Geçtiğimiz hafta ittifaklar üzerinden mesajların verildiği bir hafta oldu.
Geçtiğimiz hafta ittifaklar üzerinden mesajların verildiği bir hafta oldu. Bir yanda NATO’ya Finlandiya ve İsveç’in başvurusu üzerinden başlayan tartışma, diğer yanda ABD Başkanı Biden’ın Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi gibi bir önerinin gelmesini beklediğimiz Asya gezisi. Gelin biz de bugünkü yazımızda bu gelişmelerin doğurduğu düşünceleri Finlandiya ve İsveç’in üyelik başvurusundan başlayarak takip edelim.
Güvenliğin bölünmez bütünlüğü
NATO, her anlamda hareketli günler geçiriyor. Bir taraftan gelecek NATO toplantısında ele alınması beklenen NATO’nun yeni Stratejik Kavramı ile ilgili beklentiler üzerine tartışmalar sürüyor. Stratejik Kavram, NATO’nun misyonları ne kadar ortak savunmanın dışında gelişse de çok muhtemeldir ki ortak savunma ve caydırıcılığın güçlü olduğu mesajı ile noktalanacak. Tabi caydırıcılık ve ortak savunma sözü, politik kararlılık ve siyasi olarak hazır olmayı gerektiren bir söz. Bu konuda belirsizliklerin sürdüğü Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik başvurusu yapmaları üzerine bir kere daha görüldü. Konu genellikle Türkiye’nin itirazları çerçevesinde ele alınıyor ve sanki NATO’ya üyelik sadece bir askeri kapasite ve bir arada çalışabilme (inter-operabilite) meselesiymiş gibi davranılıyor. Oysa Türkiye’nin itirazlarının ve endişelerinin gücü, NATO’nun temeli olan güvenliğin bölünmezliği ilkesinden geliyor. Ankara’nın haklı talepleri var ve bu talepler aslında olası üyelerin gelecekte güvenliğin bölünmezliği ilkesi doğrultusunda davranmaya hazır olup olmadığını sorguluyor. Bu sorgulama jeopolitik belirsizlikler sürerken sadece Türkiye’nin yaptığı bir sorgulama da değil, sadece Ankara’nın terörle mücadelesiyle ya da kendisine karşı uygulanan açık ve örtülü savunma sanayi ambargoları ve yaptırımlarından kurtulma isteğiyle de ilişkili değil. Zaten bu nedenle Almanya’dan Türkiye’nin endişelerine kulak vermek gerektiği mesajı geliyor ya da Macaristan ve Hırvatistan İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerinin getirebileceği riskleri de düşünmek gerektiğini söylüyor. Zira sonuçta bu iki Kuzey ülkesinin NATO’ya üyelik başvuruları şu anda inşa edilmeye çalışılan ama daha net hatları ortaya çıkmayan Avrupa güvenlik mimarisi ile ilgili ve anlaşılıyor ki bu üyeliği teşvik edenler ve üye olmak isteyenler politik kararlılıkları ile ilgili basit bir sorgulamaya siyasi olarak hazır değilmişler. Unutmayalım, bu iki aday ülke üyelik başvurusu başarıyla sonuçlanırsa tüm stratejik kültürlerini tarafsızlıktan hatta nükleer silahlardan arındırma isteğinden nükleer silahlara sahip bir ittifaka bağlı olmaya döndürecekler. Bu zor işin farklı bir zihinsel, kavramsal ve siyasi hazırlık gerektirdiği de açık. Hele ki karşınızda Rusya varsa.
Ukrayna Savaşı’nın uzaması demek Rusya’nın saldırgan olarak etkilenmesi demek
Avrupa güvenlik mimarisi Ukrayna’da 2014 ve 2022’de olanlarla sarsıldı. 2014 öncesi bu mimari bir çeşit formülle Rusya ve Batı arasında bazı işbirliği alanlarına da açıktı. Rusya, Ukrayna Savaşı’nda Kiev’i değil Batı’yı (Brüksel ve ABD’yi) muhatap olarak alınca Ukrayna’da sahada devam eden askeri mücadele Rusya ve Batı arasındaki siyasi mücadele ile bağlantılı hale geldi. Rusya, NATO özelinde Batılı kurumların Baltıklar ve Doğu ve Merkezi Avrupa’da genişlemesinden ve buradaki NATO askeri varlığından duyduğu rahatsızlığı, gelinen noktanın revize edilmesi isteğini savaş öncesi Brüksel ve Washington’a yolladığı mektuplarla göstermişti. Sonuçta Rusya ne sahada ne de masada istediğini elde edebildi ama revizyon isteğinden vazgeçmiş de değil. Bu da bizi Rusya ve NATO arasındaki sınırın, bir mücadele, rekabet hatta tırmandırma sınırı olacağı konusunda uyarıyor. Bu çerçevede Ukrayna’da savaş yakın tarihte iyi veya kötü bir barış anlaşması ile bitecek gibi gözükmüyor. ABD Rusya’nın Ukrayna Savaşında sıkışıp kalması için gerekli tedbirleri almaktan çekinmediğini açıkladığı yardım paketleriyle gösteriyor. Bu noktada Avrupalı aktörler, NATO üyeleri ve adayları iki çok hoş olmayan senaryoya hazır olmalı: -tırmandırma-ki Rusya bu tırmanmayı başlatsın ya da başlatmasın ileriye taşıyacak araçlara sahip ve -kazananın olmadığı düşük yoğunluklu çatışmaya sıkışılmış bir çıkmaz hali. İki durumda da Avrupa ve NATO, Rusya’yı saldırgan taraf olarak tanımlamaya devam edecek, dolayısıyla her hangi bir diyalog ve tansiyon düşürme ortamı olmayacak demektir.
