"Ben AŞK-I seçtim" demişti Mevlana, her şeyden ve herkesten geçip "HİÇ" olma yolunda ilerlemeye başladığı an...

AŞK; kime ve neye olduğunu ayırt etmeden uğruna yanmaktı Mevlana için.

Mevlana; bazen bir tomurcuğun yeşermesinde bazen yağmurun bereketini cömertçe doğaya bahşetmesinde bazen de bir bebeğin dünyaya merhaba diyen çığlığında aradı, AŞK AŞK diyerek Kainat’a manâ vereni...

Mevlana'ya göre; bazen yüreğindeki ırmağın coşkusuna kendini bırakıp sevdiğine akarken bazen de hasret kokulu fırtınalarda bir o yana bir bu yana yaprak misali savrulurken yanıp yanıp tutuşmaktır ey AŞK neredesin diyerek...

Kısaca AŞK; “cennet kokulu bir MEVLANA nefesiydi dünyanın dibine kadar ciğerlerine çekip soluduğu...”

“Ey AŞK; hasretinle ben yandımmm, tutuştummm, küle dönüp pervaneler misali savruldummm SEN-i ararken...”

Kainatın temel taşı olan AŞK öyle güçlü öyle derin ve öyle anlamlı ki ne çok hor kullandı da şu insanoğlu yine de bitiremedi yine de kurutamadı o deryaları...

Yaradanın acısıyla tatlısıyla her detayını özenerek yarattığı ve Mevlana’nın yüreğinde, zihninde, kelimelerinde vuku bulan bu muhteşem duyguyu yaşamak öyle her bireye de nasip olmaz. Biline!

AŞK;

kimine nasip olmazken,

kimine de her zerresini lütfeder Yaradan...

AŞK-ı;

kimi bulup da balık misali kaçırırken ellerinden,

kimi de sımsıkı tutar ve bir ömür boyu mühürler gözlerine...

AŞK-a;

kimi dokunur da ne hisseder ne de hissettirir titremeyi ve soluğunun kesilmesini...

kimi de her anında yaşar ve yaşatır hiç esirgemeden emek vererek nadide bir tohum misali boy vermesini izleyerek...

AŞK-ın;

kiminde ne sureti ne cismi ne de ismi vardır,

kiminde de bazen ana bazen evlat bazen yâr bazen de Yaradandır...

AŞK-tan;

kimi vefasızca ve hunharca çabucak vazgeçerken,

kimi de “canımı al da onun varlığını alma içimden” yakarışları ile yönelir Mevlaya...

"AŞK; dengesi bozulan doğanın ve yüreğindeki çirkeflikle kalitesi bozulan insanların panzehiridir...”

Mevlana AŞK-a yönelik her öğretisi ile dünyaya mâl olmuşken, biz ne kadar farkındayız bu naif yüreğin? Ya da neresindeyiz O’nu sahiplenip yaşatmanın?

Toplum yansımalarımıza bakınca hiçbir şekilde Mevlana’nın farkında olmadığımızı, ruhumuz ve beynimizde O’nu sahiplenip yaşatamadığımızı, yeni nesillere aktaramadığımızı fazlasıyla görmek mümkün.

Peki bize düşen nedir? Tüm olumsuz durumlar, insanlar, anılar ve acılar karşısında yanmadan pişmeyi ve yine yeni yeniden yeşermeyi bilmek gerekiyor...