Artık sahadaki güçler üzerinden Türkiye ile İran arasında baş gösterebilecek devletsel bir karşı karşıya gelme söz konusu.

ENGELLENMESİ ZORUNLU TÜRKİYE-İRAN GERİLİMİ

Haşdi Şabilerin Telafer’e yürümesi büyük yankı uyandırmıştı. Travma üreten ‘ve travmalara neden olan’ mezhebi orijinli bu gücün Telafer’e yapacağı bir hamlenin yeni bir mezhebi ve etnik kırılma ile Türkmenler içinde bir çatışmaya dönüşme riski ortaya çıkmış, soykırıma ve zorunlu bir tehcire (kaçışa) neden olacağına vurgu yapılmıştı. Haşdi Şabilerin Telafer’e girmesi halinde, yaşanan gelişmelere bağlı olarak Türkiye’nin bölgeye yakın yığınağını devreye koyabileceği öngörülmüştü.

Haşdi Şabilerin Telafer’e 10 km. (güney-güneydoğu) yakınındaki havaalanını ele geçirmesinden sonra;

- İlçeye yürüyüş ve girme durmuş,

- Bununla birlikte IŞİD ve Haşdi Şabiler arsında karşılıklı atışmalar başlamış; IŞİD keskin nişancı, havan, roket ve katyuşalarla - Haşdişabiler tank başta, ellerindeki ağır silahlarla etki üretmeye çalışmış,

- Telafer’in çevresi Haşdi Şabilerce kuşatma altına alınmaya başlamış,

- Musul ve Telafer’in Suriye ile arasındaki karayolu bağlantısı Haşdi Şabilerce kesilmiş,

- Haşdi Şabi liderleri Suriye’deki iç savaşa dahil olabileceklerini beyan ve iddia etmiş,

- Irak merkezi hükümetince Telafer operasyonun Irak Ordusuna devredildiği açıklanmış, bu durum nispi bir sakinleşmeye neden olmuş,

- Irak Başbakanı Abadi, Telafer havaalanına gelmiş, ayrılmasından hemen sonra bulunduğu yere bir saldırı gerçekleşmiş, kimilerine göre IŞİD tarafından, kimilerine göre de bir uçakla gerçekleştirilen bu saldırı sonrasında Haşdi Şabilerin liderlerinden bir kaçı ağır yaralanırken, sayısı açıklanmayan ölü ve diğer yaralıların olduğu ifade edilmişti.

26 Kasım tarihinde ise Irak parlamentosunda konuyla doğrudan ilgili bir oylama yapıldı. Konjonktürü doğrudan etkileyecek bu oylamayla Haşdi Şabiler artık Irak Ordusunun bir parçasına dönüşecek. Yani Irak Ordusu üzerinden Telafer’e yapılacak operasyona Haşdi Şabiler katılsa bile, hatta operasyonu tamamen Haşdi Şabiler yapsa dahi bu operasyon Irak Ordusu tarafından yapılmış gözükecek.

Böylece olası etnik ve mezhebi kırılmalar ortaya çıkartan bu durum kendince bir maskeye kavuşurken, bundan sonra insan hakları ihlalleriyle adı sıkça anılan Haşdi Şabilerin ortaya koyduğu olumsuz görüntüler, olursa, bundan sonra Irak Ordusuna mal olacak.

*

Irak Parlamentosunda cumartesi günü yapılan bu çok önemli oylama, hafta sonunu; ‘Suriye’de yaşanan hava saldırısı’, ‘kendini gösteren olası kimyasal tehdit’, ‘Çobanbey’deki araç patlaması’, ‘Haseke Tel Tamır (Temur) YPG-PKK kampında yaşanan çoklu patlama’, ‘Halep’teki çok sert ve yoğun hava akınları eşliğinde yapılan Rejim ve YPG-PKK müşterek kara harekatı’, ‘KCK’nın Türkiye sorumlusu Sara Aktaş’ın yakalanması’, ‘Erdoğan’ın Putin’le yaptığı Suriye ve Halep merkezli telefon görüşmeleri’ ve ‘Çavuşoğlu’nun apansız İran’a giderek Ruhani ve mevkidaşıyla yaptığı görüşmeleri’ gündemini takiple geçiren Türkiye’de hemen hiç dikkat çekmedi. Bu nedenlerle olsa gerek, GELECEKTE BÜTÜN COĞRAFYAYI ETKİLEME POTANSİYELİ BARINDIRAN ÇOK ÖNEMLİ BU KONU Türkiye’de hak ettiği değeri bulamadı.

