Japonya'da evler her zaman dimdik ayakta. 1995 yılında 6 bin kişinin öldüğü Kobe Depremi'nden sonra çıkarılan inşaat yönetmeliği, binaların yüksekliğine göre kurallarla koruma sistemlerini zorunlu kılıyor ve bunlardan asla ödün verilmiyor.
Japonya’da evler her zaman dimdik ayakta. 1995 yılında 6 bin kişinin öldüğü Kobe Depremi’nden sonra çıkarılan inşaat yönetmeliği, binaların yüksekliğine göre kurallarla koruma sistemlerini zorunlu kılıyor ve bunlardan asla ödün verilmiyor. Yılda yaklaşık 1000 deprem yaşanan Japonya’da binaların ayakta kalmasının sırrı, 1995’te 6 bin kişinin ölümüne yol açan Kobe Depremi’nin ardından çıkarılan katı inşaat yönetmeliğinde yatıyor. Bu felaketten sonra binaları koruyacak teknolojiler geliştirmek için milyarlarca dolar harcayan ve eski binaları da güçlendiren Japonya, inşaat mühendisliğinde dünya lideri haline geldi. Japonya’nın inşaat yönetmeliği alçak, orta yükseklikteki ve yüksek binalara ayrı kurallar ile koruma sistemleri getiriyor. Üç ve daha az katlı binalarda güçlendirilmiş duvarlar ve temele belli bir kalınlıkta levhalar yerleştirilmesi şartları aranıyor. 3.5 metreye kadar olan orta yükseklikteki binalarda çok daha gelişmiş mühendislik yöntemleri uygulanırken, gökdelenler ülkenin en üst düzey inşaat mühendisleri tarafından geliştirilen yenilikçi teknolojilerle korunuyor. Japonya’da binalarda kullanılan sistemlerin başında, binalarla yeryüzünün bağlantısını kesen taban izolasyonu teknikleri geliyor. Bu sistemde, binanın temeline genellikle kauçuktan yapılan tamponlar yerleştiriliyor ve bunlar binanın titremek yerine sallanmasını sağlıyor. Binanın iskeletine yerleştirilen silindir şeklindeki hidrolik teller sayesinde de, bina sallanma sırasında temeli ile birlikte hareket ediyor ve böylece yıkım önleniyor. Esniyor, kırılmıyor. Orta ve yüksek binalarda ayrıca duvarların içinde boşluk bırakılarak metal plakalar yerleştiriliyor. Bu plakalar sarsıntıyı yayarak binanın tüm bölümlerinin aynı anda hareket etmesini sağlıyor. Orta yükseklikteki binaların temelinde teflon kancalar da kullanılıyor. Normal şartlar altında bina ağırlığı sayesinde zeminin üzerinde sabit duruyor. Bir deprem olduğunda ise bina, bu kancalar sayesinde zeminle birlikte kayıyor, sarsıntı bitince de tekrar yerine oturuyor. Çok yüksek binaların depreme dayanıklı olabilmesi için hayati olan şart da aşırı esneklik. Bu nedenle gökdelenlerde daha gelişmiş sistemler kullanılıyor, çoğu kez de birçok teknik bir arada uygulanıyor. Japonya’daki gökdelenler deprem anında iki yöne doğru en az 3 metre gidip geliyor. Yüksek binalarda uygulanan en gelişmiş yöntem temelde tampon olarak sıvıların kullanılması. Tokyo’nun en yüksek binalarından biri olan 240 metrelik Roppongi Hills Mori Tower’da, petrolle doldurulmuş tamponlar kullanıldı. Bu sistemde, petrol deprem sırasında sallantının aksi yönüne doğru akarak şiddetini azaltıyor.
