Devletler ideolojileri olmadan ayakta duramazlar mı? Veya insan ideolojisiz idealist ve onurlu bir insan olamaz mı? Türk milliyetçiliği sürdürülebilir bir ideoloji midir? Din bir ideoloji midir ?
Son dönem kimi liberal aydınlar zaten ulus devlete karşılar, ideolojisiz devlet ve toplumu savunarak ideolojilere karşı çıkan diğer aydınların da işini sulandırmaya çalışıyorlar. Bunlar hep kafamızın ardında ama üşendiğimizden mi bilinmez pek yüzleşmek istemediğimiz sorulardır.
Bu durum benim için de geçerliydi. Ta ki 2016 Ağustosunda ki CNN Türk’teki programımıza kadar. Konu Harp okulları ve Askeri liselerin kapatılmasıydı. Söz sırası benden başlamıştı. Ben bu tip kurumların geleneği içerdiğini kapatılmasının yanlış olduğunu ve “ideolojik ve doktrinler” eğitim vermenin düzeltilmesinin gerekliliğini ifade etmeye başlamıştım. Yetişen subayların bu nedenle halk ile sağlıklı iletişim kuramadığını, kendilerini devletin bekası kavramı doğrultusunda, bilinçdışı süreçlerde komitacılığa aday görebileceklerini anlatmıştım[1]. Bunun üzerine konuk Ali Türkşen son dönemlerdeki popülerliğinin ve sosyal medya desteğinin de gücünü kullanarak, bir Türk subayının Atatürkçü bir ideolojiyi eleştirmesine üzüldüğünü benimle de aynı ortamda bulunmak istemediğini belirterek toplumsal duyarlılığı tetiklemişti. Diğer konuk Semih Çetin’de ideoloji olmadan devletin yaşayamayacağını söyleyerek beni eleştirmişti. Ben de bu arada bir diğer konuk akademisyen Ahmet Kasım Han’a ‘burada ideolojinin devlet veya eğitim kurumları için şart olup olmadığını sizde ifade edin lütfen’ diye sorunca, hoca o dönemde içinde bulunduğumuz hassas günlerin, konukların ve ortamın etkisiyle biraz kenarda kalmayı tercih etmişti. Ardından moderatör hanımın “Tarık bey neden Atatürk’e karşısınız?” sürpriz sorusu karşısında açıklamaya çalıştığım Atatürk’ün bir ideolojiye indirgenmeden, bir bakış açısı ve değerler silsilesi olarak model haline getirilmesi gerekliliği mevzusu artık provoke olmuş izleyiciler için bir anlam ifade etmiyordu. Yeni kuşaklara ideolojik Atatürk’ü aktaramayacağımız yönündeki beyanlarım duyulmadı.
Aradan 2 yıl geçmişti. Bu sefer Habertürk’te nitelikli bir programda dünyada ve Türkiye’de yükselen milliyetçiliği tartışıyorduk. Milliyetçilik üzerine uzmanlığı ve siyasal görüşü olan iki değerli akademisyen vardı. Ben Türk milliyetçiliğinin ideolojik yaklaşımla yorumlanmasının 1970’li yıllardaki gençlik çatışmalarını körüklediğini, fikirlerini zorunlu çerçevelediğini ve Türk sağının hep sınıfta kalmasına neden olduğunu vurguladım. Türklük ve Nizâm-ı Alem vurgusunun, Fuat Köprülü’nün yorumladığı şekilde, bir medeniyet koşusu tanımında ancak insanlık adına bir mana taşıyacağını hatırlattım. Ama bu yaklaşımımı, akademisyenlerden birisi ideolojisiz bir çatı kurulmasının zorluğunu ifade ederek, bir diğeri ise bunun özgün kutsallığını savunarak cevaplamaya çalıştı.
Tabi ideolojisiz bir insan, bir din, bir devlet veya bir toplumsal hareket olup olamayacağı post-modern dönemde artık rahat farklı açıklamalarla tartışılabilmektedir. Zannımca 19 ve 20. Yüzyıldaki hızlı değişimler kültürler ve toplumsal hareketleri “ideolojiler” parantezine aldı. İdeolojiler ve ideolojik düşünceler bu dönemlerde ön plana çıktı. Tehdit algısı yüksek sınıflar, kimlikler, kişiler, uluslar veya devletler ortak bütünleşme ve çıkış yolu arayışlarında ideolojileri şemsiyeleştirdiler.
