ABD, Rakka operasyonunun bittiği ve Türkiye'nin terör örgütü PYD'ye yönelik bir operasyon yapabilmesi adına konjonktürün oluşmaya başladığı bir dönemde Türkiye'ye İdlib üzerinden yeni bir gündem dayatıyor. Uzmanlara göre İdlib tuzak içeriyor.
ABD, Rakka operasyonunun bittiği ve Türkiye’nin terör örgütü PYD’ye yönelik bir operasyon yapabilmesi adına konjonktürün oluşmaya başladığı bir dönemde Türkiye’ye İdlib üzerinden yeni bir gündem dayatıyor. Uzmanlara göre İdlib tuzak içeriyor.
İdlib’deki El Nusra varlığını bahane ederek yeni bir operasyonun sinyalleri veren ABD, hamiliğini yaptığı PYD'ye silah desteğini sürdürüyor. Rakka'da DEAŞ'la mücadele maskesiyle gönderilen rekor sayıdaki silahların önemli bölümü, PYD'nin kontrolündeki Afrin'e sevk edildi. ABD ve PYD'nin hedefi, İdlib'i Suriye'nin Kuzeyi'nde oluşturulması planlanan terör koridoruna dahil etmek. ABD'li yetkililerin İdlib açıklamaları, El-Kaide’nin bölgede güçleneceği iddiaları, İdlib’de Türkiye ile el-Kaide’yi karşı karşıya getirme ve bölgeyi muhaliflerin elinden alıp terör koridoruna dahil etme planlarının bir parçası olarak yorumlanıyor.
TSK’nin Azez-Cerablus hattında kontrolü sağlayarak, PYD’nin elindeki Afrin ve Ayn el Arab (Kobani) bölgelerinin birleştirilmesini engellemesi, PYD’yi ve destekçisi ABD’yi Azez-Cerablus hattının güneyinden yeni bir koridor açıp, sözde kantonları güneyden birleştirmeye yöneltti.
Türkiye’nin Rusya ile birlikte askeri üs ve çatışmasızlık bölgesi oluşturmak için çalıştığı İdlib’de El Nusra, ana bileşen ve itici güç. Dominant karekter o. Kimyayı o kurguluyor artık. Hem Türkiye hem Rusya bu tablodan rahatsız. ABD ise rahatsızlığını müdahaleye kadar taşıyabilecek ölçüde sert. PYD-YPG, çok uzun bir zamandır, Kobani ve Cizire kantonlarını, Afrin’e bağlayacak kalıcı koridor kurmak için çalışıyor. Bu nedenle İdlib, PYD açısından da önemli.
ABD’nin el-Kaide’yi bahane ederek İdlib’e operasyon yapması ve terör örgütü PYD’yi bölgeye yerleştirmesi, Fırat Kalkanı ile elde edilen bölgelerden TSK ve ÖSO’nun çıkmaya zorlanmasına kadar ilerleyebilecek gelişmeler söz konusu olabilir.
“Tezgahın planlı bir parçası”
YeniBirlik Yazarı ve Güvenlik ve Terör Uzmanı Abdullah Ağar son süreçte İdlib'de yaşananların bu tezgahın planlı bir parçası olduğunu söyledi. ABD'nin, El Nusra'yı bahane ederek ve terör örgütü PYD'yi kullanarak İdlib'e yönelik operasyon hazırlığında olduğunu hatırlatan Abdullah Ağar, şöyle devam etti: "Bu hazırlık özellikle Türkiye'yi hedef alan derin bir kumpas. Ortada Türkiye için İdlib’e yapacağı bir harekat üzerinden her an patlamaya hazır saatli bir bomba var.”
“Suriye’de bölgeler zaten bir şekilde oluştu. Ve Suriye’de Sünni Araplar ve Türkmenler haklarını kaybettiler. Çözülmeyen bir yer neresi kalmıştı? İdlib. Suriyeli Sünni Arap tabanlı yaklaşık 10 milyon fazla sığınmacı yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. İdlib ve civarında yaklaşık 6 milyon Sünni Arap var. Diğer yerlerde de çeşitli ikili ateşkes anlaşmalarıyla beraber Sünni Araplar’ın büyük bir çoğunluğu İdlib bölgesine gönderildi. Suriye’de güvenli bölgeler adı altında alanlar oluştu. Peki bundan sonra ne olacak? İdlib’e operasyon yapılacak. Bir de Fırat Kalkanı bölgesi kaldı. İdlib’e operasyonu Rusya ile beraber Suriye Şii milisler ile yapacak; ya da Amerika ile PKK yapacak. Bu onların kendi aralarındaki paslaşmaya ve anlaşmaya bağlı olan bir şey. Türkiye’nin İdlib’e bir operasyon yapması bu saatten sonra üstü bıyık, altı sakal. Yapsa bir türlü, yapmasa bir türlü.”
