Sezona başlarken sağduyulu Fenerbahçelilerin çoğunluğu Aykut KOCAMAN'ın mevcut dinamikler ve sabitlerle sezonu tamamlamasının mümkün olamayacağını hissediyorlardı (ama "Câmiânın Çocuğu" Aykut Hoca'ya da itiraz edemezlerdi).
Sezona başlarken sağduyulu Fenerbahçelilerin çoğunluğu Aykut KOCAMAN’ın mevcut dinamikler ve sabitlerle sezonu tamamlamasının mümkün olamayacağını hissediyorlardı (ama “Câmiânın Çocuğu” Aykut Hoca’ya da itiraz edemezlerdi). Yanılmayacaklar anlaşılan. “İstifa” lafı bir kez edildi ise onun dönüşü yoktur, tüpten çıkan diş macununun geri giremeyeceği gibi bir gerçekliği var sürecin.
Gelinen noktada; Fenerbahçe’de “temel sâbite” değişmediği müddetçe başarılı olmak hele bu başarıyı sürdürülebilir kılmak her türlü yönetimsel doğruların inkârı demektir. Yönetim Bilimi de çocuk oyuncağı olmadığı için; temel belirleyici faktör denklemde durmaya devam ettiği müddetçe “başarı” ancak seçim vaadi olarak kalmaya mahkûmdur. Jose MOURINHO veya Arsene WENGER’le bile başarı mümkün değildir. Atmosfer başarıya uygun değil ve ozon tabakası deliktir çünkü.
İnsanlık tarihi, “kurtarıcılarından” kurtarılmayı bekleyen toplum, camia ve topluluklarla doludur. Aslında sağlıklı kurumsal yapıların hiçbir zaman “kurtarılmaları” diye bir durum söz konusu olamaz. Neden ve kimden kurtarılacak ki koskoca camia? Seçme ve seçilme hakkına sahip delegasyonların oluşturduğu genel kurullar, kurumların demokratik sigortasıdır. Kurumsal hafızası yerli yerinde duran ve demokratik refleksleri sağlıklı çalışan camialar gerekli durumlarda müdahil olur ve yörüngesinden çıkmakta olan yapıyı ufak dokunuşlarla raylarına oturturlar. Yürüyüş devam eder.
Kulübün; yüz on yıllık serüveni içerisinde, her dâim devletten, cumhuriyetten, bağımsızlıktan, yurt ve millet sevgisinden beslenen temel karakteri sebebiyle, hem diğer iki büyük camia (GS-BJK) hem de futbol kamuoyunun ekseriyeti tarafından saygı duyulan kurumsal bir yapıdan, tek kişinin oyuncağı olan hastalıklı bir aşkın figürü haline evrilen son durumu, üzüntü vericidir.
“Ya benimsin, ya toprağın”, “benden başkasına yâr etmem seni” kara sevdasının temel motivasyon olduğu zihniyet, kurumla kendini özdeşleştirip, kendi varlığını kurumun varlığı ile ifade eder hale geldiği için delikanlı gibi “bırakıp gitme” eylemini kabullenemiyor. İçinde bulunduğu psikolojik durum ve çevresel faktörler sağlıklı bir durum/hasar analizine imkân vermiyor ne yazık ki.
Balotaj Kurulu’ndan başlayarak üye-delege yapısını kontrol edebilmek için kritik her noktada tahkimat yapan sistemli bir çalışmayla hemşehri, taraf, köken, soy-sop ağırlığını belli bir yoğunluğa kavuşturdukları için de oldukça rahattırlar. Grup disiplini ve emir-komuta zinciri içerisinde oy kullanacakların cüzi aidatlarının topluca yatırılması zaten Türk Dernekçiliğinin klasiklerindendir.
Dernek statüsünde olmanın ve dernek üye/delege yapısını manüple ederek istediği sonucu yıllardır almanın verdiği konforla hareket edebildiği için de Ülkenin en köklü sanayi ve ticaret gruplarından birisinin, iyi eğitim görmüş, batılı demokratik değerlerle büyümüş bir ferdine/veliahtına bile “gider” yapılabiliyor. Üyelik aidatını yatırmış olmanın kongreye katılım ve oy kullanmak için yeter ve gerek şart olduğu Dernekler Kanunu ve Kulüp Tüzüğü ile Ali KOÇ değil isterseniz “allame-i cihan” olun, -havagazı.
Bu durum karşısında ve aritmetik çarşısında Mayıs 2018’deki kongrede ne değişecek derseniz cevabı siz de biliyorsunuz. –hiçbir şey değişmeyecek. Kendileri istemedikçe veya Emr-i Hakk vâki olmadıkça bu hâl daha devam edecek demektir.
Allah Türk Sporuna ve Fenerbahçelilere sabırlar versin.
İyi bir hafta sonu diliyorum.