Atatürk'ün devrimci yönünün Osmanlı modernleşmesi hızının çok ötesinde ve radikalce olduğunu da görmemiz gerekiyor.
Osmanlı 19. Yüzyılın başlarından itibaren aleyhine dünyanın değiştiğinin farkına varmıştı. Bu devirden itibaren başlattığı idari ve anayasal reformlar takdire şayandı. Aynı dönemde Çarlık Rusya’sı ve Meiji Japonya imparatorluğunun reformları da gerçekleşiyordu.
Osmanlı Islahat, Tanzimat, Anayasal vatandaşlık, Meşrutiyet ve Anayasa denemeleri derken, Ordu, Dışişleri ve tüm bürokrasi bugünlere uzanan köklü reformları yaşıyordu. Dışarda ve içerde Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük politikaları sırayla deneniyordu. Tüm bu çabalar İmparatorluk’un dağılmasını durduramıyordu.
Özellikle Reşit, Fuat ve Ali Paşalar ile başlayan radikal köklü reformların kısa vadede sonuç verememesine hep üzülürüm. Bu reformların bir zihniyet dönüşümünü oluşturabilmesine değin sonuç alınamayacağı aşikardı. Zira reformların entelektüel önderleri ve temel felsefesi henüz oluşmamıştı. İdari taklit seviyesindeydi.
Ancak burada başka bir temel unsurun yolsuzluk probleminin aşılamamış olmasını da ifade edebiliriz. Namık Kemali Hürriyet (1869-1870) gazetesinde şöyle ifade ediyordu “Bizim milletimizin sairleri gibi sanatkâr ve faal etmeğe mani olan sebeb-i mücerred usul-i idare-i mülkiyemizin yolsuzluğudur.” Bu da başka bir değişle, yolsuzlukların sebep olduğu çürüme içinde reformların başarılı olamayacağının bir ifadesi oluyordu.
Batı ve modernite ile karşılaşmamız hep askeri alanda cereyan ediyordu. Kafamızda hep düşmanın silahı ile en iyi şekilde silahlanma vardı. Bu anlamda Ordu ve kurumları ıslahat veya modernleşmenin odağının temelleriydi. Eski adlarıyla mühendishane i bahri ve berri hümayunlar; İ.T.Ü, Tersanelerimiz veya Harp okullarımızın kuruluşu hep bu sürecin temelini teşkil ediyordu.
Rüştiyeler ve idadilerle beslenen Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye yetenekli Balkan ve Anadolu çocuklarının eğitim mekanları oluyordu. Bu yeni jenerasyon her alanda Batı ile muhatap olma şansını yakalıyordu. Bu durum aynı zamanda mevcut sistemin yetersizliğini sorgulamak için ayrı bir sebep teşkil ediyordu. Bu gençler bu “Vatan” nasıl kurtulur idealini şiar edinmişlerdi. Kurdukları legal illegal her türlü yapıyla bu ideale çalıştılar. Genç Enverler, Mustafa Kemaller yıllar boyunca Makedonya dağlarından, Libya ve Filistin çöllerine hep bu idealin peşine koşturdular.
Enverlerin jenerasyonu 30’lu yaşlarında devletin kaderinde büyük sorumluluklar aldılar. Romantizm ve idealizmleri hiçbir zaman realizm ile barışamadı. I. Dünya Savaşı, İmparatorluk çökerken sadareti bırakıp ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. Bu ekibin ayrılması, siyasetin dışında kalmayı başarabilmiş aynı jenerasyonun Mustafa Kemal önderliğindeki ekibin önünü tarihin bir cilvesi olarak açmıştı.
Mustafa Kemal doğuştan bir liderdi, ancak önü baskılanmıştı. Hem sahada hem de entelektüel alanda çok iyi yoğrulmuş bir Osmanlı subayıydı. M. Kemal gerek kendi gerekse devletin deneyimlerini liderliği ile birleştirerek yeni bir devletin kurulmasına önderlik etti. Yeni devlet kim ne derse desin Osmanlı devleti ve modernleşmesinin devamı ve göreceli başarısıydı.
Atatürk’ün devrimci yönünün Osmanlı modernleşmesi hızının çok ötesinde ve radikalce olduğunu da görmemiz gerekiyor. Osmanlıyı yıkan toplumsal ve kültürel çürümenin üzerlerine radikalce gidildi. Zaman kısaydı evrim veya rıza üretme yerine devrimler genellikle tercih edildi. Askeri disiplinle ve hızla yapılan reformlar, ülkeye yeni ve farklı bir kimlik kazandırdı. Kadın hakları ve eğitim yaygınlaştırılması gibi konularda tartışılmaz başarılar elde edildi. Hızla yapılan devrimlerin doğal olarak olumsuz yan etkileri de olacaktı. Ne yazık ki bu zamana ve bugünlere yansıyacaktı.
Atatürk’ün dini inancının, agnostik, deist veya ateist olduğuna dair çeşitli dönemlere ait referanslar mevcuttur. Aynı zamanda anayasal uygulamalarında ve kader arkadaşları ile ilişkilerindeki iniş ve çıkışlarda da farklılıklar vardır. Bütün bunlar Atatürk’ü Makyavel’inin Hükümdar tanımındaki uygun lider profili ile özdeşleştirmektedir. Liderlerin ideolojik ya da fikri tutarlılıkları değil, her zaman günün koşullarına uygun pratikler veya pragmatizm, eylem tarzlarını belirlemektedir. Ve bu yolla da iktidarlarındaki riskleri minimize edebilmektedirler.