Marx ideolojilerin gerçekleri maskelediğini ve hiçbir zamanda tam olarak hakikati yansıtamayacağını belirtiyor[2]. Marx fikirlerine hiç bir zaman ideoloji dememiştir. Şerif Mardin ideolojilerin bir kısmının sistematikliğine (Liberalizm, Keynescilik) ve fikri disiplinlerine vurgu yaparken, geçmişte ve günümüzde de örnekleri yaşandığı veçhile (Faşizm örneği) insanın/ toplumun eylem planını öne çıkarmasına vurgu yapar. Bu manada Lenin’in ideoloji sözcüğünü olumlu kullanması, eylem planlarını öne çıkarması ve ortaya koyması zorunluluğundan anlayabiliyoruz.[3]
Kısmen Marx’ın izinden giden Mannheim’e göre de ideoloji toplumu anlamaya yönelik tüm kavramları yanlılaştırmakta.
Daha makul sayabileceğimiz veya savunabileceğimiz “görüş açısı” yaklaşımıdır. Görüş açısının en önemli özelliği meşruluk kaynağının herhangi bir otoriteye bağlı olmamasıdır. Hegel daha gelişmiş bir tanımda buna “Weltanschaung” diyor. Buna insan, kendi durumunu ancak içinde bulunduğu tarihsel koşulların göreceliğine bağlı olarak anlamlandırabildiği “dünya görüşü” kavramı diyoruz.
Bilim araştırmalarında bir düşüncenin bilimsel bir diğerinin de ideolojik bulunması da ayrı bir tartışma konusudur. İdeolojilerinde bilimsellik iddiasında bulunmaları çelişkisini de buna ekleyelim.
Psikoloji ve Psikiyatri açısından Erik Erikson’a göre “ergenlik çağı ideolojiler bilhassa uygun ortam yaratır. Gençlerin bazı arayışlarına pratik cevaplar verir.” Bu durumu belki ergen veya gerileyen toplumlara da uygulayabiliriz.
Devlette ideolojiyi savunanlar ise pozitivist bir tektipçilikten hareket etmişlerdir [4]. Freud’a göre ideoloji insanın en temel içindeki dengesizlik ve kaygı unsurlarına karşı bir yansıtma (projeksiyon) mekanizması olarak ortaya çıkar. Freud ayrıca toplumsal yapının, dağıldığında yeniden toparlanabilmesi için, Lider-Karizma-İdeolojiye tutkal olarak ihtiyaç duyduğunu belirtiyor.
Her ne kadar Marx kadar olmasa da kitabından bu yazım için oldukça yararlandığım merhum Şerif Mardin[5] din için yumuşaklaştırılmış ideoloji der. Belki ameli ve itikadi mezhepler için bu yaklaşım kullanılabilinirse de ben Marx’ın aksine dinin, bir ideoloji olmayıp, “dünya görüşü” kavramına daha yakın olduğuna inananlardanım. Belki de burada “dünya görüşü” kavramını bir öteye taşıyarak, dini “hayat görüşü” olarak tanımlamak daha münasip olacaktır.
Atatürkçülük, Kemalizm, Dokuz Işık doktrini, 6 ok yoğun olmamakla beraber ideolojik olarak zihinlerdedir. Atatürk’ün vefatından sonra reformları ve duyarlılıkları, kurumsal anlamda ideolojik ”Kemalizm” adı altında tanımlandı. Bu reformların kurumsal kazanımları tabii ki yadsınamaz. Ancak ideolojilerin değişmezliği ve gelişmezliği bağlamında ısrar edildiğinde yaşadığımız siyasal sonuçlar üzerinden bazı derslerin çıkartılması gerekiyor.
Türk sağı içine düştüğü ideoloji açmazını 1970’lerin iç hesaplaşmalarında, Türk Milliyetçiliğini ve ardından İslamcılık ve neo-Osmanlıcılığı kendi nesnel koşullarında ideolojileştirmede ısrarcı oldu. Ve deneyimlerini yaşadı. Bugün de batı karşısında kompleks ve yüzleşememe kaygısının altında ayırt etmeden her kesimin ideolojik kırıntıları yatmakta. Bu ideolojik kırıntıların ip uçlarını, Osmanlı kurum ve şahsiyetlerine bugüne uygun roller vermede (anakronizm) veya başarı hikayelerine, Türk-İslam sentezi veya İslamcı ideolojiler ile zorlama açıklamalarda bulmak kolay olacaktır.
[1] M. Ali Birant – Emret Komutanım- Milliyet yayınları
[2] Marks’a göre ideolojik toplum saydam olmayan ışığı geçirmez bir toplumdur. İdeolojiler bu ışık geçirmez toplumda ilişkilere yalancı bir geçerlilik sağlayan anlatımlardır. Marks Din fikrini de bu kapsama alıyor.
[3] Lenin “Ne Yapmalı” 1902
[4] Condillac’a (1715-1780) göre insanların benliklerini içten gelen değilde dıştan gelen tesirler şekillendirir. Burada devlet belirleyici olmalıdır.
[5] Şerif Mardin- İdeoloji iletişim yayınları-17.baskı 2015