Son zamanlarda uluslararası ve yerel bazı yayınlarda Ülkemizdeki basın ve adalet sistematiği ilişkileri ile ilgili epey görüş belirtilmektedir.
Son zamanlarda uluslararası ve yerel bazı yayınlarda Ülkemizdeki basın ve adalet sistematiği ilişkileri ile ilgili epey görüş belirtilmektedir. Günlük yerel siyaset haricinde kalmaya gayret göstererek değerlendirilebildiğinde de ortaya çıkan sonuç yine de pek olumlu olamamaktadır.
Öncelikli olarak şunu belirtmek isterim. Siyasi saik ile belirtilen görüşlerin hepsine saygı gösterilebilir, gösterilmelidir de. Bir kısmına katılınabilir, diğerlerine ise katılınamayabilir. Basın özgürlüğü ve adil denetim hususları ise son derece önemli ve hassas konulardı. Özgür irade ile beyan edilen fikirler için sadece, “hoş geldiler” denilebilmelidir. Diğer halükarda “Kişi düşündüğünü söylemekten korkmaya başlarsa, maazallah gün gelir düşünmekten de korkar”. Bu ve benzer konulardaki fikirleri belirtmeden önce, kim olduğumuzu ve nerede olduğumuzu bilmemizde fayda vardır. Mütefekkir Ahmet Ağaoğlu’nun 1930’lu yılların başında Ankara Hukuk Fakültesin’de, Hukuk- i Esasiye Profesörlüğü esnasında talebelerine Azeri lehçesiyle; “Çocuklar ne siz derelfününün talebelerisünüz ne de biz derelfününün prefesörü. Siz Evropada ortaokul talebesü olursunuz ancak, bizde ortaokul müellimi” dediği söylenen günden bugüne epey zamanlar geçti, filvaki değişenin pek fazla olmadığını maalesef görebiliyoruz.1940’a kadar yeni kurulan Cumhuriyet idaresi ile ilgili, kuruluş aşaması, bürokrasisini oluşturma süreci gibi nedenlerden pek de bir eleştirisel görüş sunulamayabilir. Amma, sonrasından bugüne kadar ki süreçte birikenler öyle bir eleştiriye açık ki…
Sistemin oluşturduğu oligarşik bürokrasinin devlet yönetimine tam hakimiyetinin ulaştığı neticeler oldukça vahimdir. Bir kez halk, hep dışlanarak bir sistem sürdürülmeye çabalanmış, biraz sıkıntıya düşünüldüğünde ise oligarşik bürokrasinin ayrılmaz parçası askeriye göreve çağrılmıştır. Bu iki müttefik Ülkeyi sivil – halk iktidarlarına darbeleriyle ve durmaksızın müdahaleleriyle 20. yüzyılı kendilerince başarıyla sonlandırmışlar ve etkilerini 21.yüzyılda da devam ettirebilmişlerdir. Neticede zarara uğrayan hep bu Memleketin vatandaşları olmuştur. Şimdi burada ekonomik ve kültürel bazı karşılaştırmalara girmeksizin (ki, durum bizim açımızdan hiç de iç açıcı değildir) her halde şu hususu düşünmemiz gerekir; “Biz kimiz kendimiz ve insanlık toplumu için ne ve ya neler yapıyoruz”?
Bütün bu konuları aklımıza getiren sebepler, bitmez ve tükenmez antidemokratik düşünce biçimlerimizdir maalesef; herhangi bir fikire önce saygıyla ve devamında ise bilginin ışığında yaklaşamıyoruz herhalde…
Bugünün dünyasında oldukça ilginç bir süreç yaşanıyor, bir yönde korku ve karşılığı refleksler, diğer yönde telefatlar… Bizler bunun ne olduğunu çok iyi biliriz çünkü bu hususta epey deneyimliyizdir.. Fakat anlaşılması güç olan tüm bu deneyimler neticesi ulaşılan noktada tarafımızdan, hala sanki bütün yaşanmış olanların sonucu bilgi birikimlerinin yokmuşçasına gibi davranılabilir olmasıdır…
Bu basın hürriyeti denen nesne her ne menem şey ise, tarifi ve kullanımı sonuçta medeniyetlerimizin ulaştığı 21.yüzyılda hala toplumuza oldukça sıkıntılar sunmaktadır, tabii ki burada basın mensubu kimliği altında ilgili kanunlarda tarif edilmiş suç ve ya suçları işleyen vatandaşların diğerlerinden ayırt edilmeksizin yargı önünde muhakeme edilmelerinin ayrı bir konu olduğunu ve ilgili savcılar, hakimlerin bilgi ve vicdan ile hiçbir baskı altında kalmaksızın, diğer dosyalarda uygulanan uzun gecikme sürelerinin aksine süratle adil neticeye varmaları kamuoyu vicdanı ve çok zedelenmiş güvenin onarılması için son derece önemli ve gereklidir. Birçok örneğin yanı sıra, mesela geçen gün Ülkemizde adet olarak az yayınlanan fakat işlevleri çok olan aylık tarih yayınlarından Derin Tarih dergisi genel yayın yönetmeni Mustafa Armağan’ın, fi tarihinde Boston’da çıkan gazetenin bir nüshasında yayınlanmış bir mektuba ki bu sözü geçen mektup önceki yıllarda Ülkemizde yayınlanmış bir kitapta yer almış ve herhangi bir adli takibata muhatap olmamış olmasına rağmen dergisinde yer verdiği için hapis cezası hükmüne maruz kaldığına hepimiz şaşırdık ve üzüldük.
