Düşüş demiştik ya hani, bir de acıya düşmek var. Bütün hücrelerinizle hissettiğiniz derin bir acı… Çaresizliğin hüküm sürdüğü bir savaş, bir afet, amansız bir hastalık, beklenmedik bir olay yahut kaza ile yakınlarını yitirmek; derin acıyı davet eder zihnimize! Derin acı üreten her olayın da kendine has bir hikâyesi vardır. Acı veren yitirilen canlar olsa da bazen derin acının asıl sebebi olayın hikâyesidir.

Yakın akrabalarımız olan, ömürlerinin en güzel çağlarında evli bir çift. Eşlerden biri dayımızın kızı, diğeri teyzemizin oğlu. Yolda seyir hâlindeyken önlerindeki araç büyük bir kaza yapıyor. Hayatları insanlara yardımla geçen çift, arabalarından inerek yardıma koşuyorlar. Ve o an ecellerine koştuklarının farkında değiller. Kaza yapan araçta sıkışan kişiye yardıma çabalarken olan oluyor ve kader hükmünü icra ediyor.

Kurşun misali gelen başka bir araç, kaza yapan arabaya yardım edenlere feci şekilde çarpıyor. Ve iki canımızı hayattan koparıyor. Bir anlık dalgınlık, aşırı hız, belki de çalan telefona kayan dikkat, yorgunluktan kapanan gözler…

Nedenler çoğaltılabilir lakin sonuç belli; musalla taşında iki cenaze. Adlarıyla müsemma ikisi de. Biri Ay ışığı gibi bir hanımefendi Ayfer; diğeri kimsenin tavuğuna kış demeyen, kıymet bilen bir beyefendi, Kadir. Kaderleri yeryüzünde buluşan iki akraba. Yeni âlemin yolcusu iki güzel ruh. Çocuklarının ve akrabaların ağıtlara karışan feryatları arasında toprakla buluşan iki beden. Ve nihayet toprak ana örtüyor içinden çıkılmaz yaraları.

Her şeyin üzerinde seyreden ilahi kaderdir asıl belirleyici olan. Bugün hayat dolusunuz, hedefleriniz, umutlarınız var. Malınız, mülkünüz, paranız, mevkiniz, makamınız, ününüz var. Can gittiğinde hepsi geride kalıyor. Hayatınız boyunca sizi yalnız bırakmayan her şeyi ve herkesi usulca terk ediyorsunuz. İsminiz bile gider, artık cenazedir adınız. Cenazenin yurdu topraktır. İster ölenler için ister kendi hâlimize olsun acı ortak bir dile dönüşür.

ACI EN BÜYÜK ÖĞRETMENDİR

Acı, insanın en belirgin duygularındandır. Günlük rutini ve alışkanlığı bozan, konforumuzu yerle bir eden, beklenmedik bir olay, bir gelişme, bir kayıp; acı duygusunu tetikler. Canımız maddi ya da manevi olarak yandığında acı duygusu devreye girer. Acı derinleştikçe, psikolojik acıya dönüşür. Duygusal veya zihinsel olarak yaşanan rahatsızlık, huzursuzluk ve sıkıntı hissi bunaltır. En büyük psikolojik acı da yakınların can kaybıdır. Zira can, yeryüzündeki en kutsi değerdir. Varlığın yegâne kaynağı, âlemin müstesna özüdür. Yaratıcının her bedene bağışladığı var olma aşkıdır.

Acının derinliği, algılarımızı etkileme gücüyle ilgilidir. Yani acı üreten olay, sadece zihnimizi değil bütün algı alanlarımızı etkileyecek düzeyde ise acı katlanır. Acı; gözümüzün, kulağımızın, dilimizin, tenimizin alışverişini etkiyorsa ve mantığı aşıp kalbimizi sıkıyor, gönlümüzü sızlatıyorsa derinleşir. Psikolojik uyumumuz zedelenir.

Yaşanan olay; kendi sonumuzu düşündürdüğü, yeryüzündeki yolculuğumuzu hatırlattığı oranda acıyı derinleştirir. Hayatta yaşadığımız derin acılar; içinde bulunduğumuz rüyadan uyanma endişesinin dışa vurumudur bir anlamda. Zira acı en büyük öğretmendir.

Neydik? Ne olduk? Nereye gidiyoruz? Niye gidiyoruz? Unuttuğumuz bu ve benzeri sorular zihnimize hücum eder de cevaplar ararız. Kendi hakikatimizin peşine düşeriz yeniden! Çünkü acı ile pişer, acı ile kavrulur, acıyla öğrenir ve bazen de acıyla iyileşiriz. Acı kim olduğumuzu da haykırır lakin çoğu zaman farkında olmayız.

RIZA MAKAMININ HABERCİSİ

Kıymeti bilinir ve iyi değerlendirilirse, acılar kendi kudretimize tapmaktan alıkoyan yegâne kurtarıcılar olabilir. Çünkü her acı ne kadar zavallı olduğumuzu yeniden haykırır. Kaçımız bu haykırışı gerçekten duyarız bilinmez. Ne kadar derin olursa olsun acılar ruhumuzda iz bırakır ve sonunda geçip giderler. Geçen zaman acıların en büyük ilacıdır.

Acılar, dünya sahnesindeki rolümüzü kısa süreliğine de olsa durdurur. Ve içinde bulunduğumuz oyunu, sahnedeki rolümüzü, sahne ışıklarını, seyircileri düşündürür. Daha da önemlisi; acı, hayat oyunumuzu yazan ve yönetenle daralan iletişimimizi yeniden kurmaya vesile olabilir. Âlemdeki ahengin arkasındaki güçle yeniden buluşma fırsatı verebilir. Ve her acı, samimiyetimizi test eder yeniden.

Gönül ister ki acı olmadan da kendi gerçeğimize ait samimiyetimizi koruyalım ve ötelerin ötesini ihmal etmeyelim. Çünkü insanı ve medeniyetleri pişiren önemli bir özdür samimiyet. Zira Hazreti İbrahim’i ateşten koruyan da ateşin yakıcı etkisini yok eden de samimiyettir. Dünyanın ötesiyle kurulan samimi bağlar bütün acıları hafifletir.

Acıları rıza makamının haberci tohumu olarak gönlümüze yeniden ekebiliriz, ekmeliyiz. Her acının; kendi gerçeğimize yükselmenin, hakikatimizle yüzleşmenin yeni bir durağı olduğunu unutmayalım. Acımızı yaşayalım ama yaşarken içinde kaybolmayalım. Ve acıyı, her an değişen ve dönüşen âlemde yeni bir dönüşümün aracı olarak değerlendirelim.