Dereli halkını çok iyi anlıyordum fakat tek bir farkımız vardı;1995'de İzmir'de yaşanan selde insanların kaybettikleri sevdiklerinin acısıyla birlikte gelecek kaygısı ve maddi zararlarının üzüntüsü de vardı! Fakat Dereli'de devlet tam kademe tüm gücüyle oradaydı...
Gün;4 Kasım’ı 5 Kasım’a bağlayan gece! Yıl;1995! Resmi rakamlara göre 61 kişi hayatını kaybetti, fakat sokakta yaşayan kimsesiz kayıpların olduğu da hatırlatılarak bu rakamın çok daha yüksek olduğu konuşulmuştu o zaman...
İzmir çok büyük bir sel felaketi yaşamıştı ve biz de tam o selin başlangıç noktasındaki kızılca kıyametin ortasındaydık! 1995 yılının 4 Kasım’ında başlayan yağmurun 5 Kasım’ın ilk saatlerinde büyük bir felakete sebep olacağını hiçbirimiz tahmin edemezdik! Çünkü orası, yağmurun günlerce bıkıp usanmadan keyifle dans ettiği şehir İzmir’di. Gündüz başlayan yağmur gece çok şiddetlenmişti... Ve biraz ötemizde bulunan çiftlikteki hayvanların sesi yağmurun sesine acı bir şekilde karıştı. Sanki bir kurt sürüsü çiftliğe dalmış gibiydi! Kafesteki muhabbet kuşum bile bağırarak bir o yana bir bu yana demirlere çarpıyordu! Allah Allah ne oluyor dedik hepimiz fakat anlam veremedik bir türlü bu curcunaya!
Bir iki saat sonra dışarıdan gelen insan sesleri kulağımıza ilişti! Pencereden bakınca gördüğümüz manzara karşısında dehşete düştük! Bahçeli evimizin zeminden pencere yüksekliği neredeyse iki metreydi ve hızla akan sel suyu pencereye yetişmek üzereydi! Evler denizin ortasında adacıklar gibi beline kadar suya gömülmüştü! Sonra evimizin duvarlarına çarpan ağaç, kaya, beton, ev eşyası ve belki de insan bedenleri ile duvarlarımız sarsılmaya başladı! Tarifsiz bir korkuydu!
Kısa süre içerisinde kendimize geldik ve yan komşumuzun çığlıklarını işittik bu kez! Bahçe duvarından evimize çıkardık beş kişilik Erzurumlu aileyi ve tam on dakika sonra gözlerimizin önünde evleri yıkıldı sel suyuna karıştı gitti! Allah bir daha yaşatmasın hiçbirimize...
Giresun Dereli’ye gider gitmez İzmir’de yaşadığım korkunç sel gecesi gözlerimin önünden aktı geçti. Dereli halkını çok iyi anlıyordum fakat tek bir farkımız vardı;1995’de İzmir‘de yaşanan selde insanların kaybettikleri sevdiklerinin acısıyla birlikte gelecek kaygısı ve maddi zararlarının üzüntüsü de vardı! Fakat Dereli’de devlet tam kademe tüm gücüyle oradaydı...
Dereli sokaklarında selde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza ve şehit olan askerlerimize dualar okurken 5 Kasım 1995 İzmir’i anımsayıp ‘şükür’ dedim hem de defalarca... İnsanın acısını paylaşan, yaralarını saran, maddi manevi desteğini esirgemeyen güçlü bir devlete sahip olması gibi yok! Hele ki acı tablosuyla Ortadoğu ülkeleri halen gözümüzün önündeyken...
Evet Dereli sokakları sessiz ve sakindi. Herkes elbirliğiyle hayatı rutine çevirmenin çabasındaydı. İş makineleri hızla yıkım ve temizleme çalışmaları yapıyordu. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da sokakları adımlayıp çalışmaları yerinde takip ediyordu...
Dereli’yi sokak sokak gezdim, vatandaşlarla sohbet ettim ve Tabiat Ana’nın kulağıma fısıldadığı öfkesine sebep olan gerekçeleri bir bir dinledim... Evet Tabiat Ana fazlasıyla haklıydı öfkesinde! Neden mi? Çünkü Dereli’yi görünce çok şaşırdım! Resmen dere yatağına küçük bir şehir inşa edilmişti. Kendi yolunda usulca akan dereye ‘hele sen azıcık öteye git ben geldim’ demişti insanoğlu hem de hoyratça! Bu ilk miydi? Değildi elbette fakat umarım son olur!
Dereli, Yağlıdere ve Doğankent çok hızlı bir şekilde temizlenmiş ve yaraların sarılmasına başlanmış. Çadırlarda kurulan masalar ile kurumsal işleyişler eksiksiz yapılıyor, vatandaşların talepleri alınıyor. Gıda ve ihtiyaç sorunu yok. Hatta AFAD’a ait çadırlardan birinde çocuklar düşünülerek oyuncak dağıtımı bile yapılıyor. Zarar gören iletişim, elektrik ve altyapı hızlı bir şekilde onarılıyor...
Tüm bunlarla birlikte sizinle bir şey paylaşmak istiyorum. Mühendis, mimar, müteahhit, çevre bilimci ve şehirleşmeye dair aklınıza gelebilecek hiçbir meslekte uzman değilim fakat orada gördüğüm gerçek şuydu; Dereli’ye sil baştan lazım! Dereli’nin yeniden imar edilmesi bir gereklilik elbette fakat asla ve asla şu an mevcut olduğu alanda değil, daraltılmış ve temizlenmemiş dere yataklarıyla hiç değil, derelerden geçişi sağlayan düşük kodlu ve düz köprüleriyle hiç ama hiç değil!
Dünya ekolojik dengesini kaybetti ki ilerleyen yıllarda daha dengesiz ve sellere müsait bir iklim bizi bekliyor! Hele ki söz konusu Karadeniz ise çok daha dikkatli olmak gerekiyor. O halde bükemediğimiz ve asla bükemeyeceğimiz Tabiat Ana’nın elini saygıyla öpeceğiz ve onun kurallarıyla yaşayacağız...
Bundan sonra önceliğimiz haline gelmesi gereken bir önemli başlığa daha değinmek istiyorum. Devlet afet bölgelerine anında büyük miktarlarda para aktarıyor ki devlet olmanın gereği bu. Fakat afet olduktan sonra vatandaşa, yeniden inşa etmeye, onarıma, temizliğe aktarılan paranın belki de beşte biriyle ‘afetleri ve acil durumları önleme’ çalışmaları yapabileceğimiz lütfen unutulmasın! Yani “afet koordinasyondan” ziyade “afet önleme koordinasyonuna” önem vermemiz ve her kurumda bu yönde donanımlı birimler oluşturmamız gerekiyor...
Velhasıl-ı kelam her afetten sonra Allah bir daha yaşatmasın desek de yaşıyoruz çünkü ‘bizim değil Yaradan’ın Tabiat Ana’ya lütfettiği kurallarla’ yaşamak zorundayız... O halde aciz insanoğlu olduğumuzu anımsayıp doğaya, dağa, taşa, akan suya ve kısaca her canlıya göstereceğimiz saygıyla yaşamayı öğrenmek zorundayız...