Şaşırma nedeni Ülkemizdeki adalet sistematiğinin anlayış ve işleyiz tarzı, üzülme nedeni ise; düşünce, araştırma ve yazı insanlarının yetişmeleri oldukça zordur ve sade vatandaşın alışık olmadığı cezalarla karşılaşıldığında her ne kadar üst mahkemelerde uzun zaman sonra netice lehlerine dahi sonuçlansa kendileri ve yakınlarının iç dünyalarında hasarlara yol açabilir bu da mesleki faaliyetlerinin aksamasına belki de yavaşlanmasına sebebiyet verebilir, dolayısıyla bu tarz meslek erbaplarının da aslında kendilerini daha ileri bilgi düzeyine erişebilmeleri ve orantılı olarak topluma katkılarının artabilmesi için teşvik görmeleri daha uygun olur. Bu hislerimiz siyasi saik içermemekte bizce daha önemlisi olan demokratik vatandaş refleksinden ibarettir ve değişik siyasi görüş mensuplarının hangisine haksızlık yapıldığı kanaati oluşursa benzer hissi, fikri tepkilerin oluşmasını bir anlamda vatandaş olabilmenin mesuliyetlerinden addediyoruz. Bahsettiğim bu örneğe mesnet teşkil eden kanunu öğrendikten sonra şaşkınlık ve üzüntünün derecesi daha da bir artıyor, Mustafa Kemal Paşa’nın vefatından epey sonra Demokrat Parti döneminde Merhum Celal Bayar’ın düşüncesi olarak belirtilen, Vatan mücadelesi liderliği, Cumhuriyetimizin kurucusu ve ilk yöneticisi olarak istisnasız halkın neredeyse tamamının gönlünde taht edinmiş olan ve dünyadan göçüp gitmesinin üzerinden neredeyse asra yakın zaman geçmiş olmasına rağmen karşılığında her 10 Kasım’da eksilmeyen keder ve minnetle anılan Merhumun hangi nedenlerle korunmaya muhtaç olduğunu kaç kişi izah edebilir. O gün neslinin temsilcileri, o günün şartlarında bu tür bir mevzuata gereksinim duymuş olsalar dahi hala yürürlükte olması örneğinde de herhalde dünyanın nadir bir Devletiyiz.
Mahkeme kararlarına saygılı olmak durumundayız, fakat bir kısım uygulamaların ne denli toplumsal huzursuzluklara yol açtığını da bilmeyenimiz yoktur. Geçen asrın ilk çeyreğin de, yeni düzenlemeler sırasında neredeyse tüm mevzuat ve kanunların orta Avrupa’dan adapte edildiğini hepimiz biliriz amma güncellemeleri ve uygulamaları pek takip ettiğimiz söylenemez. Misal olarak evvelki gün Fransız Ağır Ceza Mahkemesinde ölümle sonuçlanan terör eylemi nedeniyle yargılanan ve hakkında uzun yıllar hapis cezası talep edilen sanık için mevcut delillerin yetersizliği nedeniyle beraat kararını veren Mahkeme Heyeti, kararında “…her ne kadar terörist bir eylemden dolayı sanık yargılanmış ise de diğer vatandaşlardan ayrı tutulamaz..” ibaresini kullanmış olması son derece dikkat çekicidir ve bu kararı yorumlayan müdafaa avukatı ise açıklamasında “.. Mahkemenin toplumsal baskıya boyun eğmediğini…” belirtmiş olması da aynı düzeyde önemlidir …