İnsan evladının en köklü, en saf, en temiz, en nezih, en katışıksız, en sade ve en teslimiyetle kazanımları çocukluk ve gençlik yıllarına aittir. İdealist, ilkeli ve duruş sahibi, kararlı, inançlı, itikat ve amel sahibi olunan yıllar, yine kendini idrak ile başlayan yıllardır.
İnsan evladının en köklü, en saf, en temiz, en nezih, en katışıksız, en sade ve en teslimiyetle kazanımları çocukluk ve gençlik yıllarına aittir. İdealist, ilkeli ve duruş sahibi, kararlı, inançlı, itikat ve amel sahibi olunan yıllar, yine kendini idrak ile başlayan yıllardır. İlerleyen yaşlarda insanoğlu bir alışkanlığın, istikrarın, iman ve ameldeki oturmuşluğun gereğini yapıyor gibi yapmaya yönelir. Elbette burada kastettiğim mana yaş ilerledikçe zafiyete uğrayan bir iman ve amel beraberliği değil, bilakis Allah ve Resul buyruğuna tam bir teslimiyet içinde zikrin ve fikrin tezahür ettiği görülür-görülmelidir. Yaş insanı kemale taşımalı lakin bazen kemal, yaşta değil baştadır.
Çocukluk ve gençlikteki ahenk; safiyetiyle tezahür etmiş olmasıyla namaz, oruç, hac, zekât ve tevhide yönelişin düşünceyle-tefekkürle eylem halinde cemiyetteki yansımasıdır. Rum suresi 30.ayette belirtilen “Sen yüzünü Allah'ın insanları yarattığı fıtrat dini olan hanif (temiz, katışıksız İslam) dinine çevir” emrinin yaratılıştan bizlere verilmiş bir lütuf olduğu görülür. “Keşfül Hafa’da belirtilen bir hadisi şerifte ise; “Her doğan çocuk-kişi fıtrat üzere doğar” emrinin evlerde, camilerde, mescitlerde, cemiyette gözlemleniyor olması da ayeti açıklar vaziyettedir. Bu hadisi şerif Buhari, Tirmizi ve Ebu davut’ta şöyle naklediliyor; “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” Ayeti kerime ve Hadisi şerifte izhar edilen husus dinin-vahyin kaynağının yalnızca ve yalnızca Allah'a ait olduğuna işaret eder. İnanmanın fıtri-yaratılıştan insanlarda var olduğunu söylüyor bizlere. Tıpkı yeme, içme, uyuma, barınma, sığınma, kendini güvende hissetme, üzülme, sevinme nefret gibi hususiyetler de fıtri-yaratılıştan bizlere verilmiş olan hallerdir.
Çocukluk ve gençlik dönemleri hayallerimizin, istek ve arzularımızın, tutku ve ideallerimizin, vazgeçilmez sandığımız arkadaş ve dostluklarımızın, sevgide ve aşkta bahar coşkusunun zirvede olduğu yıllardır. Bu yıllar hedeflere doğru seferlere çıkılan yaşlardır. Hedefi olmayanların yolda kaldığı sıklıkla vurgulanır. Hedefi olanlar ancak hedefe ulaşır. Hedef sahiplerinin idealistliği konuşulur. Plan ve projelerin bu idealistlik ile şekillendiğini her ileri yaş sahibi bilir. Koşu halinde, durdurak bilmeksizin geceyi gündüze katarak çalışan bulgucu, doğurgan insanlar daha çok gençlik yaşlarını gösterir bizlere. En yakın takip ettikleri kahramanları anneleri, babaları, dedeleri, nineleri, ağabeyleri, ablaları, amcaları, dayıları, teyze ve halalarıdır. Yaşları ilerledikçe bu kahramanlar değişikliğe uğrar. Öğretmenler, yazarlar, siyasetçiler ve toplumda tanıdıkları başarılı ilim-bilim, teknik insanlarıyla birlikte sanat, edebiyat ve şairler hafızayı süsler. Yetişkinler gibi toplumda etkili olma, bilgilerini, becerilerini ve projelerini anlatma gayretleri göze çarpar ki bu durum çoğunlukla bir inanca mensubiyetin getirdiği genç adamın aksiyonerliği ortaya çıkar. Yaş ilerledikçe bu kişilik ve kimlik haline dönüşür. Değil midir ki; Din: akıl sahibi insanların kendi iradeleriyle iman, itikat ve amel ettikleri, ferdi ve toplumu hayra götüren, şerden-kötülüklerden sakındıran ilahi kanundur.