Ağar, HTŞ’nin Türkiye tarafından radikal olarak tanımlandığına vurgu yaparak, “O bölgeye gittiğin zaman kimi vuracaksın Nusra’yı vuracaksın. Nusra’yı vurman ne demek? Türkiye’deki yapının hareketlenmesi demek. Bu noktada sığınmacıları da düşünmek gerekir. Sığınmacıların nasıl manipüle ve provoke edilebileceğini hesaba katmak lazım. Ortada Türkiye için İdlib’e yapacağı bir harekat üzerinden her an patlamaya hazır saatli bir bomba var. Şimdi harekatı yapmassan, bu sefer ya Rusya yapacak ya Amerika. Önceden, ılımlı muhalif olarak tarif etmiş olduğumuz Ahrar uş Şam varken bu işin hallolması gerekiyordu. Ama çok ciddi bir projeyle beraber, ki bu proje ile ilgili geçmiş CIA başkanı David Petraeus’un ‘El Kaide’ye karşı El Nusra’yı kullanabiliriz.’ sözleri aklıma geliyor. Nusra, aynı DEAŞ gibi gerekçe üreten bir örgüt. Dizayna gerekçe üreten. Bunu kullanarak bölge İdlib’de halledilecek. İdlib halledildiğinde bu sefer devreye siyasi çözüm girecek. Henüz İdlib hallolmadı. O yüzden siyasi çözüm kendi dinamikleri içerisinde devam edip duruyor. Kahire devreye giriyor, Ürdün devreye giriyor, Riyad konferansı devreye giriyor. Astana’nın etkisi çok azaldı. Ahrar uş Şam olsaydı, Astana önemliydi, ama Nusra’nın egemenliğine geçtiği için çok daha fazla etkisi kalmadı. Bunların amlamı şu: Ateşkesi, ikili gruplarla ikili görüşmelerle hallediyor. Önceden toplu bir yapılanma vardı. İran, Türkiye, Rusya vardı. Ötekinde büyük patronaj grupları muhatap alıp anlaşma imzalıyorlar. Bu ne demek? Türkiye ve İran’ın denklemin dışına doğru itilmesi demek. Buradaki nihai hedef Türkiye ve İran. İran oyununu iyi oynadı, kabul. Ama İran da bu işten kolay sıyrılamaz.”
“Geçiş hükümeti üzerinden seçim”
Ağar değerlendirmesini, bu noktadan sonra İran ile Türkiye’nin bu coğrafyadaki beklentilerinin çok küçüldüğünün altını çizerek devam ettiriyor:
“İran Şii’lik üzerinden rejim üzerinde çok etkili. Çünkü meşru bir rejim, orada tutunabilir. Ama Türkiye açıkçası bir şekilde oralarda bir etki üretemeyecek bir pozisyona doğru itilmeye çalışılıyor. Türkiye bunu nasıl bütünleyebilir? Bir askeri harekatla bütünleyebilir. Peki bir askeri harekatı yapmak ister mi, bana sorarsan böyle bir maceraya girmek istemez. Küçük bir ihtimal de olsa, bir anlaşma yapılırsa, biz de bir yerinden dahil olalım gibi bir söylem geliştirilebilir. Diyelim ki, İdlib operasyonunu birileri yaptı, İdlib’te kan gövdeyi götürdü. Bölgedeki Sünni’ler Türkiye’ye sığınmak zorunda kalacaktır gene. Sonrasında siyasi çözüm. Bu siyasi çözüm hangi şartlarda gerçekleşecek? Türkiye, Sünni Araplar ve Türkmenler hariç herkes orada. En başta da Kürtlerle, Nusariler. Çünkü bölgede başka grup kalmadı. Siyasi çözümden maksat ne? Ne olacak? Önceden dizayn edildiği üzere, ilk önce geçiş adı altında anayasa hazırlanacak, geçiş hükümeti üzerinden seçimlere gidilecek ve Suriye çözümü bir şekilde Sünni Arapların ve Türkmenlerin haklarını kaybettiği deklare eden bir şeçim olacak. Şu andaki fotoğraf öyle.
