Cumhurbaşkanımızın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar kadın hakları ve şiddete karşı tavrını, duruşunu değiştirmedi..
Cumhurbaşkanımızın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar kadın hakları ve şiddete karşı tavrını, duruşunu değiştirmedi.. Muhafazakar kadınların KADEM çevresinde başlattığı ve hangi görüşten olursan olsun ülke çapında bütün kadınların desteğini alan hareket AK Parti’ye yakın medya ve cemaat çevrelerinde eleştirilmiş, hatta iş cumhurbaşkanının ailesine laf çarpma raddesine varmıştı.. Neticede Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ndeki imzasını çekmesini kimileri kendi ‘zafer hanelerine’ yazmışlar, sıradaki taleplerini dillendirmeye başlamışlardı..
Tartışmaların az-çok yatıştığı noktada Sümeyye Erdoğan Bayraktar Yeni Şafak’tan Ayşe Olgun’a konuştu ve ‘İstanbul Sözleşmesi’nin feshini şiddetle mücadeleyi düzenleyen kanunun iptali gibi anlayanlar var. Özellikle sahada şiddetle mücadelenin uygulayıcılarında böyle bir algının görülmesi çok tehlikeli sonuçlar doğurur’ dedi..
Sümeyye Erdoğan Bayraktar sosyal aktivitelerin içinde olan biri. Şimdi değil, öteden beri böyle.. Akil Adamlar çalışmaları süresince babasının yanından ayrılmadı. Kadınları hedef alan şiddet Türkiye’nin temel derdi.
Ülkemizde boşanmak zor ama evlenmek çok kolay.. Dedelerimizden büyük annelerimizden duyduğumuz eskiden evlenecek kişilerden ruh sağlığı hekiminden rapor, bulaşıcı hastalıklardan rapor v.s. istendiği.. Şimdi sabıka kaydı sayfalar dolduran, ruh hastası adamların nikah masasına oturmasına ‘olmaz’ diyen yok.. Bu kalıpta insanın evlendikten sonra ne yapacağını zannediyoruz ki..
OLMAZ OLMAZ DEMEYİN..
Konu Fatih Altaylı.. Türkçenin değişik bir ağzını konuştuğu için TV kanalının neden alt yazı seçeneği sunmadığını veya izleyiciyi ‘cihazlarınızın ayarlarıyla oynamayın..’ diye uyarmadığını bilemediğim bir programcı Fatih Altaylı.. Bildiğiniz üzere internet sitesinde klasik Türkçeyle yazı da yazıyor.. Daha doğrusu ben yazı yazdığını vehmediyorum ama onun dilinden anlayan bir editör meramını tercüme edip naklediyor olabilir...
Geçenlerde Altaylı’nın imzasıyla Nagehan Alçı’nın türkünün musiki olmayıp tıngırtı sayılması gerektiği sabuklaması üzerine bir yazı yayınlandı..
El’hak haklıydı.. Hemen itiraz edip durmuş saat bile günde iki defa doğruyu gösterir demeyin. Country müzikten, balad’tan başlayıp kendi türkü sevgisinden Neşet Ertaş, Mahsuni Şerif hayranlığından çıkıyor Fatih Altaylı.. Yazarken dilinin endazesi yok Altaylı’nın ama Nagehan Alçı alışıktır zahir.. Teşbihte hata olmaz.. Malum ‘Deli deliden imam ölüden..’ diye bir laf.. Biliyorsunuz Jazz, Fado, bizim bozlak, barak, maya, barak farklı coğrafyadan yansısa da aynı kaynaktan beslenen formlar.. Amerika’da pamuk tarlalarında çalışan kölelerin feryadı veya Portekiz balıkçı köylerinde denize açılıp gelmeyen erkekler için kaderlerine ağlayanların çığlığıyla Güneydoğu Anadolu’da ırgatların ağıtı aynı..
Kambersiz düğün olmaz kabilinden Ertuğrul Özkök de Nagehan Alçı’nın safında vaziyet etti konuya.. ‘Türk halkı artık türkü ve Türk sanat müziği değil, Türk hip hop’ı ve Türk popu dinliyor.' buyurdu.. Bu kafadaki insana Selda Bağcan, Arif Sağ, Cengiz Özkan ve daha onlarca ismin hayranlarına anlat bunu demenin manası yok herhalde.. Tam da bu nedenle halkla bağları koptu kimilerinin..
*
POZİTİF & NEGATİF
Pozitif kelimesini ‘iyi, uygu, olumlu’ manasında kabul ederek yaşadık geldik.. Salgın bunun yanlış olduğunu yüzümüze çarptı.. Pozitif’in negatif yani olumsuz bir durum olduğunu öğrendik.. Nitekim bundan dolayı yaptırdığımız tahlil sonucu pozitif gelince ‘ tüh .. tüh..’ diyor ‘negatif’ çıkınca ohh çekip seviniyoruz..
Salgın sürecinde ‘Pandemi‘, ‘ Varyant’, ‘ Mutant’, ‘Filyasyon’ gibi kelimeler girdi dilimize.. TDK yani Türk Dil Kurumu ne iş yapar bilmem aslında görevleri dile yağan yabancı sözcüklere Türkçe karşılık önermek, yoksa türetmek yani dile şemsiye olmak değil mi?.. Eskiden kimileri alaya alsa da bu görevi yaparlardı.. Nitekim yapmamış olsalar biz buzdolabına marka adı olan Frigidaire derdik, bilgisayar yerine computer derdik.. Kağıt peçeteye dediğimiz gibi..
*
ÖZAL’DA ZEHİR BULUNDU MU?
Rahmetli cumhurbaşkanımız Turgut Özal vefat ettiğinde, teamüllere aykırı olarak tıbbi açıdan otopsi diyebileceğimiz bir incelemenin yapılmadığını, kan örneği alınmakla yetinildiğini biliyordum..
Böyle durumlarda yani vefat eden kişi cumhurbaşkanı olduğu için bildiğim kadarıyla ailenin muvafakatine ihtiyaç olmaksızın doğrudan otopsi yapılması gerek.. Zira olayın sıcaklığı içinde şaşkın ve üzüntülü olan rahmetlinin eşi ve çocukları beden bütünlüğünün zarar göreceğini düşünerek onay vermek istemeyebilirler..
Sonuçta o günün şartlarında kan örneklerinin alındığı kesin ancak daha sonra örnek alınan tüplerin tahlil yapılmaksızın saklandığı laboratuvarda yere düşürülüp kırıldığını duymuştuk.
Sonraki yıllarda ortaya çıkan tartışmalar ve savcılık soruşturması sürecinde mahkeme Turgut Özal’ın kabrinin açılıp cesedi üzerinde laboratuvar incelemesi yapılması kararını aldı. Ve konusunda Türkiye’nin en yetkili isimleri son derece itinayla hassas değerlendirmeler yapıp tespitlerini raporlaştırdılar.. Bilinen tarım ilacı olarak kullanılan DDT dışında önemli birkaç zehir kalıntısına rastlandığı…
Sonra… Sonrası kapandı gitti..
Tıpkı rahmetli Turgut Özal’a 1988 Haziran’ında Ankara’da ANAP kongresinde silahlı saldırı gerçekleştiren Kartal Demirağ’ın kısa süre cezaevinde yatıp çıkması gibi..