İstanbul-Ankara otoyolu üzerinde İtalyan Astaldi firması tarafında inşa edilen Bolu Dağı Kaynaşlı kesimindeki Türkiye’nin en uzun ve en yüksek viyadüğü arka arkaya gelen 1999 Bolu ve Düzce depremlerinde yıkılmamıştı. Bunun nedeni viyadükte yukarıdaki yazıda açıklanan şokları absorbe eden deprem izolatörlerinin kullanılmasıydı. Bu Türkiye’de bir köprüde ilk uygulamaydı. Altından Kuzey Anadolu fay hattı geçen bu viyadük 17 Ağustos 1999 depreminde hasar görmedi. Ancak sismik izolatörler çalıştığından ve bir daha aynı performansta çalışmaları mümkün olmadığından hemen değiştirilmeleri gerekiyordu. Yeni izolatörler bürokrasi yüzünden sipariş edilip gelinceye kadar aradan 3 ay geçmeden bu kez 12 Kasım 1999 da Düzce depremi meydana geldi. Bu deprem sırasında viyadüğün tam altından geçen aktif bir fay önemli ölçüde kırıldı ve ötelendi. Viyadük yine yıkılmadı ama hasar gördü. Bu hasar daha sonra tabliyenin krikolarla kaldırılıp eski yerine oturtulmasıyla giderildi ve masrafını sigorta ödedi. Peki izolatörler ikinci kez tam performansla çalışmadığı halde viyadüğü bu kez ne kurtarmıştı? Bunun nedeni şuydu. Viyadüğün projelendirilme safhasında yukarıdaki yazıda açıklanan nedenlerden ötürü Astaldi firması viyadük ayaklarının alt kısımlarına Türkiye’de o zamana kadar görülmemiş oranda demir koymak istedi. Kontrolluk firması Yüksel Proje ile İdare Karayolları Genel Müdürlüğü buna karşı çıkarak bu kadar demir gereksiz dediler ve azaltılmasını istemişler. O dönemi bilenlerden aldığım bilgiler doğrultusunda viyadüğün ilerde hasar görmesinden sorumluluk kabul etmeyeceklerini yazılı olarak bildirmişler.. Bunun üzerine Yüksel Proje ve Karayolları bu sorumluluğu üstlenmekten çekindiler. Sonunda taraflar Astaldi’nin öngördüğü demirin bir miktar azaltılmasında mutabık kaldılar. Bu sayede viyadük ikinci büyük depremi de atlattı. Ancak Astaldi’nin ilk projesi uygulansaydı viyadük belki de hiç hasar görmeyecek, sigorta dünyanın parasını ödemeyecek, inşaat gecikmeyecekti. Öte yandan direnişimiz kabul görmeseydi viyadük mutlaka yıkılacak, sigorta şirketinin istediği şekilde projelendirmede deprem etkisinin hesaba katıldığı kanıtlanamayacak ve sigorta para ödemeyecekti.
Bu konularda işi sıkı tutmak gerekmektedir. Bakın Milattan Önce 1728-1686 yılları arasında yaşayan Babil Kralı Hammurabi inşaatların ve yapıların güvenli olması için hangi kuralları koymuş:
229. madde: Bir inşaatçı her hangi bir kişi için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa ve onun inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse, inşaatı yapan öldürülür.
230. madde: Eğer bina, ev sahibinin oğlunu öldürürse, inşaatı yapanın da oğlu öldürülür.
231. madde: Yıkılan bina, sahibinin kölesini öldürürse, inşaatçı, evin sahibine köle için ödeme yapar.
232. madde: Binanın bir kısmı harap olursa, harap olan kısmın tümünü inşaatçı tazmin eder ve yıkılan binayı düzgün bir şekilde tekrar inşa eder.
233. madde: Bir kişi, başkası için bina yapıyorsa, bina henüz tamamlanmamış olsa bile, duvarı yıkılmışsa, inşaatı yapan kişi, kendi imkânlarıyla duvarı daha sağlam hale getirir.
GÜNÜN SÖZÜ: BİLİNÇLİ TOPLUM