Hatırlayalım, Aynı şeyi DEAŞ üzerinden yaşamıştık. ‘Türkiye DEAŞ’a destek veriyor’ diye büyük bir yaygara kopartıp, Türkiye’yi provoke ettiler. DEAŞ’ı bir şekilde üzerimize saldılar. Ondan sonra biz DEAŞ’ı üzerimize aldık, DEAŞ’ın tarihindeki en büyük zayiatı verdirdik, ama toprakları başkaları aldı. Biz zorlaya zorlaya 2015 km’de kaldık. Sonuçta büyük patronaj öyle istiyor. McGurk’un yapmış olduğu açıklamaları da öyle okumak gerekiyor. Biz, El Kaide’nin ikinci adamı gökten zembille mi indi derken, aslında ABD ‘Türkiye destekliyor bu adamı’ demeye getiriyor. Nusra’yı destekliyor demeye getiriyor. Yani sonuçta oradan çıkacak şey şu: Sen Nusra’yı desteklemediğini ispata kalkarsan geçen seferkinde olduğu gibi bu sefer DEAŞ’tan çok daha derin bir kaos ile karşı karşıya kalırsın çünkü onun toplumsal tabanı var.”
“Doğrusal ve asimetrik bir manipülasyon”
Burkina Faso’daki saldırıyla alakalı olarak da Ağar, “Burkina Faso, Nijerya gibi Baco Haram üzerinden ve o coğrafyadaki El Kaide etkinlikleri üzerinden tehdit altında. Her ikisinden birinin altından çıkacağını öngörmek mümkün. Bir diğer tarafıyla örneğin demek lazım Filipinler’de Burkina FAso farklı coğrafyalar sonuçta.Coğrafyadaki bütün terör eylemlerinde doğrusal ve asimetrik bir manipülasyon var. Filipinler’de 3 aydır DEAŞ’ın elinde ik şehir var. Amerikan Özel Kuvvetleri oraya müdahale etmiş durumda şu anda. DEAŞ gerekçe, Filipinler şahane! ABD kendi hamlelerini meşrulaştırmak adına DEAŞ’ı El Kaide’yi, PKK’yı, PKK ile birlikte yasa dışı silahlı solu, sünni tabanlı örgütleri, hatta şii milisleri kullanıyor. Envayi türlü kullanıyor. YPG’nin Sünni Arap tabanlı yapıları kontrolüyle ilgili projeleri hiç unutmamak gerek. DSG bu demek. Kaybeden bu topraklar, süreç üniter yapıların parçalanmasına doğru gidiyor. Örneklersek, Irak’ın üniter yapısı parçalandı. Suriye’nin üniter yapısı parçalandı. Var olan projelerin hala yürürlükte olduğunu görüyoruz. Bunu görmek istemeyen içimizdeki körler var sadece.” ifadelerini kullandı.
İDLİB’in ardındaki hesaplar
Yalova Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve rektör yardımcısı, Ortadoğu siyasi tarihi ve uluslararası ilişkiler alanında uzman Prof. Dr. Cengiz Tomar’da, “Özellikle Halep’in rejim güçlerinin eline geçmesinin ardından, son dönemde İdlib Suriyeli muhaliflerin en önemli kalesi olarak gündemden düşmüyor.” diyerek şu değerlendirmelerde bulunuyor:
“Türkiye’nin hemen sınırında, kuzeyde Hatay ve Afrin, doğuda Halep ve batıda Akdeniz sahilindeki Lazkiye ile çevrili olan bu stratejik bölge, Suriye’de yıllardır süren savaşın en önemli kördüğümlerinden de biri. Nitekim bu düğümü çözecek ülke ve grupların Suriye denkleminde, özellikle siyasi manada çok önemli bir rol oynayacağı kesin. Irak ve Suriye’de Musul, Telafer, Rakka ve Deyr ez-Zor gibi şehirler birer birer DEAŞ’ın elinden alınırken, İdlib’in özellikle Türk sınırına yakın kuzey bölgelerinin, bir anda el-Kaide’nin Suriye şubesi olarak tanınan Nusra Cephesi’nin de bileşenlerinden biri olduğu Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) eline geçmesi çok manidar görünüyor. Nitekim bir kaç gündür bazı yayın kuruluşlarında yer alan ABD’nin en yeni Suriye haritasına bakıldığında, bunun hiç de tesadüfi olmadığı anlaşılıyor.