Kuzey Avrupa’yı ne bekliyor?
İşte böyle bir durumda Finlandiya ve İsveç’in NATO üyesi olması NATO’nun Baltıklar, Kuzey Denizi ve Arktik’te varlığının güçlenmesi, Rusya’nın ise Kuzey Denizi, Arktik, Atlantik bağlantısında sınırlanması anlamına gelir. Rusya’nın Kola yarımadası ve Kuzey Denizinde bulundurduğu nükleer güçleri düşünürsek, NATO’nun İngiltere, Norveç, İsveç, Finlandiya dörtlüsü üzerinden sahip olacağı hareket serbestliğinden Moskova’nın rahatsız olması kesinlikle beklenebilir. Zaten bu nedenle Kremlin, bu iki kuzey ülkesini tehdit ettiğinde kimse çok şaşırmamıştı. Ancak, Ukrayna Savaşı’nda oldukça yıpranmış ve sahada ölçek küçültmek zorunda kalmış Rusya’nın kolay kolay İsveç ve Finlandiya’ya saldırmasını da kimse beklemiyor. Bu yüzden Rusya temkinli bir “bekle ve gör” politikasına çekilmiş görünüyor. Kremlin, bu iki ülkenin üyeliğinin Rusya için büyük bir fark yaratmayacağını ama NATO askeri varlığının iki ülkeye konuşlanması halinde bir şekilde başka bir yerde yanıt vereceklerini açıkladı. Kremlin, Brüksel’den veya iki NATO adayından topraklarında olacak NATO askeri varlığı için teminat mı arıyor? Bence bu tür teminatlara hiç güvenilmeyeceğini Moskova çok iyi bilir, bu nedenle Putin’in iki ülkenin üyeliği durumunda Rusya ile iki ülke arasındaki sınırı tamamen askerileştireceği anlamına gelebilecek son açıklamalarına dikkat edilmeli. Rusya olası tırmandırma noktalarından birini Rusya-Kuzey Avrupa sınırına taşıyacak görünüyor, sonra da bekleyecek, çünkü bazı uzmanların söylediği gibi şu an için yapabileceği başka bir şey yok. Bu bekleme süresini uzatıp, kısaltacak iki etmen olduğunu görüyoruz. İlki Rusya’nın kazanç-kayıp algısı; ikincisi ABD’nin Ukrayna’da bu vekil savaşı ne kadar devam ettireceği.
Biden’ın Asya ziyareti
ABD’nin Ukrayna’da Rusya’yı boğazından yakaladığını düşünenlerdenim. Ukrayna Savaşının desteklenmesi – bir vekil mücadele olarak- oldukça düşük maliyetli ABD için. Ancak ABD’nin en önemli kısıtlılıklarından ikisini akılda tutmak gerekiyor. İlki Çin’in Rusya’nın Ukrayna’da düştüğü hataya henüz düşmediği gerçeği. Bu arada hafta içi Çin Komünist Partisi’nin yaptığı açıklamalar Pekin’in olası finansal baskılara hazırlandığını, belirli tedbirler aldığını ama küresel ekonomik düzeni rahatsız edecek aşırılıklardan uzak durduğunu gösteriyor. Zaten bu nedenle Biden’ın Güney Kore ve Japonya duraklarında müttefiklerine verdiği mesaj Çin’den ziyade Kuzey Kore ve ekonomi merkezli oldu. Bu noktada temel problem, Kuzey Kore’nin rahatsızlık yaratan araçlarının çeşitlenmesi ve Çin’in doğrudan suçlanamayacağı katmanlı bir huzursuzluk ortamı yaratması. Birbiri ardına gelen Amerikan yönetimleri Çin’i tetiklemeyecek şekilde güvencelerle Kuzey Kore sorununu çözmeyi başaramadı. Bazı uzmanlar Ukrayna, Kuzey Kore benzeşmesi kurmuşlar bile. İkincisi, Biden’ın Asya gezisine füzeler ve nükleer silahlardan önce ekonomi mesajı ile başlamasının düşünülmesi gerektiği. Zira pek çokları için bu gezi tedarik zincirinin ABD’de istihdamı artıracak şekilde yeniden dizayn edilmesi için Asyalı ortakları ikna etme ziyareti. Yani bu ziyaretinde atacağı adımlarla Biden, “orta sınıf için dış politika” formülüne can vermeye çalışıyor. Çünkü Amerikan orta sınıfı Ukrayna’da Rusya’yı sıkıştırmakta Amerika’nın nasıl başarılı olduğundan ziyade enflasyon, vergiler ve istihdam üçgeniyle ilgileniyor. Eğer ABD ara seçimlerinde Biden yönetimi bu yolda Kongre’yi kaybederse, Ukrayna’daki önceliklerini Rusya’nın direnme gücüne bağlı olarak gözden geçirebilir. Avrupa’da kimsenin buna hazır olmadığını biliyoruz.
Sözün özü, günümüz jeopolitiği pek çok belirsizlikle dolu. Bu belirsizliklerle dolu dünyada Ankara’nın ciddi olduğunun anlaşılmasının bile bir haftadan fazla sürdüğü düşünülürse NATO’nun ve aday ülkelerin ve onların teşvikçilerinin yeni sorumluluklar konusunda aday ve üyeleri ortak noktada buluşturma açısından kötü bir başlangıç yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dileriz Ankara’nın ciddiyeti üzerine düşünüp kendi pozisyonlarını gözden geçirmeleri daha kısa sürer. Bu süreçte Ankara’ya yanlış mesaj vermeye devam edenler için de söyleyelim mesele NATO gibi esnek olmayan bir ittifaka üyelik ise bu yolda iki yanlış bir doğruyu götürür.