Erdoğan, Diyarbakır'da sadece çözüm sürecini sahiplenip bu süreci sabote eden PKK ve HDP'yi halka şikâyet etmekle yetinmedi, "Biz şimdi de hukuk reformlarımızla, ekonomi reformlarımızla, hak ve özgürlük açılımlarımızla aynı çizgide yolumuza devam ediyoruz" diyerek yeni bir sürecin startını verdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önceki gün Diyarbakır’da yaptığı konuşmayla PKK, siyasi uzantısı HDP ve onlarla ittifak halinde olan muhalefet cephesinin uzun süreden bu yana Kürtlerle AK Parti arasına örmeye çalıştıkları duvara en sert balyozu indirdi.
Erdoğan, hükümete yakın bazı kesimler dahil birçok kimsenin eleştirilerine rağmen, çözüm sürecini oldukça güçlü ifadelerle sahiplendi, “Çözüm sürecini biz başlattık ama onlar bitirdi” dedi.
Erdoğan, 2005’te yine Diyarbakır’da “Kürt sorunu benim sorunumdur” diyerek ve her türlü siyasi riski göze alarak başlattığı sürecin hangi aşamalardan geçtiğini, dış güçlerin Türkiye’yi zayıflatmak için kullandıkları PKK ve HDP’nin hendeklerden, çukurlara, infazlardan, bombalı eylemlere kadar her türlü terör yöntemiyle bu süreci nasıl sabote ettiklerini tek tek anlattı.
Kürtlerin en büyük düşmanının PKK ve HDP olduğunu vurgulayan Erdoğan, ne onların ne de başka hiçbir gücün Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne, barış, huzur ve kardeşlik iklimine zarar vermesine izin vermeyeceklerinin altını çizdi.
Erdoğan, Diyarbakır’da sadece çözüm sürecini sahiplenip bu süreci sabote eden PKK ve HDP’yi halka şikâyet etmekle yetinmedi, “Biz şimdi de hukuk reformlarımızla, ekonomi reformlarımızla, hak ve özgürlük açılımlarımızla aynı çizgide yolumuza devam ediyoruz” diyerek yeni bir sürecin startını verdi.
Erdoğan’ın bu sözleri, çözüm süreciyle ilgili hedeflere demokratikleşme, insan hakları ve hukuk alanında yapılacak reformlarla ulaşılmaya çalışılacağı yeni bir sürece işaret ediyor.
Diyarbakır Cezaevi’nin kültür ve sanat merkezine dönüştürüleceği müjdesi de bu sürecin somut adımlarla destekleneceği anlamına geliyor.
Diyarbakır’da “Biji Serok Erdoğan” sloganlarıyla karşılanan Cumhurbaşkanı’nın, ünlü Kürt şair Melayê Cizîrî’den bir kaside okuması ve konuşmasını Kürtçe "Ser sera, ser çava Diyarbekir" (Başım gözüm üstüne Diyarbakır) ifadeleriyle bitirmesi, olabilecek en güçlü şekilde, startını verdiği bu yeni sürecin arkasında duracağının da işareti.
Tüm bu yönleriyle bakıldığında Erdoğan’ın önceki gün Diyarbakır’da yaptığı konuşmanın, 2005’ten bu yana Kürt meselesi ve demokratikleşme konusunda yapılan en güçlü çıkış olduğu kanısındayım.
Esasen geçtiğimiz Mart ayında yapılan AK Parti 7. Olağan Büyük Kongresi'nde Orhan Miroğlu’nun yanı sıra Abdurrahim Fırat, Abdurrahman Kurt, Resul Kurt, Alaattin Parlak, Burhan Kayatürk, Kasım Gürpınar, Murat Çiçek ve Cüneyt Yüksel gibi Kürt toplumu arasında saygın isimlerin MKYK’ya alınmasıyla bu sürecin startı verilmişti.
Şimdi yavaş yavaş seçim sürecine girilmesiyle birlikte Erdoğan, yukarıda isimlerini zikrettiğimiz MKYK üyelerini, AK Parti milletvekilleri ve parti teşkilatlarını çok daha güçlü bir şekilde sahaya sürecektir.
Bu yeni sürece start verilmesiyle birlikte bir süreden bu yana Doğu ve Güneydoğu’da AK Parti aleyhine kısmen oluşmaya başlayan olumsuz havanın dağılacağı ve bölge halkının yeniden Erdoğan’a ve onun liderliğindeki iktidar partisi etrafında kenetlenmeye başlayacağını düşünüyorum.
Muhalefet cephesinin Erdoğan’ın bu yeni hamlesini boşa çıkartmak için Cumhur İttifakı arasında ikilik oluşturmaya yönelmesi beklenebilir ki ilk günden itibaren bu yönde girişimlere başlandı.
Ancak Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretinden üç gün önce MHP lideri Devlet Bahçeli’nin partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada “Kürt'ten terörist olmaz, teröriste Kürt denemez” şeklindeki ifadeleri her iki liderin yeni süreç konusunda bir konsensüs sağladıklarını gösteriyor.
Dolayısıyla Erdoğan’ın bu çıkışı üzerinden AK Parti ile MHP arasında ikilik yaratma çabalarının çok sonuç vereceği kanaatinde değilim.
Öte yandan bu yeni sürecin dış ayağına değinmekte de yarar.
Zira öteden beri başta ABD olmak üzere bazı küresel güçlerin Türkiye’nin iç siyaseti üzerindeki etkileri yadsınamaz bir gerçeklik.
Bu gerçeklik nedeniyledir ki Joe Biden ABD seçimleri öncesi, “Başkan olması halinde Erdoğan’ı darbe ile değil muhalefet cephesini destekleyerek seçim yoluyla devirmek”ten söz etmişti.
Son 15 yıl içinde aynı amaca yönelik sayısız girişimde bulunmuş olup her girişimleri sonuçsuz kalmış olmasına rağmen bu girişimlerin Türkiye’nin ekonomisine ve demokratik gelişimine ciddi yaralar verdiği de bilinen bir durum.
O nedenle Brüksel’deki NATO Zirvesi çerçevesinde gerçekleşen ikili görüşmeden bu yana, ABD Başkanı Biden’ın “Erdoğan’ı devirme hedefleri”nden geri adım attıklarını gösteren gelişmeler, ABD ekseninde hareket eden Fransa’nın Türkiye ile ilişkileri düzeltme çabaları, Almanya’nın da ilişkileri daha ilerilere taşıma iradesi göstermesi, bunların yansıması olarak Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in Türkiye ile ilişkileri daha ilerilere taşıyacakları yönündeki beyanları ve tüm bunlara karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süreden bu yana ABD ile yeni bir dönem başlattıkları ve Türkiye’nin yönünün AB olduğu yönündeki güçlü ifadeleri yeni sürecin bu eksende yürüyeceğini gösteriyor.
Yani demokratikleşme, insan hakları ve hukuk alanında yapılacak reformlarla yürütülecek bu süreç, ABD ve AB ile ilişkilerin geliştirilmesiyle eş güdümlü olarak yürütüleceğe benziyor.
Kuşkusuz ki bu süreç ne kadar güçlü ve başarılı yürütülebilirse Türkiye’nin demokratikleşme, özgürlük ve gelişim süreci de o denli ileriye taşınacağı gibi bu sürecin lokomotifi olan iktidar partisini de o denli güçlü kılacaktır.