Zamânını Vaktin Sâhibinin bildiği gün geldiğinde sanki hep uyanıkmış gibi, hiçbir mahmurluk, hiçbir hamlık belirtisi göstermeden, hayat dolu bir hâlde meydana çıkarlar.
Hani karşılık bulamayan aşkların, tek tarafta kalıp platonik devam etme durumları vardır. Ne karşılık bulup zâhir olurlar ne de tamâmen sönüp yok olurlar. Dışı küllenmiş korlar gibi içten içe yanar dururlar.
Çimlenmek için uygun mevsimin gelmesini bekleyen tohumlar da böyledir. Toprağın altında, çamurun içinde beklerler. Baharın mutlaka geleceğini bilmeyenler, bu tohumlara yazık olduğunu, çürüyüp gideceklerini zanneder. Oysa ne toprağa düşmeleri zamansızdır ne de çürüyüp gideceklerdir. Tek gereken, uygun vakitteki hâl ve kârın oluşmasıdır. Ne vakit ki o hâl ve şartlar oluşur, tohumlar da yeniden ihyâ olurcasına boy gösterirler. Oysa onlar hep oradadır. Onlar hep orada ve zamanlarını beklemektedir. Zamansız ortaya çıkıp gerçekten yok olmamak için sırlanıp kendilerini korumaya alırlar. Çimlenecek, tomurcuklanıp çiçek açacak şartlar yoksa sabırla beklerler kendi sırları içinde.
Zamânını Vaktin Sâhibinin bildiği gün geldiğinde sanki hep uyanıkmış gibi, hiçbir mahmurluk, hiçbir hamlık belirtisi göstermeden, hayat dolu bir hâlde meydana çıkarlar. Artık sır perdesi kalkmış, kor küllerinden ve tohumlar da kabuklarından kurtulmuştur. Toprağın yüzlerce, binlerce metre altında çıkarılmayı bekleyen doğal kaynaklar, değerli taşlar, altın mâdenlerine denk gelecek değerdeki sırlar, artık kamuya mâl olur. Ancak bu değerlerin çıkarılması için değerini bilen, onları çıkarmayı bilip çıkarmaya azmeden ve çıkarınca kullanmayı bilen nesil kaçınılmaz şarttır.
O nesil gelmeden o sırlar açılmaz. Açılıp ziyan olmaması için lâyık olanın gelmesi beklenir. Gelene kadar geleceğinden şüphe etmeden beklenir. Gelince de kırk yıllık iki dostun âşinâlığı gibi, hemen ülfet peyda olur. Yabancılık çekilmez. Arayan ile bekleyen kavuşur. Bu kavuşmayla o devrin yaratılışı âmelî hâl alır. Şimdiye kadar neredeymiş diye merak edişler, hayrete dönüşür.
Bu devir
Nice dert, tasa, zorluk ve külfetin altından geçiyoruz. Zemheri ayında ayaz yiyen tohumun korunması gibi, korunması gerekenler var. Onlar kendilerini nasıl koruyacaklarını bildikleri için kimseye mihnet etmeden kendi köşelerinde sırlanmış durumdalar. Emir geldiğinde siperden çıkan cengâver gibi hazırda bekliyorlar.
Onları yok zannedenler ümitsizliğe kapılıp sır perdesini kefen zannedebilirler. O da onların iman zâfiyetidir. Bu zâfiyette olmayanlar, en uygun zamanda, en uygun mekânda sırların açılması için Yâ Sabır zikrine teslim olmuş durumdalar. Selin getirdiği kumların örttüğü sırlar, bir sonraki selde gün yüzüne çıkmayı bekliyorlar. Mesele sele tâlip olup suya yön verecek donanımda olmaktadır.
Bu devrin sırları da, her devrin sırları gibi, kendini kolay teslim etmiyor. Teslim olacağı ve onu teslim alacak olanı, denizaltının yüzeyi fark ettirmeden seyretmesi gibi, gözlüyorlar. İyice emin olmadan, sırra sâhip çıkacağına kanaat getirmeden, sır perdesinde titreme bile olmuyor.
Varsın her şeyin sonu geldiğini düşünenler olsun. Varsın perdenin ardında hiçbir şey olmadığı iddia edilsin. Açıldığında hükmü kalmayacak perdeye bu kadar kıymet vermek niye?!
Yok zannedilmesin!
Şimdilerde adını, sanını bildiğimiz; yazdıklarını çizdiklerini okuduğumuz ve çalıp söylediğimiz nice müşahhas ismin varlığını çağdaşlarının yokluğu ile kıyasladığımızda umutsuzluğa düşebiliriz. Ancak onlar da kendi zamanlarında yok biliniyordu. Birçok kişi onların varlıklarından bihaberdi. Günümüz tâbiriyle “popüler” değillerdi. Ama onlar vakti gelince çimlenecek tohumu toprağa eker gibi, isimlerini bize duyuracak eserleri sabırla, azimle, sanatlarına sadâkatle ürettiler ve bize bıraktılar. Bunların bâzıları zamânın sınavını geçemeyip kaybolmuş olabilir. Ama sonsuzluk sırrına mâlik olanlar bugünlere ulaştılar ve bizden sonraki zamanlara da ulaşacaklar.
Geçmiş zamanların sırlıları şimdi âşikâr oldu. Şimdinin sırlıları da yok zannedilmesin. Henüz vakitleri gelmemiştir.
Peki bu devirde yaşayıp sırrını bu devirde izhâr ederek arz-ı endam eden, adını sanını duyuranlar, kamunun iltifatının cezbesine kapılanlar ne olacak, dersiniz? İmam Mâturûdî’nin sık sık kullandığı bir ifâdeyse söylemek gerekirse, her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Yine de âcizâne tahminim onlar kapağı açılıp gazları kaçınca kısa zaman içinde içilemeyecek hâle gelen gazozlardan pek de farklı değildir. Yıllanıp demlenmeye sabrı olmayanın ömrü, erken gelen bahara kanıp açan çiçeğin don vurmasıyla yanıp gitmesi gibi kısa olacaktır.