Şeyh Esad Erbili genellikle Erenköy Nakşibendi camiasının silsilesinden bir isim ve Menemen vakasında zulüm görmüş biri olarak bilinir.
Ehli-tarik bir arkadaşım Şia mezhebini tekfir eden (küfür ile suçlayan) bir mesaj attı. Ben de ona Şia’nın önemli temel müçtehit imamı Caferi Sadık’ın Nakşibendi zincirinin önemli bir halkası olduğunu hatırlattım. Caferi Sadık ezoterizm konusuna oldukça girmiş, rüya tabiri ve manevi hiyerarşi açıklamaları konularında otorite kabul ediliyordu. Hem Nakşilik ve hem de Şii’liğin ilk kurucu halkasında yer alıyordu. Oğlu İsmail de Şia’nın ezoterik ağırlıklı İsmailiye mezhebinin kurucusuydu. Ayrıca Kürt Nakşibendiliğinin ayrılmaz bir parçası olan Seyitlik, manevi alem yönetim hiyerarşisi (zamanın sahibi-kutupluk-gavslık) ve masumiyet hususları ile mevcut tasavvuf anlayışımızın benzerliklerini ifade ettim.
Bu anlamda Sünni popülist tasavvuf anlayışı ile Şia’nın Caferi Sadık’tan bu yana inşa ettiği masum imam ve müçtehit anlayışının da epeyce örtüştüğünü söyleyebiliriz.
Şeyh Esad Erbili genellikle Erenköy Nakşibendi camiasının silsilesinden bir isim ve Menemen vakasında zulüm görmüş biri olarak bilinir. Pek kimse onun Avrupa okültizmiyle olan müzakere derinliğini, seyri suluktaki özgün bakış açısını ve 2. Meşrutiyetteki görevlerini pek merak etmez. Aynı dönemlerde yaşamış Elmalılı Hamdi Yazır’da ancak Hak dini Kuran dini tefsiri ve II. Abdülhamit’in hal fetvası ile öne çıkar. Elmalılı efendinin tefsir yapmak için öncelikle Fransızca öğrendiğini sonra da P. Janet’in felsefe tarihinin çevirisini yayınladığını pek çok kimse bilmez ve merak da etmez.
PAGAN SEMBOLLERİNİN ETKİSİ
Akademik dil ve felsefe dersleri almaya çalıştığım Amerikalı Sara ile Hristiyanlığın batıdaki bireyselleşme ve liberalleşmesi üzerine tartışıyorduk[1]. Tabi Hristiyanlığı tartışırken paganlık[2] etkisini tartışmasak olmazdı. Konu Müslüman kızılayı ve ulus devletlerinin bayraklarındaki yaygın ay sembolizmine dayanmıştı. Bu beni biraz endişelendirmişti.
Yahudilik ve İslam’da paganizm etkisini değerlendirirken önümüze çıkan tanıdık bir sembol; İslam öncesi Arap toplumları (cahiliye dönemi) pagan-putperest kültüründe en öne çıkan tanrıça Ay tanrıçasıydı[3]. Araplar gibi aşiret-göçebe ulusların pagan dönemde ay ve güneş gibi tanrıçaları üretmeleri anlaşılabilir bir durumdu. Hatta öyle ki İslam ile birlikte Müslüman olan devletler bile bu ay kozmolojisini kutsallık atfettikleri sembollerde kullanmaktalar. Bu metaforik yaklaşım, paganlığın bugünlere bizlere kadar ulaşan kültürel etkilerinin İslam dünyası odaklı anlaşılmasına yönelik ilginç bir yaklaşımdı.
İnsanlık tarihinin lineer bir ivmeyle mi geliştiği yoksa daha üstün uygarlıkların kalıntıları üzerinde düşünsel olarak mı ilerlediği hususu hala tartışma konusudur. M.Ö 7. Yüzyıldan öncesine ait hiçbir husus açıklığa kavuşturulamamıştır. Bunun için de sualtı arkeolojilerinin gelişmesine veya yeni “Göbekli Tepe”ler keşfine ihtiyaç var gibi görünmektedir.
EVLİYALAR VE FİLOZOFLAR HER DERDE DERMAN MI ?
