Tarih, çoğu zaman birbiriyle simetrik bir askeri, siyasi ve ekonomik güç sentezi gösteriyor ve karşılaştırma yöntemiyle birbirine benzer konum ve şartların olası sonuçları üzerine ışık tutabiliyor.
Tarih, çoğu zaman birbiriyle simetrik bir askeri, siyasi ve ekonomik güç sentezi gösteriyor ve karşılaştırma yöntemiyle birbirine benzer konum ve şartların olası sonuçları üzerine ışık tutabiliyor. Uluslararası sistemi etkileyen bir veya birkaç ülke de neredeyse tekrar eder biçimde yüzer yıllık dilimler içerisinde ortaya çıkabiliyor. Küreselleşmenin bir diğer evreye geçerek arttığı XXI. yüzyıl ise aynı zamanda ciddi parçalanmalara da sahne oluyor. Bu dönemde Birleşik Devletler, Avrupa, Çin, Japonya, Rusya’nın yanı sıra ve beraberinde Ülkemizin de dahil olduğu orta ölçekli devletler topluluğunun yeni düzene doğru yol aldığı söylenebilir. Katı kalıplardan ziyade belki de geçen yüzyıllar orta Avrupa devlet sistemini anımsatacak bu yeni dönem, teknolojik gelişmeler sayesinde küresel çapta eşzamanlı işleyen ekonomik sistemin olumlu katkısına rağmen insanlığın önüne artarak çoğalan çözümlenmesi gerekli ciddi sorunlar silsilesini de getirmiş bulunmaktadır.
Birleşik Devletlere İngiltere’den geçen yalnızlık politikasından “Amerika’nın güvenliğinin, insanlığın geri kalanın bölümünün tümünün güvenliğinden ayrılamayacağı” benzeri görülmemiş doktrin neticesi ve büyüklüğünü bir şekilde kanıtlamak isteğiyle 1917’de dünya politik arenasına adım attığı, büyük güç olarak katıldığı II. Harp ve savaş yapmadan kazanılan Soğuk Harp zaferi sonucunda bugün bir büyük çıkmazla karşı karşıya bulunmakta olduğu aşikar “hayatta iki trajedi vardır: Biri gönlünün istediğine kavuşamamak, diğeri de ona kavuşmaktır “ sözü sanki bu İstiklal ve Özgürlük için kurulmuş ülkenin bugününü kastediyor. Neticede bu ülkenin de facto hegemonyası günlerinden uzaklaşarak, artık temel ayrılış dönemine geçtiği söylenilebilir. Eski Kıta’nın da raison d’etat –Ulusal güvenlik çıkarı doktrini uygulayıcılarının birbirine denk güçte devletlerin var olması neticesi dünya düzeni için yol gösterme devirlerinin çok geride kaldığı. “Güç dengesi, çeşitlilikten birliğe geçiştir.. Avrupa’da bütün devletler birbirine bağlıdırlar…. Avrupa, birden çok vilayetten oluşan tek bir devlettir.” sözünün üzerinden yüzyıllar geçmiş ve aydınlanma felsefesinin mucidi ülkelerin çok hayal edilmiş fakat önceden örneği hiç olmamış bir birlik düzenini teorik olarak kurmuş olmalarına rağmen bu kez ise dengeyi yaşatmak için enerjilerinin çoğunu tüketmekte oldukları gözlenmektedir. Genellikle denge bir ülkenin diğerlerini egemenliği altına almak için giriştiği çabaların frenlenmesi sonucu oluşur, belki çok nadiren de bilinçli bir planın sonucu olabilir. Birleşik Krallık farklılığını adı geçen birlikten ayrılma iradesini göstererek ve tarihsel konumuna geri dönerek göstermiştir. Ta Güneş Kralın adayı istila tehdidi zamanında Kral William’ın bugünkü Belçika havzasında birtakım stratejik önlemler aldığı ve bu politikanın II. Harp zamanında dahil öteden beri devam ettiği bilinmektedir. Zaten bu devletin Eski Kıtada arazi edinmekten çok değişen ittifaklar tesisi ile uğraştığı ve 1815’ten itibaren de kıta politikalarında önemli denge rolü üstlenmeyi tercih ettiğini Churchill’in bir soruya “Şartlar ters olsaydı, biz eşit şekilde Alman taraftarı ve Fransız düşmanı olabilirdik” cevabından da anlıyoruz.