Yakın gelecekte coğrafyada üreteceği mezhebi etkiye girmeden önce konunun daha iyi anlaşılması için biraz ayrıntıya girmekte fayda var:

Irak’ta IŞİD’le savaşmak üzere ortaya çıkan mezhebi orijinli Haşdi Şabi Milislerinin Irak Güvenlik Kuvvetlerine bağlanmasıyla ilgili tasarı, 26 Kasım 2016’da (C.tesi) Irak Parlamentosunda oylandı. Tasarı 325 sandalyeli parlamentodan 208 KABUL OYUYLA geçti ve Cumhurbaşkanı Fuat Masum onaylamasıyla yasalaştı. Bu yasayla birlikte, yasal dayanağı olmayan, illegalite üreten ve adı sürekli insan hakları ihlalleriyle anılan Haşdi Şabiler artık RESMİ BİR GÜCE dönüşecek. Mümkün olursa bir disiplin üretebilecek.

7 başlıklı yasayla Haşdi Şabi Milislerinin doğrudan başkomutana bağlanması öngörülmüş. Irak’ta Başkomutan sıfatı Başbakan’a ait. Buna göre Abadi, başbakan olduğu sürece Haşdi Şabi onun emir komutası altında olacak. Ancak bunun fiiliyatta bir görüntüden ibaret olduğunu ifade etmek gerekiyor. Çünkü Haşdi Şabi yapılanması bütün ambalajlanmalara, eklemlenen bütün diğer dini, etnik ve mezhebi küçük gruplara ve bütün yasal düzenlemelere rağmen halen mezhebi orijinli güç profilini taşımaya devam ediyor. Bununla birlikte mezhebi orijinli güç odakları, aparat güçler ve vekalet savaşçıları üzerinden de tamamına yakını İran’a angaje olmuş ve İran’ın bölgedeki hedef ve menfaatlerine hizmet eden güçler topluluğu çizgisini bozamıyor/bozmuyor.

Yasallaşmayla birlikte Haşdi Şabiler Irak’taki diğer güvenlik kuvvetlerinin hak ve yetkilerine sahip olacak. Daha önce bazı yurt içi ve dışı güç odakları (başta İran), siyasi partiler, mercaiyetler ve Irak devleti tarafından fonlanan, donatılan ve yönetilen Haşdi Şabilerin artık bütün özlük hakları, maaşları, silah, teçhizat, donatımları Irak Devleti tarafından sağlanacak.

Ancak bununla ilgili Irak devletinin ekonomik imkan ve kabiliyetleri halen çok sınırlı. Alt seviyedeki bir Haşdi Şabi milisi ortalama 400 USD (500 bin Irak Dinarı) alırken, halen maaşlarının ödenmesinde bile sıkıntılar yaşanıyor. Bedir, Irak Hizbullah’ı ve Ebu-l Fazl el Abbas Tugayları gibi başat Haşdi Şabilerin maaşları ise 2 aylık periyotlarla İran’dan geliyor.

Irak Hükümetinin 2017 yılı plan bütçede 4,5 milyon memur ve 2 milyon emeklinin maaşlarında % 4,8’lik kesinti yapmayı planlaması ve bu kesintiyle elde edilmesi öngörülen 4 milyar dolarlık kaynağın; mülteciler, Haşdi Şabiler ve diğer hükümet giderlerine harcanma meselesi ise Irak’ta çoktan hararetli tartışmalar başlatmış durumda. Yine, yeni kırılmalar ürüyor.