Bizler Suriye savaşında İdlib ismini son bir yıldır sıklıkla duyuyor olsak da, Hatay’ın hemen güneyindeki bu sınır komşusu bölge, Suriye’de iç savaşın başlangıcından beri Hatay, Afrin, Halep ve Lazkiye arasında önemli bir yer teşkil ediyor. Suriye’nin idari taksimatındaki 14 ilden (muhafaza) biri. Merkez ilçesi İdlib’in yanı sıra Maarratu’n-Numan, Harim, Eriha ve Cisr eş-Şuğûr gibi önemli ilçeleri var. Nüfusunun çoğunluğu Sünni Arap olmakla birlikte, bir miktar Hıristiyan nüfusa da sahip. Türkiye’ye hudut komşusu olması, Suriye’nin kuzeyinde (Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonunda muhaliflerle birlikte elde ettiği Cerablus ve el-Bâb bölgesi haricinde) sınırın tamamen PYD/YPG gibi bir terörist örgütün elinde bulunması, İdlib’i Türkiye açısından daha da stratejik kılıyor. Ayrıca İdlib Suriye’de muhalefetin son ve en önemli kalelerinden biri. Esed rejiminin kaderi de İdlib’le doğrudan bağlantılı.”
“Suriye muhalif hareketinin geleceği açısından da büyük önem taşıyor”
Tarıma dayalı ekonomisi olan şehrin, 3 milyonu bulan zeytin ağaçları nedeniyle ‘İdlibü’l-Hadrâ’ (Yeşil İdlib) olarak anıldığını ifade eden Tomar, “Son göçlerle birlikte bölgedeki nüfusun iki milyona ulaştığı söyleniyor. Zira Suriye rejimiyle yapılan pek çok anlaşma sayesinde, Suriye’nin diğer şehirlerinden ayrılmak zorunda kalan muhalifler buraya göç ettiler. Bu nedenle İdlib, Suriye muhalif hareketinin geleceği açısından da büyük önem taşıyor.” diyor
İdlib’de muhaliflerle rejim arasındaki ilk çatışmaların erken dönemde, 2011’den itibaren aralıklı olarak başladığına dikkat çeken Tomar değerlendirmesi şu szölerle devam ediyor:
“Şubat 2012’de yoğunlaşan ve şiddeti artan çarpışmaların ardından, Mart ayında şehir tekrar rejim güçlerinin eline geçmişti. Ancak üç yıl sonra, 24 Mart 2015’te başlayan çarpışmalarda muhalifler tekrar bölgede üstünlük kurmaya başladılar ve 28 Mart’ta İdlib’i rejim güçlerinden geri aldılar. İdlib o günden bu yana çok çeşitli fraksiyonlardan oluşan muhaliflerin elinde. El-Kaide’nin Suriye kolu olan, eski adıyla Nusra Cephesi yeni adıyla şemsiye örgüt Heyet Tahrir Şam (HTŞ) da şehirde güçlü bir konumdaydı. Şehirde muhalifler tarafından bir yönetim kurulmakla birlikte, şeriat yasalarının uygulanmasını isteyen Nusra Cephesi ile diğer muhalif gruplar arasında daimi bir gerilim zaten mevcuttu. Nitekim Nusra (HTŞ) geçen Temmuz ayındaki çatışmalarda, muhaliflerin diğer şemsiye örgütlerinden Ahraru’ş-Şam’ı geriletip İdlib’in önemli bir bölümünü ele geçirerek üstünlüğünü perçinledi
Türkiye uzun müddettir müttefiki ABD’nin Suriye politikasından, özellikle DEAŞ’a karşı başka bir terörist örgütle birlikte mücadele etmesinden ve PYD/YPG yönetimindeki kantonlardan rahatsız ve her platformda PYD/YPG yönetimindeki kantonları tanımadığını ve gerektiğinde bunlara müdahale edeceğini açıkça ilan ediyor. İşte tam bu esnada, Türkiye’nin Afrin’e veya İdlib’e müdahale edebileceğini öngören ABD’nin, çeşitli istihbarat manevralarıyla, tüm dünyada terörist bir organizasyon olarak kabul edilen el-Kaide’nin Suriye kolu Nusra’nın (HTŞ) İdlib’de hakimiyet kazanmasına, daha sonra manivela olarak kullanmak üzere imkân sağladığı düşünülebilir. Üstelik bunu da Türkiye’nin bu örgütlere geçiş izni verdiği suçlamasıyla birlikte yaparak. Zira böylece ABD, bu bölgeye müdahale için meşru bir gerekçe bulduğu gibi, Suriye’deki yeni müttefiki PYD/YPG’yi Afrin’de himayesi altına alarak bu kuşağın Akdeniz’e kadar uzanmasına yönelik yeni bir hamle yapmış oluyor. Ayrıca bu hamleyle Suriye’deki en güçlü rakibi Rusya’ya karşı kuzeyde de önemli bir kazanım elde etmiş olacak. Zaten ABD, Suriye’nin güney ve doğusunda Suriye rejimi, İran ve Rusya’ya karşı benzer bir kazanımı son zamanlarda elde etmişti.
