mutlaka fakat Ali Bey’in Ailenin bu konudaki baskılarını bugüne kadar savuşturduğunu bildiğimizden hele ki daha yeni seçilmişken başkanlığı bırakıp Aile işlerine geri dönmesini beklemek saflık olur. İş dünyasının piyasalarda son zamanlarda yaşanan dalgalanmalardan dolayı rahatsız oldukları ve uygulanan politikalardaki iniş-çıkışları yüksek sesle dile getirdikleri şu günlerde bir de nihai tüketici olan geniş halk kesimlerinin geçim sıkıntılarının iyileştirilememesi ve zamlarla mücadele de başarısız olunması 2028’e doğru köprülerin altından daha çok suyun akacağının işareti olarak yorumlanıyor. Toplumsal fay hatlarını tetiklemenin en güçlü enstrümanlarından birisinin futbol olduğunu 3 Temmuz sürecinde gördüğümüzü biz çok çabuk unutmaya başlasak da bizi bizden iyi tanıyan “dahili ve harici bedhahlar” o istikamete doğru giden yolun taşlarını tribünleri bölerek, kışkırtarak ve ötekileştirerek dönüştürmekte çok mahirler. Fenerbahçe’nin Galatasaray ve Trabzon’la kavga ettirilmesi, Beşiktaş ile Rize’nin, Bursa ile Beşiktaş’ın aralarındaki geçimsizlikler kanatılmaya hazır çokça kabuk bağlamış yaramızın olduğunu gösteriyor.
Geçen sezonun finalinde başrolünde Ali Bey’in olduğu Seyrantepe’de yaşananların tetiklediği bir şiddet sarmalına doğru savrulduğumuzdan, “Yalı Çocuğu” yaftalamasıyla tribünlerin onun (Ali Bey’in) karşısında konsolide edilmesi ve kendisi üzerinden inşa edilen bir Anti Fener kamplaşması/kışkırtması bu sezon çok baş ağrıtacak gibi duruyor. (Ali Bey’e bir şey olmaz, olan bize olur.) Spor bürokrasisinde (bakanlık-federasyon) bunun panzehirini üretecek kapasite maalesef yok. Beştepe’nin de işi başından aşkın, 3 Dünya Savaşı kapıdayken bu kavgaya müdahil olması beklenmemeli ama gidişat da iyi değil. Umalım ve dileyelim ki kaç bin yıllık birikimin üzerine tesis edilen “Devlet aklı” bu konuda bir refleks gösterir de bunca hengâme arasında bir de bununla uğraşmayız.