“Çin uyandığında, dünya sallanacak” 1816 – Napoleon Bonaparte. Evet Saint Helene adasında zorunlu ikameti esnasında İngiliz elçisi Lord Macartrey’in Bejing’e seyahatını anlatan kitabını okuduktan sonra söylediği veciz, kahinvari deyişi. Belki dünya daha sallanmadı amma bugün Paris İklim Sözleşmesinden cayan Birleşik Devletlerin öncü rolünü üstlenen Çin de kendisi için yeni olan bir dünya düzeni ile karşı karşıyadır ve büyük devlet refleksini şüphesiz kendisi için en iyi şekilde sergileyen ülkelerin başında gelmektedir. İki bin yıl boyunca imparatorluğunu tek bir devlet altında birleştiren ülke batıda olduğu kadar savaşmış fakat bu mücadele çoğunlukla içte sürmüştür. Orta Krallık gelenekleri uzun süre devam etmiş ve dışarıdan gelenler, İngiliz elçileri dahi “Barbar” olarak muamele görmüştür. Cidden aşağılanıp sömürülmüş olmasına rağmen, Mao’nun “Uzun yürüyüşünden” bugünkü istikrarlı büyüklüğüne kavuşma kabiliyetini göstererek, çok kutuplu dünya sisteminin önemli gücü olabilmiştir . Bu devletin hakimiyetindeki Doğu Türkistan’da soydaşlarımızın yaşadığını da hatırlamalıyız.
Japonya da 1854’e kadar kendisini dış dünyadan soyutlamış, kendi gelenek ve kültürleriyle gurur duyarak yabancılar ile ikinci sınıf ilişkilerle yetinmiş idi ve yüzyıllar boyu sadece içeride savaşmayı yeterli addetmiş bir ülke iken XIX . yüzyıldan itibaren denizin öbür tarafında büyük Rus ve Çin savaşları ve de ikinci harp dönemi pasifiğe kadar yayılan savaş politikaları 72 yıl önce ağustos ayında trajik olarak sonlandırılmış neticede askeri gücünün hemen hiç olduğu dönemde muhafazakar toplum yapısını koruyarak dünyanın en önemli ekonomik güçleri arasında sivrilebilmiştir. Bu büyük ülke ile 1880’de ilk resmi ilişkilerimizin kurulmuş olması ve “Hasta adamın” bu stratejik öngörüsü ise oldukça dikkat çekicidir. Geçmişte 14 kez harp ettiğimiz, hatta Devlet i Aliyye’nin zafiyetine neden gösterilen, Cumhuriyetimiz kuruluş döneminde olduğu gibi bugünde yoğun ilişkiler içerisinde bulunduğumuz, oluşumu içerisinde özel bir durum sergileyen, bizde her nedense “Deli Petro” genelde ise “Büyük Petro” olarak adlandırılan Çar’ın banisi olduğu Rusya için eskiden beri Avrupa diplomasisinin prensiplerinin pek geçerli olmadığı söylenir. Oldum olası güvensizlik içerisinde yaşadığından dolayı hep dev ordular besleyen ve sistematik olarak yeni toprak kazanımlarına öncelik veren bir ülke olarak sınıflandırılmıştır. Şurası muhakkak ki Rusya İmparatorluk topraklarını Çarlık rejimini devirdikten sonra daha da genişletebilmiş, Sovyet rejimi sonrasında da hızlı devlet refleksi sayesinde konumunu bir ölçekte korumuş ve Avrupa gibi kimliğini yeniden tanımlamaya enerji sarf etmiş olmasına rağmen bilhassa Asya diplomasisinde oldukça, Doğu Avrupa ve Ortadoğu’nun bir bölümünde aktif politikalar izlediği gözlemlenmektedir.
Sonuçta, Atlantik cenahı ile bir çeşit çekişmenin başladığı ve bizimde GSYH verileri doğrultusunda 17. olduğumuz bir yeni düzen sıralaması söz konusu. Belki diğer dönemlerden farklı olarak bugün coğrafi konum, stratejik refleks gibi unsurların mali güce yakın etkisi öne çıkabilecektir.