100 bin kişiyle tanımlanan yasal Haşdi Şabi gücünün sadece yıllık maaşları bir milyar doları aşıyor. Buna iskan ve iaşeleri ile savaş harcamaları dahil edilince en az 4-5 milyar dolarlık bir rakam ortaya çıkıyor.

Çıkarılan kanun ile;

- Yaklaşık 1,5 milyon imza veren,

- 150 bini kayıt altına alınan,

- 60-70 bini sahaya sürülen,

- 25-30 bini IŞİD’le çatışma alanlarında bulunan,

- Geri kalan 35-40 biniyle de Şiiliğe dair kutsal alanlarını korumakla görevli bu milis yapısı, artık Irak ordusu içinde özel bir komutanlık altında yapılandırılmaya çalışılacak.

Tasarının kanunlaşmasıyla birlikte pek çok sorunun da ortaya döküldüğünü ve yeni tartışmaların başladığını da söylemek mümkün.

Örneğin;

- Olası yeni yapıda kimlerin olacağı ve kimlerin dışarıda kalacağı halen belirsizliğini koruyor. Şu an aktif olarak 150 bin civarında Haşdi Şabi milisi bulunuyor ve Haşbi Şabilere adam veren güçlerin kotaları halen belli değil.

- Bununla birlikte Haşdi Şabilerin her fovcu (tabur) ortalama 500-600 kişi ve gruplar, etkin oldukları bölgelerde bu fovçlara en fazla 100 isim verebilecek. Haşdi Şabilere adam veren güç odakları için büyük bir sorun bu. Diğer 400-500 kişi nasıl belirlenecek? Bölgesel etki, farklılık ve grup yoğunlaşmaların dikkate alındığı bu yapılanmaya Sadr grubu çoktan itiraz etmiş durumda, büyük olasılıkla Bedir’de itiraz edecek. Şii gruplar arasındaki hizipçiliğin burada da devam edeceğini anlaşılıyor.

- Özellikle Anbar, Tikrit (Selahattin) ve Musul’daki Sünni tabanlı siyasi partiler ve gruplar ise konuya çok daha farklı bir açıdan itiraz ediyor ve bu oluşuma baştan karşı çıkıyorlar. Onlar dominant Şii orijinli bu yapıların Sünni vilayetlerine girmelerini kesinlikle istemiyorlar. Onlara göre; “Aşiret güçleri vilayetlerini korur.” Bu durum Anbar, Musul ve Selahattin (Tikrit) için net bir fotoğraf ortaya koyarken Bağdat ile İran’a yakınlığı ve mezhebi karışıklığı nedeniyle Diyala başka farklılıklar üretiyor. Coğrafyadaki bütün kavganın merkez noktasındaki Kerkük’ü ise, bu konuyla ilgili, tanımlamaya bile kimse yanaşamıyor. Diğer bir tarafıyla IŞİD’in Kerkük’e saldırması sonrası Şii Türkmen ağırlıklı Haşdi Şabi güçlerinin Kerkük’ün Şii Türkmen mahallerine girmiş olması, orada da çok farklı fiili bir durum yaratmış durumda.

Başlangıçta Irak’ın milli bir gücü olması ve Haşdi Şabilerin % 50-50 Sünni ve Şiilerden oluşması öngörülürken kanun % 80 Şii, % 20 Sünni oranlarıyla ortaya çıktı. Irak’taki diğer dini, etnik ve mezhebi yapılardan ne kadar adam alacağına dair ise kayda değer hiç bir veri yok. Ki, mezhebi bir oran üretiyor olması bile, başlı başına sıkıntılı bir konu.

*

Yasayla, çatışma alanlarında adı insan hakları ihlalleriyle adı sık sık anılan Haşdi Şabilere devlet güvencesi ve dokunulmazlık zırhı sağlanmış oluyor.

