Çıkartma gemileri kıyıya yaklaşırken dalga sesleri bas bariton motor sesleriyle harmanlanıp havada kendisine yön arıyor.
Derinden cılız nefes sesleri karışıyor bu garip, iç burkucu, ancak yaşayanların bir daha duyduğunda tanıyabileceği koroya.
Derken her gemiden bir davul sesi yükseliyor. Tek düze, Olabildiğine tek düze. O kadar tek düze ki, her vuruş arasında kalan boşlukta meydan kısa süre artık saatler boyu dinleye dinleye sabit bir kulak çınlaması gibi gelen koroya kalıyor.
Bir ara dalgaların sesi değişiyor. Alışıldık koro ritmini bozuveriyor. Belli ki dalgalar artık birbirlerinin üzerine değil kıyıya vuruyorlar kendilerini. Daha bir hırçınlar. Derinlerde biriktirdikleri enerji ile kumları, kayaları dövüyorlar. Galibi yok bu sonsuzluk kadar uzun süren savaşın. Ama birazdan başlayacak olanın var.
Kıyıya birkaç dakika kala birden tüm sesleri bastıran bir ses duyuluyor. Gür bir erkek sesi Sela okuyor. Herkes ne olduğunu biliyor. Belki kelime kelime değil ama ne anlatıldığını anlıyor.
Sela bir kez bitiyor. Sonra yine başlıyor:
"Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Rasulallah” (Ey Allah'ın Resûlu, salat-u selam senin üzerine olsun)
Ve çıkartma gemileri karaya vurduğunda Türk askeri işte böyle bir ortamda Kıbrıs’ta savaşa giriyor.
Bu sahneyi çıkartmanın başına tanıklık etmiş bir gazeteci büyüğüm anlattı. Kendisi kolaylıkla yazabileceği için adını vermeyeyim. Zaten konu kimin anlattığı değil.
Bu tarif etmeye çalıştığım sahnenin yaşandığı tarihler benim çocukluğum. 50’inci yıl marşını yeni ezberlemişiz. Biz bombalara karşı şehirlerin karartıldığı günlerin çocuklarıyız. Pencerelerin koyu lacivert defter kaplama kağıtlarımızla kapatıldığı, pencereler nasıl örtülmeli, nasıl karartma yapılmalı haberlerinin yazılıp söylendiği günler. İyi biliriz pencerelere kalın kağıtlar yapıştırmayı. Bizim büyüklerimiz İkinci Dünya Savaşı günlerinden kalma alışkanlıkla küçük ambalaj ipleri saklarlardı 40 yıl sonra bile. Daha öncekiler ise göçmenliği sürgünlüğü görmüşlerdi Balkan savaşlarında.
Şimdi bilmem farkında mıyız? Bu ülke bir savaşta. Bir yanımız darda. Ve hiç düşündünüz mü cephede olan geride kalanlardan ne ister.
“Savaşa karşıyım” demek en kolayı. Savaşa övgü düzmek de. Bırakın teatral şovları, beni askere alın diye kuyruğa giren yaşı geçkin olanları. “Savaşa karşıyım” deyip iyi-kötü, yanlış-doğru ayrımı yapmayanları. Cephede olan, cephe gerisinde olandan sadece destek bekler. Uğruna öldüklerinin en azından kendisini düşündüğünü bilmek ister. Hiçbir şey yapmıyorsanız bile bi susun arkadaş.