Ülkemizde ise Muslera'nın performansı ile Galatasaray'ın başarılarının korelasyonuna baktığımızda birbirini destekleyen ve sebep-sonuç ilişkisi kurulabilecek netlikte bir etkileşimden bahsedebiliriz.
Bu önermeyi; “kalecisi iyi olan takım da iyidir” ya da” iyi kaleci iyi takımda olur” şekillerinde okuyabiliriz. Hakikatte de öyledir zaten. Geçmişten günümüze efsane takımlar hep efsane golcüleriyle olduğu kadar efsane kalecileriyle de meşhur olmuşlardır.
Geçen hafta Avrupa’da oynanan, özellikle Liverpool – Real Madrid ve Basel – Trabzon maçlarında izlediğimiz kaleci performanslarını gördükten sonra total futbolda takımın bileşenlerinden birisi olmasına ve payı 1/11 yaklaşık % 9’luk bir orana denk gelmesine rağmen icra ettiği fonksiyon itibarıyla kalecilik mesleğinin önemini bir kez daha müşahede etmiş olduk.
Ülkemizde ise Muslera’nın performansı ile Galatasaray’ın başarılarının korelasyonuna baktığımızda birbirini destekleyen ve sebep-sonuç ilişkisi kurulabilecek netlikte bir etkileşimden bahsedebiliriz. Galatasaray, Hayrettinli yıllardan sonra biraz da zarureten benimsediği yabancı kaleci oynatma tercihi ile futbol camiamızda öne çıkmış ve kulüpteki futbol aklının Simoviç’ten bu yana ne kadar isabetli kararlar verdiği en son Muslera örneğiyle pekişmiştir. Arada Taffarel gibi Mondragon gibi markalar hep Sarı Kırmızılı forma ile Galatasaray’ın başarılarında büyük görevler üstlenmişlerdir.
Liverpool kalecisi Allison’un ve Real kalecisi De Gea’nın yaptığı saçmalıkların nelere mâl olduğunu bütün dünya izledi. Basel’deki rövanş maçında Uğurcan’ın yediği ilk goldeki pozisyon hatası Ülkemize ve Trabzon’a tur’a ve ülke puanına patladı.
Biraz klişe bir deyim olacak ama “atanın ve tutanın iyiyse, yürürsün” geçtiğimiz Salı akşamı İngiltere’de tutanı “mantara bağladı” ama Real’i atanları taşıdı. Liverpool’un tutanı berbat, atanları tutuk olunca 5-2’lik hezimet Kloppo’ya yazdı doğrudan.
Ülkemizde kaleci antrenörleri belki de futbol sistematiği içindeki en başarılı performansa sahip hocalar olarak bilinir. Bolca yerli kalecimiz olmuş ve çoğu üst düzey birçok başarıya imza atmışlardır. Turgay Şeren’den Şenol Güneş’e, Sabri Dino’dan Rüştü Reçber’e, Engin İpekoğlu’ndan Volkan Demirel’e kadar bu isimler hemen hatırımıza geliverenler. Günümüzde ise Fenerbahçe’de Altay ile Trabzon’da Uğurcan kalburüstü kalecilerimiz olarak Avrupa piyasasına göz kırpıyorlar.
Alt liglerde de birçok kalecimiz yetişiyor çok şükür ki. Fakat aralarında Avrupa piyasasında isim yapmayı kendine hedef edinip kendini ona göre hazırlayanı, yabancı dil öğreneni, bir mentor eşliğinde kişisel gelişimine katkıda bulunmak için yatırım yapanı yok gibi bir şey.
Önce kalecinin karakteri sağlam ve dayanıklı olacak bizim futbol dünyasının acımasızlığı içinde. Dünyaları kurtarır kaleci sonra olmayacak bir gol yer “”yuuh”lar gırla gider ortalık yıkılır. Bazen konsantre olamaz, bazen dalar gider. Günündeyse “panter” kesilir, formsuzsa “kova” çalarlar arkasından, vel hasılı yalnız adamdır kaleci.
Bazen taraftarla takışır, bazen hocayla kavga eder, takım harika hazırlanmıştır maça ama o kafaca hazır değildir. Hem “Ne yaptın Rüştü maç daha başlamadı bile” olur, hem “her yerinden öpüyorum Rüştü” olur. Aslında ikisi de aynı insandır, aynı Rüştü’dür bahsedilen. Fenerbahçe’nin efsane Sevilla maçlarında kalesine gelen neredeyse her topu içeri alan Volkan, iş penaltılara kalınca aslan kesilmiş ve üst üste kurtardığı penaltılarla Fenerbahçe’ye tarihi bir başarı yaşatmıştır. Milli Takımda İngiltere’den sekizer sekizer yerken Fatih ve Hayrettin için matbuatta “Fatih’le Hayrettin’in yediği içtiği ayrı gitmiyor” başlıklarını da gördü bu gözler.
Neyse sözü fazla uzatmayalım; yerli ve milli kalecilerimize Muslera örneğini hatırlatıp başarılar dileyelim.