Tarihimizde zaman zaman maneviyat ehli olarak bilinen şahısların, Sultan Avcı Mehmet’ten, Abdülaziz ve Abdülhamit’e kadar birçok karar vericinin yanında olduğunu bilmekteyiz. Ancak bu zatların himmetleri Osmanlının hızlı çöküşünü fizik alemde durduramamıştı.
Bizler dahil toplumun ekseri, şeyhler ve ehli tarik insanların manevi hayatlarının açık olduklarını, görünmeyen alemden bazen aynel-yakin (doğrudan gözlem) mertebesinde haberdar olabildiklerini varsayarız. Bu nedenle de günlük yaşamımızda, kariyer hayatımızda görüş ve telkinlerini oldukça dikkate alırız da. Bu işin buralarda kalması makul karşılanabilmekle beraber, günümüzde ehli tarik karar vericilerin güvenlik dahil uluslararası ilişkiler, yakın tarih ve politik gündem konularında bağlayıcı yönlendirmeleri de sıkça yapmaları artık makul karşılanmamaktadır.
Çocukluğumuzdan bu yana hep ahlakı ve hakikati aradık. Ama nerelerde; ideolojilerde, sağcılıkta, milliyetçilikte, İslamcılıkta, namaz kılanlarda, şeyhlerde, tekkelerde, entelektüellerde, filozoflar veya felsefede aradık.
İdeolojilerden hayal kırıklığına uğrayınca, dine yöneldik İslamcı olduk baktık işe yaramıyor bu oldukça kuru kaldı, kâmil insan ve yol arayışına girdik. Ahlak ve olgunluk olarak onlardan istifade ettik. Baktık bazı hususlarda bunlar da ciddi beşerî zaaflar sergiliyorlar, entelektüellere ve filozoflara yöneldik. Gazali’nin ironisiyle filozofların temel varoluş meselelerinde tutarsızlıkları açıktı. Ancak insan onuruna uyumlu sorgulamaları ve “nasıl düşünebilmeliyiz” için çok uygun yol haritaları ve yöntemleri de mevcuttu.
TASAVVUFUMUZUN SORUNLARI
Ehli irfanın veya tasavvufun manevi itminanı, hazzı veya sekir halleri, diğer determinal gerçekliği ve felsefeyi ne kadar ihmal edilmesine neden olmuş bu da ayrı tartışma konusudur. Gerçek tasavvuf ehlinin keşif yoluyla yaptığı sezgisel gözlemin huşunun başkasının veya ötekinin işine karışmaya engel olacağı ifade edilir. Ancak maalesef popüler tarikat anlayışında bu böyle tecelli etmemektedir.
Yıllar önce üniversitedeyken yanına sıklıkla uğradığımız bir derviş, şeyhinin en kısa zamanda Mehdiliğini ilan edeceğini ve Deccal’in yakında çıkacağını ifade etmişti. Maneviyat kapısının aşılmasının tek şartının kendi şahsında temsil edilen Şeyhi ve kendi Nakşibendi kapısına kayıtsız şartsız teslimiyeti şart koşuyordu. Bu şartlarda kendisine inanan bir grup askeri öğrenci arkadaş, alay komutanlarını Mehdiye katılmaya davet etmişler, komutan da kendilerine orayı bırakmalarını kendilerini ufak bir disiplin cezası ile kurtarmayı teklif edince reddetmişler, askeri öğrencilikten atılmışlar ve burssuz kalmışlardı. Aynı derviş ve aralarından atılmış bir eski askeri öğrenci, Yedikule tren raylarında intihar etmek üzere olan bir Ermeni amcayı kurtarmış ve sonradan derviş olarak hayata bağlamışlardı. Yıllar sonra da yetkili derviş bağımsızlığını ilan edip dolaylı Mesihliğini ilan etmişti.
Tasavvufun Peygamber a.s hayatındaki kurumsal yönünün izahı zorlanmakla birlikte, yaşantısındaki ahlaki bireysel pratikler oldukça uyuşmaktadır. Yaklaşık hicretten birkaç yüzyıl sonra kaşımıza çıkan kurumsal tasavvuf anlayışı pek Arap mizacı ve sosyolojisinde karşılık bulamadı ancak Türk, Fars, Hint ve Kürt toplumlarında oldukça benimsendi.
