Dünyada yaşanan ekonomik krizlerin neden olduğu toplumsal endişe, Kovid-19 virüsünün yeni varyantları, çözüm üretmekte zorlanan siyasal güçler, insandan insana saldırılar, kadın cinayetleri, insani değerlerdeki yıpranma için hummalı çalışmalar yapması beklenen akademik camiadaki rahatlık, yerlerinden olmuş kalabalıklar, yalnız ve kimsesiz çocuklar, varlıklarını yönetemeyen ve bölüşemeyen aile şirketlerindeki kavgalar…

Lodosun hızını arttırdığı, kışın sertleştiği bir zaman. Oturduğumuz sitenin ormanı andıran korusunda öylesine yalnız yürüyorum. Beden yürür de zihin boş durur mu? Sanki açık havadaki egzersizi bekliyormuş gibi çeşit çeşit düşünceler zihnime hücum ediyor.

Dünyada yaşanan ekonomik krizlerin neden olduğu toplumsal endişe, Kovid-19 virüsünün yeni varyantları, çözüm üretmekte zorlanan siyasal güçler, insandan insana saldırılar, kadın cinayetleri, insani değerlerdeki yıpranma için hummalı çalışmalar yapması beklenen akademik camiadaki rahatlık, yerlerinden olmuş kalabalıklar, yalnız ve kimsesiz çocuklar, varlıklarını yönetemeyen ve bölüşemeyen aile şirketlerindeki kavgalar…

Nedense Tolstoy’un geçmişte okuduğum ve çok etkilendiğim İnsan Ne İle Yaşar (1) kitabı geldi aklıma. Bir gün ormanda yalnız dolaşan Tolstoy, bakın neler düşünmüş: “…Ormanın seslerini dinliyordum. Son üç yıldır süregelen çırpınmalarımı, Tanrı'yı arayışımı, sürekli bir biçimde sevinçten umutsuzluğa sıçrayışlarımı düşünüyordum... Birden, ancak Tanrı'ya inandığım sıralarda yaşadığımı anladım. Sırf onu düşünmekle bile, yaşamın sevinçli dalgaları kabarıyordu benliğimde. Çevrede her şey canlanıyor, her şey bir anlam kazanıyordu. Ama Tanrı'ya inanmamaya başladım mı yaşam duruveriyordu."

1885 yılında yayınlanan bu eserin, bugünü çok iyi resmettiğini söylememiz mümkündür. Tolstoy; huzurlu bir hayat için insanın sahip olması gereken iki temel kavramdan söz ediyor: Sevmek ve kanaatkâr olmak. Yaşamın olmazsa olmaz bu iki kavramına ise inanmak ve çalışmakla ulaşılabileceğini vurguluyor. Zira günümüz insanı, hiçbir dönemde olmadığı kadar sevgiden, inanç değerlerinden, kanaatkârlıktan ve üretimin verdiği hazdan uzaklaşıyor. Dolayısıyla ‘İnsan ne ile yaşar?’ sorusunun cevabı olarak sevgiyi yeniden baş tacı yapmak zorundayız.

PAHOM

İnsan, yaşamının odağında yer alması gereken temel ağırlık merkezi olarak sevgiden uzaklaştığında, inanç değerleri de yıpranıyor, daha fazla maddi varlığa yöneliyor ve üreterek ayakta kalmak yerine tüketerek var olmaya yöneliyor. Hayatı içinden çıkılmaz hale getiren bu kısır döngü, aslında iç dünyasında iyilik tohumu barındıran insanın, kendisine ait bu öz kaynaktan giderek uzaklaşmasına neden oluyor.

Özellikle daha fazla mal edinme hırsının, günümüz insanını, neredeyse gerçek hayattan koparacak düzeye getirdiğini görüyoruz. Tıpkı Tolstoy’un öyküsündeki çiftçi Pahom gibi. "İnsana Ne Kadar Toprak Lazım" öyküsünün kahramanı Pahom, geçinme sorunu olan fakir bir çiftçidir. Çalışarak bir şeyler yapma yerine çalışmadan daha zengin olmanın hayallerini kurmakla meşguldür. Kendi köyünden oldukça uzak bir köyde zengin ve cömert bir ağanın, isteyen köylülere karşılıksız toprak verdiğini duyunca soluğu orada alır ve birçok kişi gibi o da ağadan toprak ister. Gerçekten de cömert olan ağa, diğerleri gibi Pahom’a da bir şartla toprak vereceğini söyler. Bu şarta göre sabah, güneşin doğuşundan batışına kadar yürüyerek kat ettiği ve içinden geçtiği yerler Pahom’un olacaktı. Ancak güneş batmadan tekrar ağanın yanında olmazsa hakkını kaybedecekti.

Pahom, güneşin doğuşuyla birlikte hırsla yürümeye başladı. İçinden geçtiği tarlaları, bahçeleri, ağaçlık yerleri gördükçe daha hızlı yürümeye başladı. Güneşin batışına doğru tekrar başladığı yere ve ağanın yanına gelirken yolda çok daha verimli bağlar gördü ve onları da elde etmek için içlerinden hızla yürümeye devam etti. Koşar adımlarla geri dönerken yoruldu, halsizlikten burnu kanadı ve ağaya yakın bir mesafede düşerek öldü. Pahom, ağanın elemanları tarafından toprağa gömülürken ağa şöyle söyledi: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter.”

SEVGİ VE KANAATKÂRLIK

Madde ile mana arasındaki dengeyi, madde lehine çevirme yolunda hızla mesafe alan günümüz insanı, adeta bir tüketim çılgınlığının pençesine girmiş izlenimi veriyor. Zira yiyeceğimizden çok daha fazla gıdaya, kullanacağımızdan çok daha fazla giysiye, ihtiyacımız olmayan eşyaya, tüketmeye ömrümüzün yetmeyeceği paraya… Kısacası ihtiyaçlarımızdan fazlasına talip olmak ve bu uğurda mücadele etmekle geçiyor yaşam.

Elbette her geçen gün hayat karşımıza yeni ve dünden farklı sorunlar çıkaracaktır. Ve dünya, keyif, eğlence, oyundan ibaret, güllük ve gülistanlık bir yer değildir. Yaşamın kendisi kocaman bir sorun yumağıdır. Varlık sebebimiz, her birimizin kendisine özel şekillenen bu sorunlar yumağını çözmeye çalışmaktır.

Hayatın merkezinde dürtü odaklı arzulardan önce sevgiyi, daha çok mal edinme ve sahip olma hırsından önce kanaatkâr olmayı yerleştirebilirsek karşılaştığımız sorunları çözme basiretimiz de artacaktır. Böylece iç barışımızı sağlayacak, psikolojik dengemizi koruyacak ve daha fazla insan olmanın keyfini süreceğiz. Unutmayalım ki mutlu olmak için sokağa çıkıp yürüyebilecek bir beden sağlığı ve düşünecek bir zihin sağlığı yeterlidir.

(1)Tolstoy (2016). İnsan Ne İle Yaşar? (Çev.: Koray Karasulu), İş Bankası Kültür Yayınları