İnsan, din ve medeniyet, insan şehir ve tasavvuf, insan sanat ve kültür, insan ev ve devlet gibi konular üzerinde durulması gereken konulardır.

“Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin

Kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin” İsmet Özel

İnsan, din ve medeniyet, insan şehir ve tasavvuf, insan sanat ve kültür, insan ev ve devlet gibi konular üzerinde durulması gereken konulardır. Her biri kendi penceresinden diğer pencerelere baktığını ve birbirlerinden ayrılmaz bir bütünlüğü ifade eder. İnsanın yaratılış sonrası asli ülkesinden sürgün edilerek geçici olan dünya ülkesine gelmesiyle birbirini besler. Birbirinin eksiğini tamamlar. Biri olmadan diğeri eksik kalır.

İnsan, eşrefi mahlûktur. İnsan, kâmil insan olması için gönderilmiştir. Arzın, gökyüzünün, semaların, bilinen bilinmeyen âlemlerin sahibi olan Allah cc. insana hükmetme, yönetebilme, keşfedebilme, ilimle donanabilme ve bütün bunlarla kendini bilme ve tanıma, asli vatanına dönüş hazırlığını ikmal etmesini istemektedir. Bu yolculukta dikkat edilmesi gereken kurallar, vahiyle peygamberler aracılığıyla insanlara aktarılmıştır. Son Rasul ve son Nebi Hz. Muhammet (as) Efendimize Kur'an'ın indirilişi ile bu silsile son bulmuştur.

Ayeti kerimelerden aldığımız ilhamlar-anlamlar gözükenin ötesini de kavramamız içindir. Ruhun ölümsüzlüğü zahirde değil batıni âlemle kurulan yoldadır. Ruha verilen emeklerle gözükenden gözükmeyenlerin dünyasını kavrayabilme, görebilme kabiliyeti ruha verilmiştir. Âdem (as), âlemin emanet olduğunu bildiğinden Havva anamıza ve evlatlarına öğrenilmiş bilgiyi, isimleri aktarmıştır. Eşyanın bilgisi ve ihtiyacı olduğu hususları keşfederek onu harekete geçiren ve kendisine kullanılır, faydalı hale dönüştürme kabiliyetinin de kendisinde var olduğunu göstermiştir. Bu durum bize, bir taraftan ihtiyaçların giderilmesinde, diğer taraftan çoğalan insanlığın doğaya verilmiş olandan da faydalanarak ve tehlikelerden korunabilmesi için evlerin, komşulukların sıkı sıkıya birbirine muhtaç olduğunu kavranmasıdır. Sokakların, caddelerin, maddi ve manevi ihtiyaç alanlarıyla, ilim ve sağlık teşekküllerinin, birliğin, sevincin, hüznün ve dayanışmanın sağlandığı meydanlarla ve bunlara ulaşım yollarıyla alt yapılarının planlanmasını öğretmiş ve şehirleri oluşmaya başlamıştır. Böylece insan kendini muhafaza edebileceğini, ailesini ve çevresine sahip çıkabileceğini, kendine yakışır bir hayatı yaşayabileceğini en başından itibaren meratiben öğrenerek günümüze ulaşılmıştır.

Elbette özetle geçmeye çalıştığımız bu durum, insanın yaratılış sırrını asla unutmadan bu dünya hayatını tamamlamaktır. Habil ve Kabil münasebetinin yeryüzünde nefsin tuzaklarını bizlere öğreten, asli vatana dönüşün hatırlatılması ile, ölümün hayattan daha mühim olduğuna işaret edilmektedir. İsmet Özel, “Üç Frenk Havası” şiiri de sorguya bu merkezden bakıyor. İnsan, ruhunu unuttuğunda insan olmanın ötesine geçmiştir. İnsanlığını kaybedenden kimseye fayda gelmez. Aile değimiz ana unsur; birbirine bağlı olan, birbirinin emaneti olduğunu bilen ve birbiri için gözünü budaktan esirgemeyen ve her yaptığını yaratılış sırrını muhafaza etmek için yapan kurumun adıdır. Aile, Allah ve resul buyruğu çerçevesinde ailedir. Nuh (as)’ın durumunu anlatan ve dördüncü evladı Yam’a için Hud suresi 42.ayette şöyle bildiriliyor: “Gemi içindekilerle birlikte, dağlar gibi dalgalar arasında akıp gidiyordu. Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna bağırdı: "Yavrucuğum, gel, bizimle beraber bin! Kâfirlerle beraber olma!"