Sesli- Kadiri ve sessiz- Nakşi zikir geleneği esas olan inisinasyonda[4] da Hz. Ebubekir-sessiz ve Hz. Ali’ye-sesli uzanan silsilelere bağlı olan temel tarikat yapıları, Şiiliğin kurucularından İmam Cafer Sadık’ın kozmolojik hiyerarşi (kutupluk-gavslık) doktriniyle de manevi hiyerarşisinin şekillendiği iddia edilmektedir.
Tasavvuf ve tarikat yapılarının asırlardır İslam dünyasında insanların ahlaki olgunlaşmasına, toplumsal alt yapının sağlamlaştırılmasına, kültür, sanat ve estetiğe hizmetleri inkâr edilemez. Ancak zamanla düşülen mesiyanik-apokaliptik açmazlar, yüzyılda bir gönderilen dinin yenileyicisi (tartışmalı hadis) inançları ve pratikte Şeyhin, Şii masum imam benzerliği özdeşimi gibi yanılsamalar hep soru işareti olarak kalmıştır.
Tasavvuf metodolojisi, ritüellerinin ve kurumlarının gelişiminin süreç boyunca Şaman, Mazdek, Hint ve Mısır gibi eski kültürlerden etkilendikleri inkâr edilemez. Bu durum selefi kabullerin aksine, insanlığın tevhidi ve nebevi kadim mirası anlamında inkâr edilmesi gereken değil sadece anlaşılması gereken bir durumdur.
Konu çok detaylı anlaşılması gereken bir konudur. Bu yazının amacına uygun olarak yukarıda verilen ilk pratik örnekteki gibi sorun, keşfin, sezginin, manevi sarhoşluğun veya sezgi halinin fiziksel veya toplumsal gerçekliğe ilişkin doğru sınırı koyma sorunudur.
Katolik tarikatlar Cizvitlerin veya Françiskenlerin kurduğu Georgetown veya Yale gibi üniversiteler, Saint Joseph veya Saint Benoit gibi liseler kurarken, İslam dünyasındaki tarikat ve vakıflar bu tip kurumları kurma yeteneğini kazanamamıştır.
Ortaçağ’da Vatikan’a bağlı manastırların kütüphaneleri paganlıktan İslam kaynaklarına uzanan zengin kaynakçalara sahiptiler. Bunlar Rönesans ve söz konusu okulların zeminini tesis etmişti. Ancak tarikatların şerri eğitim kaynaklarını oluşturan medreselerin kütüphanelerinin bu kapsamda bir zenginliği ve toleransı barındırdıklarını pek söyleyememekteyiz.
Şeyhler ve tekkelere ilişkin deneyimlerimiz, yaşadığımız gerçeklik algılarımızın çok ötesinde öteki bir dünyanın varlığına dair dokunulabilir ve yaşanabilir ipuçlarını bizlere sunmuşlardır. Bu durum bu ehil insanların teknik ve toplumsal alanlarda da tartışmasız yol gösterme sağduyularına sahip olabilecekleri yanılgısına bizleri sürüklemiştir.
Tarikatların, son yıllarda yaşanılan gelişmeler, vicdan sorunu gibi hususlardaki açmazları, murakabe gibi derslerden bir kısmının bihaber olmaları, olgun insan yetiştirememeleri ve politikleşmeleri mana denklemindeki yerlerini tartışma konusu yapmaya başlamıştır.[5]
Yarın: Ulema’nın cevaplarının peşindeyiz
[1] Larry Siedentop – inventing “Individual” The Origins of Western Liberalism
[2] Paganizm, kökenleri dünyanın kadim doğa dinlerine uzanan bir inanç biçimi ve bu dinlerin genel adıdır. Bu dinlere mensup kişilere pagan denir.( vikipedia)
[3] AL- İlah, Lunar Godness
[4] Manevi tasarruf-intikal
[5] http://faraszade.com/turk-tasavvufunun-bugunku-meselesi/