Efendim, görev yaptığımız ofisteki işimiz İstanbul'da okuyan yabancı uyruklu üniversite öğrencileri ile ilgili.
Daha önceleri yazmayı planladığım lakin görev yapmış olduğum ‚Uluslararası Öğrenci Ofisindeki işlerimin yoğun olması sebebiyle toparlayıp da bir türlü yazamadığım önemli gördüğüm bir konuyu bu haftaki köşe yazıma konu edineceğim. Malum koronavirüs ile ilgili geçen hafta kıt-kanaat bir şeyler yazdım. Gündemimize bağdaş kurup oturduğu için. Artı, gece-gündüz her yerde bu konulara dair, envai çeşit yazı mevcut zaten.
Efendim, görev yaptığımız ofisteki işimiz İstanbul’da okuyan yabancı uyruklu üniversite öğrencileri ile ilgili. Bu yüzden bolca onlarla ülkelerine dair, oralardaki durumlara dair hoş sohbetler de oluyor. Gidip göremediğimiz o diyarlara dair merak ettiklerimizi sohbet ortamında soruyor, hem onları daha iyi tanımaya, anlamaya çalışıyor, hem de oradaki sosyal, ekonomik ve kültürel yaşantıyı bu vesileyle öğrenmiş oluyoruz. Çok da hoş oluyor bu sohbetler. Farklı, yabancısı olduğumuz birçok konuya da bu sohbetler aracılığı ile ulaşıyoruz…
Aşağı-yukarı 33 ülkeden öğrencimiz var… Haliyle, gayet renkli sohbetler ortaya çıkabiliyor. Bunlar lisans, yüksek lisans ve de doktora öğrencilerinden oluşuyor. Bu tür sohbetlerimizden birinde Kırgız bazı öğrencilerle hasbihal ettik. Öyle denk geldi… Havadan sudan konuşurken, bir kitap üzerinden şimdi sizlere bahsedeceğim konu açıldı.
Efendim konu; FETÖ ve Kırgızistan‘daki yapılanması. Artı, bu konuya dair Kırgızistan halkının haber alma kaynaklarının yanlış oluşu ve yanlış yönlendirmeleri, Türkiye kaynaklı doğru haber kanallarının, oradaki halkı bilinçlendirecek şekilde kayda değer hiçbir çalışma yapmamış veya yapamamış olmaları… Olanların da çok yetersiz kaldığı vesaire konular.
FETÖ konusunda nasıl yanlış yönlendiriliyor, ne tür sorunlar bunlar diye sorup, detay rica ettiğimde “hocam oralarda FETÖ’nün mensupları epeyce var. Buradan kaçıp gitmişler ya da orada eskiden kalanlar var… Bizim oralarda Amerika ve Rus yanlısı haber kaynakları çok etkin. Özellikle de Amerika… Haliyle de onların bakış açısıyla konuyu algılıyor halkımız. Haber aldığımız kaynakların çoğu onların kontrolünde. Türkiye’nin TRT Avaz kanalı da var, bu da izleniyor bizlerde fakat orada FETÖ’ye dair haberler işlenmiyor akıllarda kalıcı olarak. Bizlerde severek izliyoruz. Bir de bizim orada çeşitli kurumlarda üst düzeyde çalışan bazı insanlar Türkiye’de FETÖ yapılanması tarafından okutulmuşlar. Kırgızistan’da şu an bazı kritik noktalarda bunlar görev yapıyorlar, haliyle de orada bulunan FETÖ‘cülere destek veriyorlar. Bizde oranın basınını, medyasını takip ettiğimiz için bu insanları biliyoruz. Tavırlarından anlıyoruz. Bizim oralar küçük yer, herkes, kim kimdir bilir. Anlaşılır, konuşulur bilinir bu tür şeyler. Ayrıca Türkiye'den gelen sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları da gözümüze çarpmıyor.“ dediler. Samimilerdi. Burada okumuşlardı. Hala da üniversite sonrası devam ediyorlardı. Bu süreçte her türlü yardımı ve desteği Türkiye insanından fazlaca aldıklarını/gördüklerini bu yüzden de Türkiye’yi çok sevdiklerini sohbetlerimiz arasında samimice ima eden öğrencilerimizdendi bunlar...