Aynı zamanda yasa, Haşdi Şabilerin sınırı aşan alanlarda kullanılmasının da önünü açıyor. Yakın zamana kadar Şii Haşdi Şabi milis komutanlarının Haşdi Şabi’lerin başta Suriye olmak üzere sınır ötesi alanlarda kullanılması, sık sık dile getiriliyordu. Bununla birlikte benzer bir yapılanma zaten Suriye’de de mevcut. Orada da ‘Zeynep makamının koruma gerekçesi başta olmak üzere’ çatışma alanlarına getirilmiş 30’dan fazla Haşdi Şabi yapılanması var. Bunların bir kısmı da Irak’taki yapılardan oluşuyor ve isimleri aynı.

Haşdi Şabilerin IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi sonrası Ayetullah Sistani’nin El Kifai Cihat çağrısıyla ortaya çıktığı öngörülse bile geçmişi Irak-İran savaşı ve ABD’nin Irak’ı işgaline dayanıyor. Irak-İran savaşı sırasında İran’ın Irak’taki Bedir Tugaylarını dizayn etmesiyle başlayan süreç, ABD’nin Irak İşgali sırasında ivme kazandı. 2011 yılının sonlarında ABD Irak’tan çıkarken ardında bıraktığı enkazın içerisinde en az 32 Şii Milis teşkilatı vardı. Musul’un IŞİD’in eline geçmesinden sonra bunlara onlarcası eklendi.

7 başlıklı yasayla, kısaca;

1- Haşdi Şabi ordu içinde Başbakan’a bağlı bağımsız bir teşkilat olacak.

2- Yapı kendi içinde bir komutanlık ve heyet-i erkan ile idare edilecek.

3- Askeri kanunlara tabi olacak.

4- Maaş, rütbe ve yükselmeleri ordudaki gibi olacak.

5- Mevcut Haşdi Şabilerden gelenler, bunlarla olan bağlantılarını kesecekler. Hiç bir siyasi ve toplumsal bağlantıları kalmayacak.

6- Bu yasayla oluşacak Haşdi Şabi’ye 3 ay içinde katılmak gerekiyor.

7- a- Haşdi Şabi Irak toplumunun bir parçasıdır. Burada Irak Anayasasının 9ncu md.sine bir atıf var.

b-Bu teşkilatın illere dağıtımı ve görev yapacakları yerler Irak Genelkurmay Başkanlığının talimatıyla gerçekleştirilecek.

Yasayla tanımlanan bu yapılanma, ilginç bir şekilde İran Devrim Muhafızlarına çok benziyor. Aslında bu, bilinen bir başka gerçeği de gözler önüne seriyor. Artık Irak’ta, İran’dakine benzer bir Devrim Muhafızları yapılanması, Haşdi Şabiler üzerinden gerçekleşiyor. Ve bu askeri gücün hem gerektiğinde Irak’ta darbe yapabilme gücü çoktan oluşmuş durumda, hem de başta Suriye olmak üzere sınırı aşan alanlarda askeri etki üretmek gibi temel bir niyet ve potansiyeli var. İran orijinli medya kaynakları okunduğunda ise bu niyet ve maksat kesinlikle gizlenmiyor. İran’ın yarı resmi haber ajansı Tesnim’de konuyla ilgili yapılan analizin son paragrafında; “Bu yasanın kabulü ve açıklanması Şam, Hizbullah, Irak Gönüllü Halk Güçleri ve İran Gönüllüleri olmak üzere bölgesel ve bölge ötesi güçler karşısında bir güvenlik kordonunun oluşturulduğu anlamına gelmektedir” deniyor. Aslında bu cümle tam da yaşanan ve gelecekte yaşanacak olası gelişmeleri açıklıyor. Bugün İran, Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Gücü ve onun komutanı Kasım Süleymani üzerinden tam da bunu yapıyor.