Babalık şefkat ve merhametiyle oğluyla göz göze gelen Nuh (as), gel gemiye bin kurtulanlardan ol dese de oğlu inanmadığı, kalbi katılaştığı için binmedi. Geminin yapılması ilahi emirle gerçekleştiğinden inananların dışındakiler gemiye binmediler. Olağanüstü bir felaketi idrak edemeyen Yam “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım” demişti. Azgınlık eden, Allah’a şirk koşan, peygamberini dinlemeyen kavmin cezalandırılması nedeniyle tufan gelmişti. Geminin dışında kalanlar için artık kurtuluş yoktu.

“Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata

Görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını

Yerimi yadırgadım

Yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka

Çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı

Durmadan beyaz bir aygırla taşardım derin göllerden

Bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara

Güneşin zekâsıyla doymak isterdim

Kaba solgun kâğıtlar sunardı

Şehrin insanı bana” diyor İsmet özel. Sen de kendini sorgulamalısın ölmeden önce.

Yine Hud suresi 45, 46 ve 47.ayetlerde: “Nûh rabbine şöyle seslendi: “Ey rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin elbette haktır. Sen hâkimlerin en âdilisin” dedi. “Allah cc. buyurdu ki: “Ey Nûh! O senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı iyi olmayan bir iştir. Sakın hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi benden isteme! Ben cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.” “Nûh dedi ki: “Ey rabbim! Ben, senden hakkında bilgi sahibi olmadığım bir şeyi istemekten yine sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, kaybedenlerden olurum!” Elbette Kuranı Kerimde buna benzer birçok ayetle Peygamberler aileleri ve kavimleriyle ilgili hükümlerden de bizlere misaller getirilmiyor ki nefsimize uymayalım. Şeytan ve uşaklarına alet olmayalım. Allaha kul ve Habibine ümmet olalım diye. Rasulüllah (sav) Efendimiz Tirmizide zikredilen bir hadislerinde: “Yâ mukallibe’l-kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik: Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!” diye dua ederdi. Bizlerde her namazımızın ardından dualar etmeli ve ölçümüzün yaratılış sırrında olduğunu bilmeliyiz. Şehir, insanın inşa ettiği bu dünyanın barınağıdır. Onu yaratılışa uygun yapmak fıtrata uygun düşer. Yaratılışa uymayan yapılarla oluşan şehirlerin ruhu kaybolduğundan, eşya insanı hırpalar, huzursuz eder ve insnalar sıkıntılarla boğuşarak azgınlaşırlar. Fıtrata uygun şehirler yapmaktır. Şehrin asaleti, kâmil insan olma gayretine katkı olmalıdır. Komşularla, insanlarla karşılaşıldığında mütebessim çehrelerle selamlaşılmalıdır. Sevincinde ve hüznünde beraber olunmalıdır. İnsana ait bütün hallerde birlik ruhu içine dönerek kulluğu zirvelere taşımaktır. “Dünyanın kalbini dinle geliyor adım adım” dese de şair, insan evvelemirde kandi kalbine ve ruhuna erişmeli, onu büyütmeli asli vatana döneceğini unutmamalıdır. Ne diyordu İsmet Özel:

“Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin

Kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin

O gün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım

Kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı

Ham elmalar yemekten göveren dudaklarım

Mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını…

Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin

Bozuk paraların insanı, sivicelerin

İşte öldüm, işte son kadife çiçekleri

Son defneler, badıranlarla kefenlediler beni…”

www.recepgarip.com