Tabii bu duyduklarım beni üzdü. TRT Avaz’ı seyreden birisi olarak ben de şunu söyleyebilirim; bu öğrencilerin dedikleri epeyce doğru idi. Bu kanalda bu konulara dair dişe dokunur, adam akıllı bir yayını ben de hemen hemen hiç görmüş değilim. Belki istisnadır yapmışlarsa da… Haber bültenlerindeki bir kaç dakikalık haber akışlarını saymıyorum. Bu konuya dair detaylı, özel programlar kastım. Yok görmedim…
Türk akraba topluluklarının yaşadığı birçok ülke de, yine Balkan coğrafyasında bu televizyon kanalı seyrediliyor bunu biliyorum. Başka ülkelerden olan ofisimiz öğrencilerinden de bunu duydum, bazı sohbetlerimizde. Ee şimdi sormak lazım, “neden bu tür bilinçlendirici yayınlar bu kanalda yeterince yer almıyor, yapılmıyor?“ Kırgızca-Rusça ya da izlendiği başka ülkelerin dillerinde çalıştıracak personel kıtlığı mı var yoksa? Herhalde hepimiz güleriz böyle bir gerekçe sunulursa! Yukarıda sorduğum soruların cevabının böyle bir ortamda çok ehemmiyetli olduğunu düşünüyorum. Akıl, mantık işi değil, bu güne kadar böyle bir imkanın varolmasına rağmen, bu amaçlar doğrultusunda kullanılmaması!
Gerçi var olan başka türlü bazı imkanlarında tam kapasite kullanılmadığına şahit oluyorum, sadece bu mesele için değil bu serzenişlerim aslında. Aklıma geldi bir başka örnekte ben vereyim. Ki, yukarıda bahsi geçen Kırgız öğrencilerle yaptığımız o sohbete vesile olan konuyla da ilintili bir bakıma bu örnek. Denk geldi. En başta bir kitap kaynaklı çıktı bu sohbet demiştim, hatırlarsanız. Öğrencilere o sohbet arasında ikişer tane kitap hediye etmiştim. Bende fazlaca bulunduğu için. Yazarları ve konusu farklı iki kitap. Bir tanesi Rusça bir kitap idi. Türkçe orjinalinden tercüme edilmişti. Dr. Mustafa Çalışkan'a ait, “15 Temmuz Kıyam(et) Gecesi Ve Milli Vuruş“ isimli kitabın Rusça çevirisi idi. Öğrencilerle FETÖ sohbetimizde bu kitap üzerinden açıldı zaten. Türki Cumhuriyetlerinin hemen hemen hepsi Rusça bildikleri için bu Kırgız öğrencilere de ilgili kitabı hediye etmiştim. Aynı zamanda Türkçe bildikleri için, başka bir kitap daha…
Bu arada hediye ettiğim Rusça basılı kitap İngilizce ve Fransızca olarak da yayımlanmıştı. Hatta Fransızcası bir kaç gün önce BETA Yayınevinden çıktı. Bu esnada aklınıza; “yahu bu kitap neden o kadar yabancı dile çevrildi ki, Türkiye’de Fransızca ve Rusça'yı kim okuyacak!“ diye, bir soru gelebilir. İşte burası önemli. İşin bam teli tam da burası… O Kırgız öğrencilerin de bahsettiği mühim bir boşluğu doldurmak üzere bu kadar yabancı dile çevrilmişti… Bildiğim kadarıyla daha bir kaç dile de çevriliyor şu an. Mesela bu kitabın hakkı ne denli veriliyor bunu merak etmiyor değilim. Tarihi bir vesika olması nedeniyle. O nitelikte çünkü bizzat yaşayan biri yazmış. Kitabın Türkçe baskısına ilgi, alaka büyük oldu, ona amenna… Bunu hep beraber gözlemledik. Kastettiğim Türkçe baskısı yapılan kitap değil. Merakım tercüme edilmiş diğer kitaplar için... Kitabın Fransızca baskısı henüz yeni yayımlandı. Rusça, İngilizce basımına sahiplenme nasıl acaba? Çünkü bu tercüme kitaplar yurt dışında okunabilsinler, başka devletler bu örgütü tanısınlar, ne menem bir şey olduğunu bilsinler diye maddi bir karşılık beklenmeden tercüme edilip, hazırlandı. Bundan eminim. Dolayısıyla bundan sonrası biraz da yayınevlerini aşan bir iş.
