Türkiye'nin para basmak gibi çözümü var olsa da işletmelerinin dış borç yükü kur etkisi nedeniyle ağırlaşacaktır.
Dış borç, ortaöğretim tarih kitaplarında bir bilinç oluşturmak bakımından fevkalade başarılı işlenmiştir denebilir. O kadar ki Kırım ile borç bir sınav başarı algoritması haline gelmiştir. Bu kitapların da yardımıyla bugünkü Türk toplumu dış borcun sevimli olmadığı bilincine ulaştırılmış her daim dış borca mesafeli kalması sağlanmıştır. Elbette tarih kitaplarından çok Düyun-u Umumiye tecrübesine dönük (1954’te borcun son kısmının ödenmesine kadarki süreçte) eleştiriler, makaleler, karikatürler bilinci oluşturan asıl unsurlardır ama kuşak değişirken tarih kitapları da iş görmüştür denebilir.
Düyun-u Umumiye ile IMF aynı şeyler değil elbet (bunu IMF’in pençesindeyken stand-by izlemesi için Ankara şubeleşmesine şerh düşerek söylüyorum) ama dış borcun tahsilat memuru olarak benzerdir. (Belki aynı şey olduğunu düşünmemizin önüne geçen 2000 sonrası ekonomi yönetimlerinin ortaya koyduğu yaklaşımdır.) Türkiye’nin korona krizinde kaynak temini için IMF’in işaret edilmesi de bu yüzden tatsız tuzsuz bir öneridir. (Üstelik bu öneri, bugüne kadar zor sabredilmiş gibi hemen ve derhal gelmiştir.)
Bretton Woods mahsulü olan IMF, ilk kurgusu dünyanın merkez bankası olarak düşünülen Dünya Bankası’nın politikalarına ülkelerin uyumunu takip için tasarlanmış bir yapı iken toplantıya katılan ülke temsilcilerinin direnmesi sonrası değişen diğer tasarılarla beraber bugünkü halini almıştır. Kısaca Dünya Bankası’na kalkınma yatırımlarını finanse etmek, IMF’e ise ekonomilere borç sağlamak görevi verilmiştir.
Bu dönemde IMF’den borç alınır mı? sorusu bütün ekonomiler için cevap verilmesi zor bir sorudur. Çünkü virüs etkisinin ne kadar geniş bir zamana yayılacağı ile ilgili sağlam bir öngörü yapmak imkansız gözükmektedir. Bu şartlar altında IMF’den borç alanlar temerrüt riski ile karşılaşabilirler. Varlıkların yüzde 30-40 değer kaybedebileceği gibi yaklaşımlar, ileri dönük sübvansiyonlar ve doğrudan transferlere olan ihtiyaçlar göz önüne alındığında oluşması muhtemel bütçe açıkları ilave stand-byları çağırarak dış borcu ekonomiler için bir sarmala dönüştürebilir diye not düşmekte yarar var.
Türkiye’nin para basmak gibi çözümü var olsa da işletmelerinin dış borç yükü kur etkisi nedeniyle ağırlaşacaktır. (IMF’den borçlanmayı işaret eden öneriler aslında firmaların üzerindeki dış borç yükünün kamu tarafından devralınması çağrısına benzemektedir.) Bunun da işsizlikten bütçe açıklarına kadar geniş yelpazede etkileri olacağı beklenebilir.
Farklı bir öneri 1925’te kurulup 1932’ye kadar faaliyetine devam eden sonrasında Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası ile Sümerbank’ı içerisinden çıkararak faaliyeti sonlandırılan Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası’nın katılım finansındaki mudaraba veya muşaraka benzeri faaliyetlerine benzer, işletmelere dönük kurtarma projeleri getirilmesidir. (Sovyet Tröst Müdürü Prof. Orlov başkanlığında hazırlanan ve Birinci Kalkınma Planı’na esas teşkil eden raporlar bu yeni yapıların kurulması ihtiyacını tespitte belirleyicidir.) Bu uygulama pek tabi Varlık Fonu üzerinden de yapılabilir. Dahası bir vakıf yapılanması ile Memleket Sandıkları tecrübesinden hareketle de işletmelerin sürdürülebilirliği ülke sathına yayılan bölgesel veya sektörel gönüllü kayyumlukla sağlanabilir.
Bununla beraber Türkiye diğer ekonomilerden bir adım öne geçerek kapalı devre yüzde 100 karşılıklı bir dijital para ile ekonomiyi ve hatta yeni yatırımları finanse edebilir. Böylece de önümüzdeki 51 yılın ve faizsiz bir iktisadi sistemin altyapısını kurabilir.
Bu sürecin sonunda güvenilirliklerini koruyanlar kazanacaklardır. Güvenilirliğini korumak akıllı stratejiler geliştirmekle mümkündür. İlk akla geleni hemen tezgahtan çıkarıp yapmakla değil.