Nerde bir topluluk-insan varsa, orada inanma ihtiyacı kendiliğinden belirginleşmiştir. Doğru ya da yanlış, hak ya da batıl, vahiy ya da vahiy dışı bir takım inançların varlığı insanlığın başlangıcından bu yana görülmektedir. İlk din, kuşkusuz Hz. Âdemin ve Havva validemizin ilk insan oluşuyla birlikte onunla başlar. Hem ilk insan oluşu, hem de ilk Peygamber olarak gönderilmiş olması, İlahi dinin yani tevhidin (Lailahe illallah-Allahtan başka mabudun-ilahın-tanrının olmadığını) insanlığın temelini oluşturduğunu gösterir bizlere. Böylelikle hem ilk insan, hem ilk peygamber ve hem de ilk vahye muhatap olan Âdem babamızdır. Meseleye bu açıdan baktığımızda insanlık tarihi İslam tarihidir. Oğulları Habil ile Kabil kıssasının bize aktarımları; insanın yaratılış sırlarını ortaya koyar. İsteklerini, arzularını, gurur ve kibrin, psikolojisini, kavga ve barışını, itaat ve reddedilişi anlatır. Yaratılış dini olan- fıtrata uygun olan dinin İslam olduğu bizlere belirtilirken inanma ve inanmama, vahye tabi olanlarla olmayanların ayrımına dair apaçık peygamber kıssalarında örneklerle anlatılır. Kavganın, mücadelenin, hayrı-hakkı tercihle reddedişin anlatılışı gözlerimizin önüne serilir. Akıl sahibi olarak yaratılan insan, kuşku yok ki varlıkların en şereflisidir. Bütün yaratılmışların insanın emrine verildiği Kuranda bizlere açıklanır.
İslam dini, tamamlanmış olan apaçık insanlığın dinidir. Ergenlik-buluğ çağına gelen her genç kız ve delikanlının Allah'ın bizlere gönderdiği ve Peygamberimiz Hz. Muhammet (as)’ın sizlere iki şey bırakıyorum diyerek emanet ettiği “Kuran ve Sünnetine” tabi olmak üzerimize farz kılınmış, böylelikle buluğ çağıyla emirler ve yasaklara tabi tutulmuştur. Hiçbir mazeret bizi bu yükümlülükten kurtaramaz. Dinimiz İslamın, mazeret olarak gördüğü hususların dışında hiçbir mazeret bizleri İslamın ve imanın şartlarından alıkoyamaz. Namazdan, ibadetlerden, zikirlerden ve tefekkürden geri kalınamaz. Kulluk dediğimiz, mazeretsiz teslimiyettir. Emrin yerine getirilmesi yasaklarından da kaçınılmalıdır.