Bu tür kitapların Dışişleri Bakanlığı desteğine her zaman ihtiyacı olur. Bu makul ve mantıklıdır da. Nedeni açık; bu sıradan bir kitap değil, Türkiye Cumhuriyetine ihanet eden, bu yüzden de hem millet hem de devletçe mücadelesini verdiğimiz bir savaşın delili, vesikası olan bir kitap bu. Üstelik duyma bilgilerle yazılmış da değil. Bizzat yaşayan birinin yazdığı bir kitap. Delil niteliğinde. Hain bir örgüte karşı verilen savaşın vesikalarını da taşıyan bir kitap.
Bu tür bir kitaba eminim destek olunur. Bu mücadelenin en önemli ayaklarından biri de yurt dışında verildiği için bu destek çok anlam taşır. Türkiye'nin FETÖ ile mücadelesine önemli bir katkı sunar. Elini kuvvetlendirir. Bu nedenledir ki bu tür kıymetli katkıları heder etmemek, yerli yerinde kullanmak gerekir. Keza başka kitaplar var ise onlara da aynı desteği vermek erdemli bir davranış olur.
Bu bağlamda sormak isterim; mesela Türkiye‘nin yurt dışında bulunan sivil toplum kuruluşları, büyükelçilikleri, konsoloslukları, temsilcilikleri vb bu ve benzeri yayımlanan kitaplarla ne kadar ilgileniyorlar? Bu tür kitapların bu mücadeleye ne denli katkı sunacağının, ne kadar bilincindedirler? Keza aynı konuda Cumhurbaşkanlığı tarafından yayımlanmış ve İngilizceye tercüme edilmiş bir diğer kitap daha var, o da bu dediklerime dahil. Şayet an itibarıyla ilgilenen yok ise, bu tür ilgisizliklerle ilgilenen ilgililer ne yapıyorlar, var mı öyle birileri acaba? Bu da epeyce ilgime mazhar olan bir konu…
Hal böyleyken; böyle bir kolaylık da sağlanmışken, bu saydığım kurum ve kuruluşların, yetkililerin koltuklarının altına bu kitaplardan alıp, bulundukları ülkelerdeki yöneticilere ve sivil toplum kuruluşlarına, oranın halkına kadar inip bu FETÖ meselesini anlatırken başvuracakları en önemli kaynaklar bu tür kitaplar değil mi? Üstelik bu konularla ilgili 3-4 dile çevrilen bildiğim kadarıyla başkaca hiçbir kitap da yokken. Bu tür yardımcı bir kaynağı iyi değerlendirmemek büyük bir kayıp ve de ayıp sayılmaz mı?
Sonra, FETÖ’nün en çok örgütlendiği, kaçtığı, saklandığı ülkeler neresi? Bir tanesi Afrika ülkeleri, peki konuştukları anladıkları ortak dil hangisi; FRANSIZCA… Başka neresi? Türki Cumhuriyetleri, peki kendi dilleri yanında konuştukları veya anladıkları ortak dil hangisi? RUSÇA… FETÖ’nün Türkiye’den kaçarak yerleştiği, bulunduğu diğer yaygın yerler; Amerika, Almanya, Kanada, Belçika, İngiltere… Bu ülkelerde de kişi bazlı olarak çoğunluk hangi dili kullanır? Almanya, Belçika hariç, yaygın olarak ortak dünya dili olan İNGİLİZCEyi tabii ki. Yani bu tercüme kitaplar bir nimet bu anlamda. Yukarıda isimlerini saydığımız ülkelerdeki mücadelede kullanılacak en önmeli araç, kaynak belki de. Başka bir açıdan bakacak olursak da, Türki Cumhuriyetleri de dahil neredeyse 1 milyara yakın bir insana bu hainleri tanıtabilecek, onları FETÖ konusunda ayıktıracak bir kitap ve onun çeşitli dillere çevrilmiş tercümeleri…
Hasıla döktüğümüz bunca dil “Salla başı, al maaşı“ niyetiyle kervanını, devrana göre yürütenlere göre değil. Vatanını, milletini hasbice ve aklederek seven, aklını da bu işler için seferber eden insan-ı Kamil, erenler için…