Öte yandan İdlib’in Türkiye’ye müzahir muhalif grupların eline geçmesi ve Afrin’i sıkıştırması PYD/YPG tarafından tehdit olarak algılanıyor. Türkiye’nin her an Afrin’e müdahalede bulunabileceğini öngören PYD/YPG, tedbir almazsa Rakka harekatını bırakabileceği söylemiyle ABD’ye şantajı yapıyor. İşte İdlib’deki son gelişmeler tamamen bu hassas denge ve çıkarlar denklemiyle ilgili.
Türkiye bu durumda, PYD/YPG kartını gerektiğinde kullanmakta beis görmeyen Rusya ile anlaşarak, tıpkı daha önce DEAŞ’a karşı yapılan Fırat Kalkanı harekatında olduğu gibi, sınırındaki el-Kaide’nin kolu olan örgüte karşı meşru müdafaa hakkını kullanıp İdlib’e bir askeri harekât gerçekleştirebilir. Bu durum hem PYD/YPG’yi hem de (özel olarak Rakka’da, genel olarak Suriye’deki müttefiki) ABD’yi oldukça rahatsız edecek ve "Türkiye’nin terörizmle mücadeleye destek vermediği" yaygarasını kopartmasına sebep olacaktır. Ancak Nusra ve bileşenlerinin (HTŞ) İdlib’de önemli bir gücü ellerinde tuttuklarını ve bu tür bir operasyonun siyasi ve askeri açıdan oldukça zorlu ve epeyce süreceğini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Türkiye için ikinci bir seçenek, kendisine müzahir muhalif güçleri tekrar şehri ele geçirmeleri için desteklemek olabilir. Ancak bu durumda, Türkiye ile çıkarları çatışan ülkelerin istihbarat teşkilatlarının da HTŞ’yi destekleyecekleri düşünülebilir. Bu açıdan hem İdlib ve hem de Afrin için lojistik destek olarak Türkiye’nin elinde Cilvegözü gibi önemli bir koz var ve Türkiye bu kozu (insani yardımlar hariç) kapıyı kapatarak kullanmaya başladı bile. Bu hamle Afrin’e de lojistik desteği engelleyebilir.
Şayet ABD İdlib’e bir operasyon yapar ve PYD/YPG kuvvetlerinin kara gücü olarak bu bölgeye girmesini sağlarsa, bu Akdeniz’e uzanan PYD/YPG koridorunun ABD tarafından kurulmak istendiği manasına gelir ki bu durumda Türkiye, her ne pahasına olursa olsun İdlib’e müdahale etmek zorunda kalır. Münbiç’te Türkiye’ye verilen sözlerin tutulmaması da bu senaryoları doğrular nitelikte. Bir diğer önemli husus, Türkiye’nin müdahale seçeneğine yönelmemesi durumunda, Fırat Kalkanı harekatıyla elde ettiği bölgenin de tehlikeye girmesi. Yukarıda ana hatlarıyla değindiğimiz bıçak sırtı denge ve çok bilinmeyenli denklemde, Türkiye açısından en olumsuz gelişme, ABD ile Rusya’nın bu konuda anlaşması olur.”