Bugün için pek çokları için muğlak bir görüntü üretse de İran, Irak-İran arasında Diyala’daki Zırbatiye sınır kapısından başlayıp,

Irak içinde;

- Zırbatiye - Diyala – Bakuba (Irak güçleri ve Haşdi Şabiler üzerinden)

- Tuzhurmatu - Tavuk - Beşir- Tazehurmatu - girebildiği kadar Kerkük merkez... (Şii Türkmen Haşdi Şabiler ağırlığı üzerinden)

- Kerkük merkez - Musul güneyi - girebildiği kadar Musul – Telafer – Sincar (Şengal) hattından Zummar ve Rabia sınır mihverinden Suriye’ye ulaşmaya çalışıyor. (Irak güçleri ve Haşdi Şabiler üzerinden)

Suriye içinde ise;

Irak sınırından başlayıp Fırat’a kadar, hatta Membiç dahil olmak üzere orada bir PKK-YPG varlığı söz konusu. Burada Kasım Süleymani ve Kürtlerle ilgili konularda yardımcısı KOMUTAN IREÇ’e atıfta bulunmakta fayda var. Türk kamuoyunu Süleymani’yi biraz tanıyor, ama hala ismini bile bilmediği Komutan IREÇ’le birlikte Kudüs Tugayları doğrusal ve asimetrik paydalarla Irak ve Suriye’deki Kürt orijinli gruplar üzerinde büyük etki üretiyor.

(Mesut Barzani, Barzani orijinli IBY ve aşiretler ile Yekgirtu, KYB-Goran-PKK-Komele üzerinden büyük baskı altında kalmış durumda.)

Konuyu ilgilendirmesi nedeniyle çok sert ve yoğun hava akınları eşliğinde hafta sonunda başlayan Halep’teki kara harekatında Rejim-Hizbullah-YPG (PKK) işbirliği ise çok dikkat çekiyor.

Bab’ın güney ve güneybatı alanında ise Bab’a oldukça yaklaşan Rejim-Suriye Haşdi Şabileri ve Hizbullah etkisi söz konusu...

Tam bu noktada kırılganlık derinleşiyor.

Kasım Süleymani, Kudüs Gücü, Haşdi Şabiler ve diğer Şii güçler üzerinden İran’dan başlayıp Irak ve Suriye’den geçip Lübnan’a uzanan, hatta Bahreyn ve Yemen’i içine alan BİR Şİİ HİLALİ.

Bu anlaşılıyor, ama artık bu, bu değil.

Artık sahadaki güçler üzerinden Türkiye ile İran arasında baş gösterebilecek devletsel bir karşı karşıya gelme söz konusu. Olası bu fiili durum doğrusal ya da asimetrik bir etki ile ortaya çıkabileceği gibi, bir provokasyona da kurban gidebilir.

Bu ise sadece İran ve Türkiye’nin büyük bir yıkıma uğraması değil, coğrafyanın yeni başlayacak bir kıyamete sürüklenmesi demek. Artık kadim iki ülkenin soğukkanlı stratejiler ile ortak hedef – menfaat odaklı akıl-strateji ve eylem üretmesi büyük önem taşıyor. Yoksa travmalardan beslenen sahadaki bu fiili durum büyük bir karanlık üretecek. Kasım Süleymani’ye bağlı Kudüs Tugaylarının Suriye ve Irak karasalında; yüze yakını general-üst subay olmak üzere binden fazla kayıp verdiği biliniyor. Bu rakamlarla birlikte çatışmaların neden olduğu ağır travmalar ve stres bozuklukları, çatışma alanlarında var olan karar vericilerde sağduyu, aklı selim, büyük fotoğraf okuması ile ilgili büyük riskler üretiyor.

Her şey bir araya gelince büyük bir karanlık ürüyor.

Kimsenin çıkamayacağı bir karanlık.

Ve bu karanlığa başta iki ülke bütün coğrafyanın sürüklenmesini sadece karanlıktan beslenenler istiyor.

Bu karanlığın üremesine izin vermemeliyiz.

Tam bu noktada Sn. Çavuşoğlu’nun İran ziyareti, Ruhani ve Cevat Zarif ile yaptığı görüşmeler büyük önem kazanıyor. Bu görüşmelerin artarak devam etmesi, sonuç üretmesi, kavramsal fitnenin yok edilmesi, devletler arası çatışma riskinin tamamen ortadan kaldırılması, coğrafyanın İran ve Türkiye başta dost ve kardeş bütün ülkeler üzerinden istikrar-huzur ve güvene kavuşturulması ümit ve duası ile...

28 Kasım 2016