Gençliğin imanlı, adaletli, çalışkan, dürüst, samimi, dosdoğru, güzel ahlak sahibi, ilim ve hikmetle yoğrulmuş olmasına ihtiyaç vardır. Gücünü imanından alan genç adam (kız ve erkek); ahlaklı, bilgili, kültürlü, üretken, sanat ve edebiyatla süslü, nezaket sahibi, vefalı, kadirşinas, hakşinas olabilmesi için Allah’a kul, Habibine ümmet olma şuuruyla yetiştirilmesine bağlıdır. Bu doluluk ve doygunluk hasleti; kini, gururu, kem sözleri, riyakârlığı, haksız yere kazancı, faizi, helal olmayanı elinin tersiyle ittirecek, helal dairesinde bir ömre tabi kılacaktır. Yaratılış nedenimiz kulluktur. Bu dünyada bu hasletlerle dolu olan gençlerin-insanların yeri ahiret yurdunda Efendimiz (as)’ın şefaatini, beraberliğini, gölgelenmesini sağlayacaktır. “Hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde Allah’ın yedi sınıf insanı gölgesinde barındıracağını söylerken bunlardan birinin Allah’a kulluk içinde gelişip büyüyen genç” olduğunu Buhari’de bizlere müjdeliyor. Elbette bu durum önden gidenlerin halleriyle-yaşantılarıyla-inançlarıyla-amelleriyle ilgilidir. Örnek olan hane büyükleri, kahraman olarak görülen öğretmenler, yazarlar, ilim ve hikmet mensupları ve siyasetçiler imanlı gençlik yetiştirmek istiyorlarsa yaşayışlarına, konuşmalarına, giyimlerine, toplumun huzurunda kullandıkları dillerine elhasıl ahlaklarına dikkat etmelidirler. Helal ve harama dikkat ederseniz, ahlakınız, sözleriniz, eylemleriniz diğer insanlara bir şekilde dokunur. İnandığınız gibi yaşamalısınız. İnancımız, itikat ve amelimiz Kuran ve sünnete aykırı olmamalıdır ki rahmeti hak etmiş olalım.
Gençliğini Allah ve Resul buyruğuna uygun hale dönüştüren genç, toplumu çekip çevirir ve güzel ahlak sahibi olmasını sağlar. Akıl, beden ve ruh, Kuran ve sünnet denizinde yıkanmalıdır. Manevi temizlik teslimiyetin sonucudur. Zikir, tefekkür ve kulluk bilinciyle erişilir. Bu yola erişme ancak Peygamberimizin gençlerini örnek almakla mümkündür. 9 yaşında Hz. Ali’nin Müslüman olmasını sağlayan irade; Peygamberimiz (as)’ın terbiyesinde arınmış akla, iz’ana, basirete, doğuştan verilmiş olan meziyetlere işaret eder. Allah ve Rasulüne iman insanın-gencin en büyük hasleti-güvencesidir. Olunca şükrettiği gibi olmayınca da isyan etmeyip sabrederek karanlıklardan sonra aydınlıkların geleceğini bilir. Tıpkı geceden sonra sabahın-güneşin doğacağına inandığı gibi. Çünkü iman insanı-genci kuşkulardan, şüphelerden ve kararsızlıklardan korur. Bu husus, Rad suresi 28.ayetle bizlere şöyle aktarılıyor; “Onlar inanan ve Allah’ı anmakla gönülleri huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.” Kuşkusuz dönüşümüz Allah'adır. Ondan geldik ve ona döneceğiz. Kişilik ve kimlik sahibi olma yaşı gençlik yaşıdır. Genci nasıl beslerseniz-süslerseniz gençlikten onu alırsınız. Güzel hasletlerle, imanlı, şuurlu gençlik istiyorsak, bizleri rahmete ulaştıracak, emanetlere sahip çıkacak, hakkı hak bilip batıldan sakınacak, şerrin yanında değil hayrın yanında olacak genç istiyorsak eğer; Allah kul, Habibine ümmet olmaya, Kuran ve Sünnet üzere yetiştirmeye ömrümüzü, özümüzü, hayatımızı vakfetmeliyiz. Güzel ahlak sahibi olan genç adam, bencillikten, gurur ve kibirden uzaklaşır. Kainatin ve mevcudatın yegâne sahibi olan Allah’a boyun eğer. Böylece aile, cemiyet, devlet ve vatan huzur bulur ve kurtulur. Gençliği hizaya sokan, disipline eden, haytalıklardan vaz geçiren, başıboşluktan, darmadanık olmaktan kurtaran, yanlış yollara düşmekten sakındıran tek gerçek imandır, İslamdır. Son sözü Hz. Ali Efendimize bırakalım; “çocuklarınızı kendi yaşadığınız zamana göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin” vesselam.